"Olsa Olsa"
Başlık:
"Olsa Olsa"
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında", s. 3
Tarih:
1958-05-16
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
BÜLENT ECEVİT
"Olsa olsa,,
MODERN diktatörlüklerde liderlerin en büyük isteği, fennî usullerle yurttaşların kafalarına nüfuz edebilmek, hem istedikleri düşünceleri onların altşuurlarına işleyip hem de kafalarının içinden geçeni okuyabilmektir.
İstenilen düşünceleri altşuurlara işleyebilme yolunda epeyce ilerlendiğini okuyoruz, fakat henüz kafaların içinden geçenleri okuyabilmek hususunda bir ilerleme kaydedildiğinden haberimiz yoktu.
Şimdi Türkiye'deki iktidarın bu yolda bütün dünyayı geride bıraktığı anlaşılıyor.
Gerçi henüz bizde fen, kafaların içinden geçenleri fennî usullerle okuyabilecek kadar ileri gitmiş olamaz. Ama askerlikte mesafe tahmini için fennî usullerden faydalanılamadığı vakit başvurduğumuz «olsa olsa usulü», görülüyor ki şimdi iktidar tarafından düşünceleri okumak için de uygulanmağa başlamıştır.
Meselâ, «İnsan Hakları Konvansiyonunun Avrupa memleketlerindeki tatbikatı ne safhada?» diye bir soru sorulacak olursa, iktidar sözcüleri, bu soruyla «olsa olsa» Türkiye'de insan haklarına riayet edilmediğinin kastedilmiş olabileceği yargısına varıvermektedirler.
Rejiminin adı demokrasi olduğu halde söz ve yazı hürriyeti, toplantı hürriyeti diktatörlüklerdeki kadar kısılmış bulunan, tarım memleketi olduğu halde buğdayını, peynirini bile dışardan getirtmek zorunda kalan bir hayalî ülkeye dair bir roman tefrika edileceği öğrenildiği zaman, gene askerlikteki «olsa olsa usulü» ne başvurularak, bu ülkenin «olsa olsa» Demokrat Parti Türkiyesi olabileceğini iktidar başındakiler hemen anlayıvermekte, ve o tefrikanın yayınlanmasını, sansür Anayasada yasak edilmiş olmasına rağmen, önlemektedirler.
Bundan sonra eğer, Sovyet diktatörlüğünde gazete kâğıtlarının ve ilânlarının devlet elliyle ve istendiği gibi dağıtıldığı, iktisadi kalkınma uğrunda hürriyetlerin feda edildiği, üniversiteye ve mahkemelere bağımsızlık tanınmadığı, insan haklarına riayet edilmediği ileri sürülüp, üyesi bulunduğumuz demokratik milletler topluluğunun görüş açısından bu tutum sert bir dille tenkid edilirse, iktidar pekâlâ gene «olsa olsa usulü» ne dayanarak, bu tenkidlerin ancak Türkiye'deki idareye yöneltilmiş olabileceğini ileri sürüp kovuşturma açtırabilir.
Hele Firavunların eski Mısır'ı mamurlaştırmak için başvurdukları usulleri «zalimane», «gayrı insanî» diye vasıflandırmak artık büsbütün tehlikelidir. Çünkü, firavunların ehramları nasıl yaptırdıkları anlatılmakla, «olsa olsa» yaşıyan «büyük»lerden birinin imar politikasına telmihde bulunulmuş olabileceğine hükmetmek, meselâ «Zafer» başyazarı için hiç de zor değildir.
«Zafer» başyazarına göre,
«Bu memleket sıçrarken çizdiği kavisi — bilerek — o derece yüksekten almıştır ki, eğer halkın anlayışı ile gayretleri buna inzimam etmezse, düştüğü yerde boynu kırılabilir. Aksi tahakkuk eder, yani Türk münevveri ile politikacısı halka bunun mutlak lüzumunu anlatırsa, sıçramalar selâmetle biribirini takip edecek ve gerilik ile iptidailiğin pençesinden kurtulunacaktır.»
«Zafer» başyazarının «Tekelonya Cumhuriyeti» yazarı Bediî Faik'i itham ederken ileri sürdüğü anlamda bir «mutlak lüzum» kabul edildikten sonra, Sovyetler Birliğinde basına direktif veren «Agitprop» u, basını besleyen ve sansür eden «Glavlit» i kendimize örnek tutmamak için hiçbir sebep kalmaz.
Zaten nasıl İstanbul Savcısı ile «Zafer» başyazarı, «Tekelonya Cumhuriyeti» romanında ancak Türkiye'nin tasvir edilmiş olabileceğini «olsa olsa usulü» ile anlıyabilmişlerse, biz de «olsa olsa usulü» nü «Zafer» başyazarının ve başka bazı D.P. sözcülerinin basın hakkında belirttikleri düşüncelere uyguladığımız zaman, kafalarının içinde «Agitprop» ların, «Glavlit» lerin hayalini yaşattıklarını sezmekte zorluk çekmiyoruz.
