Siyasal Gelişmemimizdeki Çıkmaz IV: Merkeziyetçilik
Başlık:
Siyasal Gelişmemimizdeki Çıkmaz IV: Merkeziyetçilik
Kaynak:
Ulus, "Uzaktan" s. 3
Tarih:
1957-07-30
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/36
Metin:
UZAKTAN
Siyasal gelişmemizdeki çıkmaz : IV
Merkeziyetçilik
BU seride daha önce çıkan yazılarımızda, Osmanlı Devletini yıkılmaktan ve gerilikten kurtarmak için, III. Selim ve II. Mahmud gibi, ileri görüşlü, reformcu padişahların, Yeniçeri teşkilâtını ortadan kaldırmak ve mutassıp din adamlarının Şeriata dayanan baskısını hafifletmek ihtiyacını duyduklarını, fakat o zamana kadar idare üzerinde sınırlayıcı bir rol oynayan bu kuvvetler yerine yenileri kurulamadığı, onlardan açılan boşluklar, reformu önlemiyecek fakat idareyi sınırlamağa devam edebilecek yeni kuvvetlerle doldurulmadığı için, siyasal düzendeki dengenin bozulduğunu, öylelikle, II.Mahmud'dan sonra idarenin, ilkin padişahlar, sonra da padişahdan daha ön plâna geçen asker ve sivil politikacılar elinde, sınırsız, mutlak bir idare hâline gelme imkânını bulduğunu, ve bu koyu mutlakiyet devresinin ancak Osmanlı Devleti parçalanmakla sona erebildiğini belirtmeğe çalışmıştık.
Fakat Osmanlı İmparatorluğunun, reform hareketleriyle başlıyan son devresinde, idareye mutlakiyet yolunu açan gelişmeler bunlardan ibaret te kalmamıştır.
Tanzimata kadar Osmanlı Devleti federal bir devlet sayılırdı. Her ne kadar İmparatorluğun kudretli olduğu devrelerde padişahta toplanan nüfuz, devlet idaresine merkeziyetçi bir görünüm vermiş olabilirse de, aslında, en nüfuzlu padişahların tahtta bulunduğu sıralarda bile, idare merkeziyetçi değildi.
Örneğin, valilerin kudret ve yetkileri, idarî bağımsızlıkları o kadar genişti ki, en küçük bir fırsatta, İstanbul'daki idareyi tanımıyacak kadar ileri gitmekte zorluk çekmezlerdi. İmparatorluk zayıfladıkça, tımar sahibi beylerin kudreti ve bağımsızlığı da artmış, o yüzden adetâ feodal bir düzen ortaya çıkmıştı. Başlarında kendi prens veya krallarını alıkoyabilen himaye altındaki bazı sınır boyu memleketlerinin merkeze bağlılığı da daha çok nazarî idi ve zamanla büsbütün azalmıştı.
Üstelik, imparatorluk içindeki hemen her dinî topluluk ayrı bir millet sayılıyordu. Bu topluluklar, kendi dinî liderleri, kendi kanun ve töreleri hattâ kendi adalet sistemleriyle, devlet içinde birer devlet gibi, yarı bağımsız yaşıyabilirlerdi.
Osmanlı devlet kuruluşunun işte bu, nev'i şahsına munhasır federal hüviyeti de, merkezdeki idarenin yetkilerini sınırlıyan etkenlerden biri, hattâ belki en önemlisiydi.
Fakat İstanbul'daki idare zayıfladıkça, bu durum, devletin bütünlüğünü, varlığını tehlikeye düşürmeğe, dağılmasını hızlandırmağa başladı. Dış düşmanlar da bu durumu kolaylıkla istismar edebiliyorlardı.
Onun için, Osmanlı Devletini yıkılmaktan kurtarmağa çalışanların aldıkları tedbirler arasında, idareyi merkezîleştirme tedbirinin de bulunması pek tabii idi, hattâ kaçınılmaz bir zorunluluktu.
Ancak, bu seride daha önce belirttiğimiz mutlakiyeti önleyici kuvvetlerin ortadan kalktığı ve onlardan açılan boşluğun henüz doldurulamadığı bir sırada, bir yandan da, idare düzeninin merkezîleştirilmesî, baştakiler için, mutlakiyet yolunda ilerlemeyi büsbütün kolaylaştırmış oldu. Çünkü şimdi, merkeziyetçi bir bürokrasi, İstanbul'daki idareye, Osmanlı Devletinin en kudretli zamanlarında olduğundan daha yaygın yetkiler sağlıyor, uyrukların yaşayışını ve düşünüşünü her zamankinden daha sıkı bir kontrol altında tutmak imkânını veriyordu.
Böylelikle, tarihî şartlar, Osmanlı Devletinin son yıllarında, siyasal gelişmemizin demokratik bir İdare tarzına yönelmesine karşı bir engel daha çıkarmış oluyordu.
Gerçi, Teşkilâtı Esasiye Kanunu, kâğıt üstünde kalmayıpta, kendi bekçiliğini yapabilecek yeni kurum ve kuvvetlerle beraber ortaya çıkabilmiş olsa ve yeni kurulan sözde meşrutî idare o yoldan sınırlanabilse idi, mekeziyetçilik, demokatik gelişmemiz bakımından, pek büyük bir sakınca sayılmıyabilirdi. Fakat, bozulan eski siyasal dengenin yerine idareyi sınırlıyacak yeni bir denge henüz kurulamadan, merkeziyetçiliğin gelmesi, küçük bir elit zümre içinde alevlenip 30 yıllık bîr mücadeleden sonra o zümreyi iktidara getiren ilk demokrasi ateşinin, daha Anadoluya ve halka yayılma fırsatını bulmadan, bizzat o elit zümre eliyle söndürülmesini kolaylaştırmış oldu.
