"Yıkıcı Faaliyetler" ve Yıkılan Demokrasimiz
Başlık:
"Yıkıcı Faaliyetler" ve Yıkılan Demokrasimiz
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında", s. 3
Tarih:
1958-01-31
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
"Yıkıcı faaliyetler" ve yıkılan demokrasimiz
Bülent ECEVİT
BAĞDAT Paktının adı belki en çok duyulan komitesi, Yıkıcı Faaliyetlerle Mücadele Komitesidir. Fakat ne yaptığı en az bilinen komitesi de gene odur. Gerçi böyle bir komitenin faaliyetini gizli tutmak gereklidir denebilir ama, faaliyet sonuçlarının olsun görülebilmesi lâzım! Oysa şimdiye kadar elle tutulur bir sosuç görülebilmiş değildir.
Tersine, Bağdat Paktı kurulduğundanberi Ortadoğu'ya komünist sızması azalacak yerde artmıştır; hem de Pakt üyesi memleketlerin hükümetlerine kaygı verecek kadar artmıştır.
Öyle ki, Bağdat Paktının, ya vesile verdiği ya tahrik ettiği yıkıcı faaliyetler, önliyebildiklerinden daha fazla gibi görünür olmuştur.
Üstelik, bölge üyesi devletlerdeki rejimlerin yıkıcı faaliyetlerle mücadelede yeteri kadar başarı şansı bulunduğunu söylemek de zordur.
Yıkıcı faaliyetlerle mücadele müspet ve menfi olabilir.
Menfi mücadele, savunma yoluyla mücadeledir: Komünist propagandasının temelsizliği, yalancılığı delillerle ortaya serilmeğe çalışılır; komünistlerin açık veya gizli siyasal çalışma ve tertiplerine, tahriklerine, tedhişçilik teşebbüslerine karşı tedbirler alınır.
Fakat bu yolda mücadelenin menfi mücadelenin, etkisi sınırlıdır. Çünkü inisyatif hep karşı tarafta olacak, karşı taraf bulduğu her gedikten sızmağa çalışacaktır.
Yıkıcı faaliyetlerle müspet mücadele ise, karşı taarruz diye tanımlanabilir. Böyle müspet mücadelede, komünistlerin propagandasını yaptıkları dünya görüşünün, hayat tarzının, toplum düzeninin kötülükleri veya sahteliği belirtilmekle kalınmaz, daha iyi, daha çekici bir dünya görüşü, bir hayat tarzı, bir toplum düzeni gösterilerek, bunun propagandası yapılır ve halka,
— Siz komünistlere uyacak olursanız, işte bütün bu nimetlerden yoksun kalacaksınız!... denebilir
Şüphesiz, yıkıcı faaliyetlerle asıl etkisi mücadele yolu budur.
Amerika'daki idare, mücadelesini bu yoldan yapabilecek durumdadır. İngiltere'deki, Fransa'daki, İskandinavya'daki, hemen bütün «hür Avrupa» memleketlerindeki idareler de öyledir. Hattâ Ortadoğu'ya gelirsek, İsrail'deki idare de halkını yıkıcı faaliyetlere karşı bu müspet yoldan koruyabilecek durumdadır.
Ama biz, Bağdat Paktının bölge üyeleri, öyle miyiz?
Nedir komünist propagandasını karşı taarruzla tesirsiz kılmak için gösterilebilecek nimetler?.. Bu sorunun cevabını, hür batı ülkelerine bakar bakmaz görebiliriz!
O ülkelerdeki idareler, meselâ Mr. Dulles'ın da sık sık kullandığı bir deyimle, «insan vekarı» ndan söz eder, hür batı ülkelerinde insan vekarının, Sovyetler Birliğiyle peyklerinde olduğu gibi hiçe sayılmadığını, çiğnenmediğini söyliyebilirler!
Oysa, Bağdat Paktı bölge üyelerinin birçok bakımlardan en ilerisi saydığımız Türkiye'de bile, sadece baştakilerin vekarı teminat altına alınmış, idare edilen yurtlaşlarsa böyle bir teminattan yoksun bırakılmışlardır.
