Vaazlar ve Gerçekler
Başlık:
Vaazlar ve Gerçekler
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında", s. 3
Tarih:
1958-01-30
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
VAAZLAR ve GERÇEKLER
Bülent ECEVİT
Mr. Dulles çok dindar adamdır. O kadar dindar adamdır ki zaman zaman, günümüzün -siyasal anlamdaki - «Doğu - Batı» çatışmasını Tanrıya inananlarla inanmayanlar arasında bir çatışma olarak köstermek ister. Türkiye'ye gelişinden az önce Washington'daki Millî Basın Kulübünde yaptığı konuşmada bu görüşü belirttiği gibi, Bağdat Paktı Konseyinin Ankara toplantısı açılırken yaptığı konuşmada da soğuk harbin dinsel yönü üzerinde uzun uzadıya durmuştur.
Oysa bugün, dinsel görüşler arasındaki ayrılık, milletlerarası münasebetlerde eski önemini çoktan yitirmiştir. Artık haçlı seferleri ve cihatlar çağında değiliz. Komünist tehlikesine, Sovyet emparyalizmine karşı mücadeleyi Hıristiyan ülkelerde bir haçlı seferi, Müslüman ülkelerde bir cihat gibi gösterme yolundaki gayretler, mücadelenin ciddiyetini azaltmaktan, yönünü şaşırtmaktan başka bir sonuç vermez.
Gerçi komünist toplumların nazariyatta ateist olduklarına şüphe yoktur. Ama ateizm Rusya'da bile kâğıt üzerinde kalmış ve Sovyet idaresi, dinsel inançları gitgide hoş görmeğe zorlanmış, işine geldikçe dış siyasette dini istismar etmekten, din kurumlarıyla işbirliği yapmaktan bile kaçınmamıştır.
Bu durumda, Birleşik Amerika gibi lâik bir devlet hariciyesinin, Hıristiyanlara Hristiyanlık, Müslümanlara Müslümanlık, Musevilere Musevilik dersleri vermeğe, vaazlar vermeğe kalkışması, Amerika bu yola gittikçe, samimiyetsizlik ve iki yüzlülükte kimsenin başa çıkamıyacağı Sovyet liderlerinin de din istismarcılığını arttırmaları, eğer insanlara umulduğu kadar tesir ederse, dünyayı yeniden bir Ortaçağ taassubuna doğru sürüklemekten başka bir işe yarıyamaz. Hele buna, bazı memleketlerde siyaset adamlarının dini bir iç politika konusu olarak da istismar etmeleri eklenecek olursa, böyle bir tehlikenin büsbütün arttığı görülür.
Türk iç politikasında da dinin böyle bir istismar konusu olmasında Demokrat Parti ile liderinin geniş sorumluluğu bulunmakla beraber, aynı liderin, yani Başbakanının, Paris'teki son NATO toplantısında, bu konuya çok realist bir görüşle eğildiğini belirtmeyi bir borç biliriz. Türk Başbakanı NATO toplantısındaki konuşmasında. «...Müslüman memleketlerinin komünizm nüfuzuna karşı büyük bir mukavemeti olduğu yayılmış bir kanaat halinde ise de bu cihete de güvenmek caiz değildir.» demişti.
Komünizmle ve Sovyet emperyalizmiyle mücadeleyi, gene Mr. Dulles'ın yaptığı gibi, «materyalizm» e karşı bir mücadele olarak göstermekte de fayda yoktur. Materyalizme verilen anlam toplumdan topluma, hattâ kişiden kişiye değişebileceği gibi, falanca toplumun filânca toplumdan daha çok materyalist olduğunu, herhangi bir belirli ölçüye göre bile izah edebilmek günümüzde imkânsız hale gelmiştir. Haklı veya haksız, pek çok Avrupalı bugün Amerika'yı en az Rusya kadar materyalist bilir. Bir Hintli Brahman gözünde Batı uygarlığı materyalizmin son haddidir. Pakistanlı Müslüman şair İkbal, Müslüman âleminde, Batı uygarlığının materyalizmini tel'in eden şiirleriyle tanınıp sevilmiştir. Bir Çinli Budist materyalizm denilince belki en başta Amerika'yı hatırlar. Üstelik materyalizmle bağdaşması bize pek güç görünen Çin halkı, Amerika'ya göre materyalizmin ta kendisi olan komünizme katlanmakta da bir sakınca görmez gibi davranır.