BÜLENT ECEVİT
"Olsa olsa,,
MODERN diktatörlüklerde liderlerin en büyük isteği, fennî usullerle yurttaşların kafalarına nüfuz edebilmek, hem istedikleri düşünceleri onların altşuurlarına işleyip hem de kafalarının içinden geçeni okuyabilmektir.
İstenilen düşünceleri altşuurlara işleyebilme yolunda epeyce ilerlendiğini okuyoruz, fakat henüz kafaların içinden geçenleri okuyabilmek hususunda bir ilerleme kaydedildiğinden haberimiz yoktu.
Şimdi Türkiye'deki iktidarın bu yolda bütün dünyayı geride bıraktığı anlaşılıyor.
Gerçi henüz bizde fen, kafaların içinden geçenleri fennî usullerle okuyabilecek kadar ileri gitmiş olamaz. Ama askerlikte mesafe tahmini için fennî usullerden faydalanılamadığı vakit başvurduğumuz «olsa olsa usulü», görülüyor ki şimdi iktidar tarafından düşünceleri okumak için de uygulanmağa başlamıştır.
Meselâ, «İnsan Hakları Konvansiyonunun Avrupa memleketlerindeki tatbikatı ne safhada?» diye bir soru sorulacak olursa, iktidar sözcüleri, bu soruyla «olsa olsa» Türkiye'de insan haklarına riayet edilmediğinin kastedilmiş olabileceği yargısına varıvermektedirler.
Rejiminin adı demokrasi olduğu halde söz ve yazı hürriyeti, toplantı hürriyeti diktatörlüklerdeki kadar kısılmış bulunan, tarım memleketi olduğu halde buğdayını, peynirini bile dışardan getirtmek zorunda kalan bir hayalî ülkeye dair bir roman tefrika edileceği öğrenildiği zaman, gene askerlikteki «olsa olsa usulü» ne başvurularak, bu ülkenin «olsa olsa» Demokrat Parti Türkiyesi olabileceğini iktidar başındakiler hemen anlayıvermekte, ve o tefrikanın yayınlanmasını, sansür Anayasada yasak edilmiş olmasına rağmen, önlemektedirler.
Bundan sonra eğer, Sovyet diktatörlüğünde gazete kâğıtlarının ve ilânlarının devlet elliyle ve istendiği gibi dağıtıldığı, iktisadi kalkınma uğrunda hürriyetlerin feda edildiği, üniversiteye ve mahkemelere bağımsızlık tanınmadığı, insan haklarına riayet edilmediği ileri sürülüp, üyesi bulunduğumuz demokratik milletler topluluğunun görüş açısından bu tutum sert bir dille tenkid edilirse, iktidar pekâlâ gene «olsa olsa usulü» ne dayanarak, bu tenkidlerin ancak Türkiye'deki idareye yöneltilmiş olabileceğini ileri sürüp kovuşturma açtırabilir.
Hele Firavunların eski Mısır'ı mamurlaştırmak için başvurdukları usulleri «zalimane», «gayrı insanî» diye vasıflandırmak artık büsbütün tehlikelidir. Çünkü, firavunların ehramları nasıl yaptırdıkları anlatılmakla, «olsa olsa» yaşıyan «büyük»lerden birinin imar politikasına telmihde bulunulmuş olabileceğine hükmetmek, meselâ «Zafer» başyazarı için hiç de zor değildir.
«Zafer» başyazarına göre,
«Bu memleket sıçrarken çizdiği kavisi — bilerek — o derece yüksekten almıştır ki, eğer halkın anlayışı ile gayretleri buna inzimam etmezse, düştüğü yerde boynu kırılabilir. Aksi tahakkuk eder, yani Türk münevveri ile politikacısı halka bunun mutlak lüzumunu anlatırsa, sıçramalar selâmetle biribirini takip edecek ve gerilik ile iptidailiğin pençesinden kurtulunacaktır.»
«Zafer» başyazarının «Tekelonya Cumhuriyeti» yazarı Bediî Faik'i itham ederken ileri sürdüğü anlamda bir «mutlak lüzum» kabul edildikten sonra, Sovyetler Birliğinde basına direktif veren «Agitprop» u, basını besleyen ve sansür eden «Glavlit» i kendimize örnek tutmamak için hiçbir sebep kalmaz.
Zaten nasıl İstanbul Savcısı ile «Zafer» başyazarı, «Tekelonya Cumhuriyeti» romanında ancak Türkiye'nin tasvir edilmiş olabileceğini «olsa olsa usulü» ile anlıyabilmişlerse, biz de «olsa olsa usulü» nü «Zafer» başyazarının ve başka bazı D.P. sözcülerinin basın hakkında belirttikleri düşüncelere uyguladığımız zaman, kafalarının içinde «Agitprop» ların, «Glavlit» lerin hayalini yaşattıklarını sezmekte zorluk çekmiyoruz.
Koleksiyon
Alıntı
“"Olsa Olsa",” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 22 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/982 ulaşıldı.