Hür Batı ülkelerinde, yurttaşların hükümeti serbestçe denetleyip tenkid edebilecekleri, parlâmentolarına her meseleyi getirebilecekleri, basına doğru bildikleri her şeyi çekinmeden yazabilecekleri söylenir. Türkiye'de artık buna da imkân kalmamıştır.
Gene o ülkelerde fert hürriyetinin bağımsız bir adalet cihazı tarafından korunmasıyla öğünülerek, Sovyetler Birliğinde, adalet cihazının hükümete karşı hiçbir teminatı olmadığı söylenir. Türkiye'de ise adalet cihazının bağımsızlığından, hükümete karşı teminatından artık söz edilemez. Yargıçların devlet memurlarından ayrı tutulamıyacağı zihniyetini, Türkiye'deki iktidar, hattâ bir resmî görüş olarak açığa vurmuştur.
Kısacası; insan vekarını, fert hürriyetini, adaleti sağlıyan demokrasi, Batı dünyasının, komünist propagandasına, yıkıcı faaliyetlerine karşı en etkili, en müspet silâhlarıdır. Çünkü, bir Rus yazarının, pek kısa süren siyasi teneffüs devresinde yazıp yayınlamak fırsatını bulduğu «Yalnız Ekmekle yaşanmaz» romanında belirtildiği gibi, insan vekarının değerini bilen, köle gibi yaşamağı insan vekarıyla, insanlık onuruyla bağdaştıramıyan kimseler için hürriyet en az ekmek kadar, hatta bazan ekmekten de önemlidir.
Bizse bugün, insanlar, hürriyetleri ve onurları çiğnenmiş bir halde, yalnız ekmekle de yaşıyabilirler felsefesini benimsediği gibi, üstelik insanlardan zaman zaman ekmeksiz bile yaşayıp mesut olmalarını bekleyen bir idarenin boyunduruğu altına sürüklenmekteyiz.
Bu durumda, komünist propagandasının, yıkıcı faaliyetlerin karşısına, hür Batı ülkelerinin silâhlarıyla çıkmamız tasavvur olunabilir mi?
Haydi diyelim ki başka Ortadoğu memleketlerinin «demokratik meseleleri», son Bağdat Paktı Konseyi toplantısında Nuri Sait Paşa tarafından iddia edildiği gibi, henüz «çocukluk çağında» dır! Fakat Nuri Sait Paşanın başka Arap milletleriyle beraber kendi milletine de reva gördüğü bu istihkârı Türk Milleti asla üstüne alınamaz. Türk Milleti demokrasi sınavından başarıyla geçmiş, demokrasi meselelerinin en çetinlerini çözebilmiştir. Eğer bugün Türkiye'de demokrasi meseleleri bazı bakımlardan hâlâ «çocukluk çağında» görünüyorsa, bundan millet değil, başındaki idareciler, bugünkü idareciler sorumludur.
Türkiye, yıkıcı faaliyetlerle mücadeleye en büyük, en etkili hizmeti, demokratik hayat tarzının üstünlükleri bakımından bölgemizdeki başka memleketlere örnek olmakla yerine getirebilirdi. Bugünse, «yıkıcı faaliyetler» in, «gizli komünizm» in arttığı bahanesini öne sürerek, iktidar, Türkiye'de demokrasiden ne kaldıysa onu da yıkmağa uğraşmaktadır.
Bütün bunların üstüne, sanki Türkiye'deki bu acıklı durumun başlıca sorumlularından biri kendisi değilmiş gibi, Türk Başbakanı, Bağdat Paktı Konseyi toplantısında kalkıp,
«Şayet bugüne kadar dünya, ferdî hürriyetleri ve milli varlıkları hiçe sayan totaliter bir nizamın hâkimiyeti altına düşmemişse, bunun haklıca âmili, hiç şüphe yok ki, müşterek güvenlik prensipinin hür dünya memleketlerinin kısmı âzami tarafından benimsenmiş olmasıdır.»
diye konuşur!
Bir, «ferdî hürriyet» lerimizin bugünkü haline bakın, bir de Başbakanın bu sözlerine: Güler misiniz, ağlar mısınız?..