Hattâ ne garip tesadüftür ki, Amerikan Dışişleri Bakanı Mr. Dulles'ın müslüman milletleri ateizme karşı oduğu kadar materyalizme karşı da âdeta cihada çağırdığı Bağdat Paktı Konseyi toplantısında Müslüman devletler temsilcileri, hep bir ağızdan, Amerika'yı daha çok iktisadî ve askerî yardım yapması için sıkıştırmış, Konsey toplantılarında belki en çok duyulan söz «para... para... para» olmuştur.
Amerika'nın, komünizmle mücadeleyi, ekonomik düzenler arasında bir mücadele olarak gösterme çabası da bir çıkmaz yolda direnmektir. Çağın gerçekleri karşısında, birer ekonomik görüş olarak komünizmle kapitalizm karşılıklı tavizler vermek zorunda kalmaktadırlar. Bu yüzdendir ki birçok Batı Avrupa ülkelerinde aşırı solcu partiler de aşırı sağcı partiler de sürelerini doldurup, her toplumda her zaman rastlanabilecek aşırı derecede hoşnutsuz insanlarla aşırı derecede muhafazakâr insanların birer barınağı haline, ancak birer tarihi hatıra olarak ayakta durabilen kaleleri haline gelmiştir.
Üsteik, bugün yeni kalkınmaya başlıyan bazı memleketler, Sovyet yardımını olduğu kadar Amerikan yardımını da komünizmi andıracak kadar ileri devletçi bir ekonomik düzen içinde kullanmakta, perakendeci bakkallığı, kasaplığı, balıkçılığı bile birer devlet işi veya âmme hizmeti saymaktadırlar. Bunlar arasında gazetelere kâğıt ve ilân dağıtımını, radyo yayınlarını bile Sovyetler Birliğindeki «Glavlit»ten ayırt edilmesi güç resmi teşekküllerin tekeline verenler eksik değildir.
O halde ortadaki mücadele sadece bir bağımsızlık mücadelesi, sadece bir güvenlik meselelesi midir; meselenin hiç de ideolojik bir yönü yok mudur?. diye sormak isteyebilir Mr. Dulles.
Elbette vardır!
Bugün birçok milletleri komünizm tehlikesi karşısında ayakta tutan, komünizm propagandasına karşı muaf kılan etken, askerî güçten de, Amerikan yardımından önce, gene Mr. Dulles'ın pek sık kullandığı bir deyimle, «insan vakarı» nın kişi hürriyetinden ayırd edilemez hale gelmesidir. İnsan vekarını ve insan vekarının ayrılmaz bir şartı haline gelen hürriyeti sağlıyabilecek tek düzen de demokrasidir. Uyannan toplumlar, millî bağımsızlığı bile kişi hürriyetinden ayrı düşünemez hale gemekte, biri bulunmadan öbürüyle yetinemez olmaktadırlar.
Gerçek demokrasinin yerleştiği veya demokrasi ülküsünün geniş ölçüde benimsendiği toplumlarda, yalnız Mr. Dulles kadar dindar, materyalizm aleyhtarı, kapitalizm taraftarı kimseler değil, Dr. Dulles'ın belki huzurlarına bile katlanamıyacağı kadar ateist, materyalist ve kapitalizm aleyhdarı kimseler de en az Mr. Dulles kadar komünizm düşmanı olurlar ve Sovyet tehlikesi karşısında gene en az Mr. Dulles ve Amerikan milleti kadar uyanık bulunurlar.
Eğer bu görüş kabul edilecek olursa, komünizme karşı birleşmesi, kuvvetlerini seferber etmesi istenen milletlerin asıl mânevi ihtiyacı, demokrasi ülküsüne bağlılıklarının pekiştirilmesi, inançlarının desteklenmesi, ve bu ülküyü reddeden her akıma, her eğilime karşı - yalnız komünizme değil, totaliterliğin her türlüsüne karşı - cephe alınması olsa gerektir.
Eğer Mr. Dulles, demokratik Amerika'nın dünyaya bu alandaki önderlik ödevini gereği gibi yaptığına inanıyorsa, o zaman, ancak o zaman, kendisi kadar dindar ve mâneviyata inanır bir kişinin hak ettiği vicdan huzuruna kavuşabilir. Din vaazları, materyalizm aleyhdarı söylevler vermekle değil!
-------
DÜZELTME: Dün bu köşede çıkan «Niçin toplandılar» başlıklı yazının 3'üncü sütun. 5'inci satırındaki «İranın» kelimesi «Irakın» olacaktır.