Cambridge, MASS.
BÜLENT ECEVİT
Siyasal gelişmemizdeki çıkmaz : IV
Merkeziyetçilik
BU seride daha önce çıkan yazılarımızda, Osmanlı Devletini yıkılmaktan ve gerilikten kurtarmak için, III. Selim ve II. Mahmud gibi, ileri görüşlü, reformcu padişahların, Yeniçeri teşkilâtını ortadan kaldırmak ve mutassıp din adamlarının Şeriata dayanan baskısını hafifletmek ihtiyacını duyduklarını, fakat o zamana kadar idare üzerinde sınırlayıcı bir rol oynayan bu kuvvetler yerine yenileri kurulamadığı, onlardan açılan boşluklar, reformu önlemiyecek fakat idareyi sınırlamağa devam edebilecek yeni kuvvetlerle doldurulmadığı için, siyasal düzendeki dengenin bozulduğunu, öylelikle, II.Mahmud'dan sonra idarenin, ilkin padişahlar, sonra da padişahdan daha ön plâna geçen asker ve sivil politikacılar elinde, sınırsız, mutlak bir idare hâline gelme imkânını bulduğunu, ve bu koyu mutlakiyet devresinin ancak Osmanlı Devleti parçalanmakla sona erebildiğini belirtmeğe çalışmıştık.
Fakat Osmanlı İmparatorluğunun, reform hareketleriyle başlıyan son devresinde, idareye mutlakiyet yolunu açan gelişmeler bunlardan ibaret te kalmamıştır.
Tanzimata kadar Osmanlı Devleti federal bir devlet sayılırdı. Her ne kadar İmparatorluğun kudretli olduğu devrelerde padişahta toplanan nüfuz, devlet idaresine merkeziyetçi bir görünüm vermiş olabilirse de, aslında, en nüfuzlu padişahların tahtta bulunduğu sıralarda bile, idare merkeziyetçi değildi.
Örneğin, valilerin kudret ve yetkileri, idarî bağımsızlıkları o kadar genişti ki, en küçük bir fırsatta, İstanbul'daki idareyi tanımıyacak kadar ileri gitmekte zorluk çekmezlerdi. İmparatorluk zayıfladıkça, tımar sahibi beylerin kudreti ve bağımsızlığı da artmış, o yüzden adetâ feodal bir düzen ortaya çıkmıştı. Başlarında kendi prens veya krallarını alıkoyabilen himaye altındaki bazı sınır boyu memleketlerinin merkeze bağlılığı da daha çok nazarî idi ve zamanla büsbütün azalmıştı.
Üstelik, imparatorluk içindeki hemen her dinî topluluk ayrı bir millet sayılıyordu. Bu topluluklar, kendi dinî liderleri, kendi kanun ve töreleri hattâ kendi adalet sistemleriyle, devlet içinde birer devlet gibi, yarı bağımsız yaşıyabilirlerdi.
Osmanlı devlet kuruluşunun işte bu, nev'i şahsına munhasır federal hüviyeti de, merkezdeki idarenin yetkilerini sınırlıyan etkenlerden biri, hattâ belki en önemlisiydi.
Fakat İstanbul'daki idare zayıfladıkça, bu durum, devletin bütünlüğünü, varlığını tehlikeye düşürmeğe, dağılmasını hızlandırmağa başladı. Dış düşmanlar da bu durumu kolaylıkla istismar edebiliyorlardı.
Onun için, Osmanlı Devletini yıkılmaktan kurtarmağa çalışanların aldıkları tedbirler arasında, idareyi merkezîleştirme tedbirinin de bulunması pek tabii idi, hattâ kaçınılmaz bir zorunluluktu.
Ancak, bu seride daha önce belirttiğimiz mutlakiyeti önleyici kuvvetlerin ortadan kalktığı ve onlardan açılan boşluğun henüz doldurulamadığı bir sırada, bir yandan da, idare düzeninin merkezîleştirilmesî, baştakiler için, mutlakiyet yolunda ilerlemeyi büsbütün kolaylaştırmış oldu. Çünkü şimdi, merkeziyetçi bir bürokrasi, İstanbul'daki idareye, Osmanlı Devletinin en kudretli zamanlarında olduğundan daha yaygın yetkiler sağlıyor, uyrukların yaşayışını ve düşünüşünü her zamankinden daha sıkı bir kontrol altında tutmak imkânını veriyordu.
Böylelikle, tarihî şartlar, Osmanlı Devletinin son yıllarında, siyasal gelişmemizin demokratik bir İdare tarzına yönelmesine karşı bir engel daha çıkarmış oluyordu.
Gerçi, Teşkilâtı Esasiye Kanunu, kâğıt üstünde kalmayıpta, kendi bekçiliğini yapabilecek yeni kurum ve kuvvetlerle beraber ortaya çıkabilmiş olsa ve yeni kurulan sözde meşrutî idare o yoldan sınırlanabilse idi, mekeziyetçilik, demokatik gelişmemiz bakımından, pek büyük bir sakınca sayılmıyabilirdi. Fakat, bozulan eski siyasal dengenin yerine idareyi sınırlıyacak yeni bir denge henüz kurulamadan, merkeziyetçiliğin gelmesi, küçük bir elit zümre içinde alevlenip 30 yıllık bîr mücadeleden sonra o zümreyi iktidara getiren ilk demokrasi ateşinin, daha Anadoluya ve halka yayılma fırsatını bulmadan, bizzat o elit zümre eliyle söndürülmesini kolaylaştırmış oldu.
Cambridge, MASS.
BÜLENT ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Siyasal Gelişmemimizdeki Çıkmaz IV: Merkeziyetçilik,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 21 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/860 ulaşıldı.