"Yıkıcı faaliyetler" ve yıkılan demokrasimiz
Bülent ECEVİT
BAĞDAT Paktının adı belki en çok duyulan komitesi, Yıkıcı Faaliyetlerle Mücadele Komitesidir. Fakat ne yaptığı en az bilinen komitesi de gene odur. Gerçi böyle bir komitenin faaliyetini gizli tutmak gereklidir denebilir ama, faaliyet sonuçlarının olsun görülebilmesi lâzım! Oysa şimdiye kadar elle tutulur bir sosuç görülebilmiş değildir.
Tersine, Bağdat Paktı kurulduğundanberi Ortadoğu'ya komünist sızması azalacak yerde artmıştır; hem de Pakt üyesi memleketlerin hükümetlerine kaygı verecek kadar artmıştır.
Öyle ki, Bağdat Paktının, ya vesile verdiği ya tahrik ettiği yıkıcı faaliyetler, önliyebildiklerinden daha fazla gibi görünür olmuştur.
Üstelik, bölge üyesi devletlerdeki rejimlerin yıkıcı faaliyetlerle mücadelede yeteri kadar başarı şansı bulunduğunu söylemek de zordur.
Yıkıcı faaliyetlerle mücadele müspet ve menfi olabilir.
Menfi mücadele, savunma yoluyla mücadeledir: Komünist propagandasının temelsizliği, yalancılığı delillerle ortaya serilmeğe çalışılır; komünistlerin açık veya gizli siyasal çalışma ve tertiplerine, tahriklerine, tedhişçilik teşebbüslerine karşı tedbirler alınır.
Fakat bu yolda mücadelenin menfi mücadelenin, etkisi sınırlıdır. Çünkü inisyatif hep karşı tarafta olacak, karşı taraf bulduğu her gedikten sızmağa çalışacaktır.
Yıkıcı faaliyetlerle müspet mücadele ise, karşı taarruz diye tanımlanabilir. Böyle müspet mücadelede, komünistlerin propagandasını yaptıkları dünya görüşünün, hayat tarzının, toplum düzeninin kötülükleri veya sahteliği belirtilmekle kalınmaz, daha iyi, daha çekici bir dünya görüşü, bir hayat tarzı, bir toplum düzeni gösterilerek, bunun propagandası yapılır ve halka,
— Siz komünistlere uyacak olursanız, işte bütün bu nimetlerden yoksun kalacaksınız!... denebilir
Şüphesiz, yıkıcı faaliyetlerle asıl etkisi mücadele yolu budur.
Amerika'daki idare, mücadelesini bu yoldan yapabilecek durumdadır. İngiltere'deki, Fransa'daki, İskandinavya'daki, hemen bütün «hür Avrupa» memleketlerindeki idareler de öyledir. Hattâ Ortadoğu'ya gelirsek, İsrail'deki idare de halkını yıkıcı faaliyetlere karşı bu müspet yoldan koruyabilecek durumdadır.
Ama biz, Bağdat Paktının bölge üyeleri, öyle miyiz?
Nedir komünist propagandasını karşı taarruzla tesirsiz kılmak için gösterilebilecek nimetler?.. Bu sorunun cevabını, hür batı ülkelerine bakar bakmaz görebiliriz!
O ülkelerdeki idareler, meselâ Mr. Dulles'ın da sık sık kullandığı bir deyimle, «insan vekarı» ndan söz eder, hür batı ülkelerinde insan vekarının, Sovyetler Birliğiyle peyklerinde olduğu gibi hiçe sayılmadığını, çiğnenmediğini söyliyebilirler!
Oysa, Bağdat Paktı bölge üyelerinin birçok bakımlardan en ilerisi saydığımız Türkiye'de bile, sadece baştakilerin vekarı teminat altına alınmış, idare edilen yurtlaşlarsa böyle bir teminattan yoksun bırakılmışlardır.
Hür Batı ülkelerinde, yurttaşların hükümeti serbestçe denetleyip tenkid edebilecekleri, parlâmentolarına her meseleyi getirebilecekleri, basına doğru bildikleri her şeyi çekinmeden yazabilecekleri söylenir. Türkiye'de artık buna da imkân kalmamıştır.