VAAZLAR ve GERÇEKLER
Bülent ECEVİT
Mr. Dulles çok dindar adamdır. O kadar dindar adamdır ki zaman zaman, günümüzün -siyasal anlamdaki - «Doğu - Batı» çatışmasını Tanrıya inananlarla inanmayanlar arasında bir çatışma olarak köstermek ister. Türkiye'ye gelişinden az önce Washington'daki Millî Basın Kulübünde yaptığı konuşmada bu görüşü belirttiği gibi, Bağdat Paktı Konseyinin Ankara toplantısı açılırken yaptığı konuşmada da soğuk harbin dinsel yönü üzerinde uzun uzadıya durmuştur.
Oysa bugün, dinsel görüşler arasındaki ayrılık, milletlerarası münasebetlerde eski önemini çoktan yitirmiştir. Artık haçlı seferleri ve cihatlar çağında değiliz. Komünist tehlikesine, Sovyet emparyalizmine karşı mücadeleyi Hıristiyan ülkelerde bir haçlı seferi, Müslüman ülkelerde bir cihat gibi gösterme yolundaki gayretler, mücadelenin ciddiyetini azaltmaktan, yönünü şaşırtmaktan başka bir sonuç vermez.
Gerçi komünist toplumların nazariyatta ateist olduklarına şüphe yoktur. Ama ateizm Rusya'da bile kâğıt üzerinde kalmış ve Sovyet idaresi, dinsel inançları gitgide hoş görmeğe zorlanmış, işine geldikçe dış siyasette dini istismar etmekten, din kurumlarıyla işbirliği yapmaktan bile kaçınmamıştır.
Bu durumda, Birleşik Amerika gibi lâik bir devlet hariciyesinin, Hıristiyanlara Hristiyanlık, Müslümanlara Müslümanlık, Musevilere Musevilik dersleri vermeğe, vaazlar vermeğe kalkışması, Amerika bu yola gittikçe, samimiyetsizlik ve iki yüzlülükte kimsenin başa çıkamıyacağı Sovyet liderlerinin de din istismarcılığını arttırmaları, eğer insanlara umulduğu kadar tesir ederse, dünyayı yeniden bir Ortaçağ taassubuna doğru sürüklemekten başka bir işe yarıyamaz. Hele buna, bazı memleketlerde siyaset adamlarının dini bir iç politika konusu olarak da istismar etmeleri eklenecek olursa, böyle bir tehlikenin büsbütün arttığı görülür.
Türk iç politikasında da dinin böyle bir istismar konusu olmasında Demokrat Parti ile liderinin geniş sorumluluğu bulunmakla beraber, aynı liderin, yani Başbakanının, Paris'teki son NATO toplantısında, bu konuya çok realist bir görüşle eğildiğini belirtmeyi bir borç biliriz. Türk Başbakanı NATO toplantısındaki konuşmasında. «...Müslüman memleketlerinin komünizm nüfuzuna karşı büyük bir mukavemeti olduğu yayılmış bir kanaat halinde ise de bu cihete de güvenmek caiz değildir.» demişti.
Komünizmle ve Sovyet emperyalizmiyle mücadeleyi, gene Mr. Dulles'ın yaptığı gibi, «materyalizm» e karşı bir mücadele olarak göstermekte de fayda yoktur. Materyalizme verilen anlam toplumdan topluma, hattâ kişiden kişiye değişebileceği gibi, falanca toplumun filânca toplumdan daha çok materyalist olduğunu, herhangi bir belirli ölçüye göre bile izah edebilmek günümüzde imkânsız hale gelmiştir. Haklı veya haksız, pek çok Avrupalı bugün Amerika'yı en az Rusya kadar materyalist bilir. Bir Hintli Brahman gözünde Batı uygarlığı materyalizmin son haddidir. Pakistanlı Müslüman şair İkbal, Müslüman âleminde, Batı uygarlığının materyalizmini tel'in eden şiirleriyle tanınıp sevilmiştir. Bir Çinli Budist materyalizm denilince belki en başta Amerika'yı hatırlar. Üstelik materyalizmle bağdaşması bize pek güç görünen Çin halkı, Amerika'ya göre materyalizmin ta kendisi olan komünizme katlanmakta da bir sakınca görmez gibi davranır.
Hattâ ne garip tesadüftür ki, Amerikan Dışişleri Bakanı Mr. Dulles'ın müslüman milletleri ateizme karşı oduğu kadar materyalizme karşı da âdeta cihada çağırdığı Bağdat Paktı Konseyi toplantısında Müslüman devletler temsilcileri, hep bir ağızdan, Amerika'yı daha çok iktisadî ve askerî yardım yapması için sıkıştırmış, Konsey toplantılarında belki en çok duyulan söz «para... para... para» olmuştur.
Amerika'nın, komünizmle mücadeleyi, ekonomik düzenler arasında bir mücadele olarak gösterme çabası da bir çıkmaz yolda direnmektir. Çağın gerçekleri karşısında, birer ekonomik görüş olarak komünizmle kapitalizm karşılıklı tavizler vermek zorunda kalmaktadırlar. Bu yüzdendir ki birçok Batı Avrupa ülkelerinde aşırı solcu partiler de aşırı sağcı partiler de sürelerini doldurup, her toplumda her zaman rastlanabilecek aşırı derecede hoşnutsuz insanlarla aşırı derecede muhafazakâr insanların birer barınağı haline, ancak birer tarihi hatıra olarak ayakta durabilen kaleleri haline gelmiştir.
Üsteik, bugün yeni kalkınmaya başlıyan bazı memleketler, Sovyet yardımını olduğu kadar Amerikan yardımını da komünizmi andıracak kadar ileri devletçi bir ekonomik düzen içinde kullanmakta, perakendeci bakkallığı, kasaplığı, balıkçılığı bile birer devlet işi veya âmme hizmeti saymaktadırlar. Bunlar arasında gazetelere kâğıt ve ilân dağıtımını, radyo yayınlarını bile Sovyetler Birliğindeki «Glavlit»ten ayırt edilmesi güç resmi teşekküllerin tekeline verenler eksik değildir.
O halde ortadaki mücadele sadece bir bağımsızlık mücadelesi, sadece bir güvenlik meselelesi midir; meselenin hiç de ideolojik bir yönü yok mudur?. diye sormak isteyebilir Mr. Dulles.
Elbette vardır!
Bugün birçok milletleri komünizm tehlikesi karşısında ayakta tutan, komünizm propagandasına karşı muaf kılan etken, askerî güçten de, Amerikan yardımından önce, gene Mr. Dulles'ın pek sık kullandığı bir deyimle, «insan vakarı» nın kişi hürriyetinden ayırd edilemez hale gelmesidir. İnsan vekarını ve insan vekarının ayrılmaz bir şartı haline gelen hürriyeti sağlıyabilecek tek düzen de demokrasidir. Uyannan toplumlar, millî bağımsızlığı bile kişi hürriyetinden ayrı düşünemez hale gemekte, biri bulunmadan öbürüyle yetinemez olmaktadırlar.
Gerçek demokrasinin yerleştiği veya demokrasi ülküsünün geniş ölçüde benimsendiği toplumlarda, yalnız Mr. Dulles kadar dindar, materyalizm aleyhtarı, kapitalizm taraftarı kimseler değil, Dr. Dulles'ın belki huzurlarına bile katlanamıyacağı kadar ateist, materyalist ve kapitalizm aleyhdarı kimseler de en az Mr. Dulles kadar komünizm düşmanı olurlar ve Sovyet tehlikesi karşısında gene en az Mr. Dulles ve Amerikan milleti kadar uyanık bulunurlar.
Eğer bu görüş kabul edilecek olursa, komünizme karşı birleşmesi, kuvvetlerini seferber etmesi istenen milletlerin asıl mânevi ihtiyacı, demokrasi ülküsüne bağlılıklarının pekiştirilmesi, inançlarının desteklenmesi, ve bu ülküyü reddeden her akıma, her eğilime karşı - yalnız komünizme değil, totaliterliğin her türlüsüne karşı - cephe alınması olsa gerektir.
Eğer Mr. Dulles, demokratik Amerika'nın dünyaya bu alandaki önderlik ödevini gereği gibi yaptığına inanıyorsa, o zaman, ancak o zaman, kendisi kadar dindar ve mâneviyata inanır bir kişinin hak ettiği vicdan huzuruna kavuşabilir. Din vaazları, materyalizm aleyhdarı söylevler vermekle değil!
-------
DÜZELTME: Dün bu köşede çıkan «Niçin toplandılar» başlıklı yazının 3'üncü sütun. 5'inci satırındaki «İranın» kelimesi «Irakın» olacaktır.
Koleksiyon
Alıntı
“Vaazlar ve Gerçekler,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 21 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/953 ulaşıldı.