Gene o ülkelerde fert hürriyetinin bağımsız bir adalet cihazı tarafından korunmasıyla öğünülerek, Sovyetler Birliğinde, adalet cihazının hükümete karşı hiçbir teminatı olmadığı söylenir. Türkiye'de ise adalet cihazının bağımsızlığından, hükümete karşı teminatından artık söz edilemez. Yargıçların devlet memurlarından ayrı tutulamıyacağı zihniyetini, Türkiye'deki iktidar, hattâ bir resmî görüş olarak açığa vurmuştur.
Kısacası; insan vekarını, fert hürriyetini, adaleti sağlıyan demokrasi, Batı dünyasının, komünist propagandasına, yıkıcı faaliyetlerine karşı en etkili, en müspet silâhlarıdır. Çünkü, bir Rus yazarının, pek kısa süren siyasi teneffüs devresinde yazıp yayınlamak fırsatını bulduğu «Yalnız Ekmekle yaşanmaz» romanında belirtildiği gibi, insan vekarının değerini bilen, köle gibi yaşamağı insan vekarıyla, insanlık onuruyla bağdaştıramıyan kimseler için hürriyet en az ekmek kadar, hatta bazan ekmekten de önemlidir.
Bizse bugün, insanlar, hürriyetleri ve onurları çiğnenmiş bir halde, yalnız ekmekle de yaşıyabilirler felsefesini benimsediği gibi, üstelik insanlardan zaman zaman ekmeksiz bile yaşayıp mesut olmalarını bekleyen bir idarenin boyunduruğu altına sürüklenmekteyiz.
Bu durumda, komünist propagandasının, yıkıcı faaliyetlerin karşısına, hür Batı ülkelerinin silâhlarıyla çıkmamız tasavvur olunabilir mi?
Haydi diyelim ki başka Ortadoğu memleketlerinin «demokratik meseleleri», son Bağdat Paktı Konseyi toplantısında Nuri Sait Paşa tarafından iddia edildiği gibi, henüz «çocukluk çağında» dır! Fakat Nuri Sait Paşanın başka Arap milletleriyle beraber kendi milletine de reva gördüğü bu istihkârı Türk Milleti asla üstüne alınamaz. Türk Milleti demokrasi sınavından başarıyla geçmiş, demokrasi meselelerinin en çetinlerini çözebilmiştir. Eğer bugün Türkiye'de demokrasi meseleleri bazı bakımlardan hâlâ «çocukluk çağında» görünüyorsa, bundan millet değil, başındaki idareciler, bugünkü idareciler sorumludur.
Türkiye, yıkıcı faaliyetlerle mücadeleye en büyük, en etkili hizmeti, demokratik hayat tarzının üstünlükleri bakımından bölgemizdeki başka memleketlere örnek olmakla yerine getirebilirdi. Bugünse, «yıkıcı faaliyetler» in, «gizli komünizm» in arttığı bahanesini öne sürerek, iktidar, Türkiye'de demokrasiden ne kaldıysa onu da yıkmağa uğraşmaktadır.
Bütün bunların üstüne, sanki Türkiye'deki bu acıklı durumun başlıca sorumlularından biri kendisi değilmiş gibi, Türk Başbakanı, Bağdat Paktı Konseyi toplantısında kalkıp,
«Şayet bugüne kadar dünya, ferdî hürriyetleri ve milli varlıkları hiçe sayan totaliter bir nizamın hâkimiyeti altına düşmemişse, bunun haklıca âmili, hiç şüphe yok ki, müşterek güvenlik prensipinin hür dünya memleketlerinin kısmı âzami tarafından benimsenmiş olmasıdır.»
diye konuşur!
Bir, «ferdî hürriyet» lerimizin bugünkü haline bakın, bir de Başbakanın bu sözlerine: Güler misiniz, ağlar mısınız?..
Koleksiyon
Alıntı
“"Yıkıcı Faaliyetler" ve Yıkılan Demokrasimiz,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 21 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/954 ulaşıldı.