Sınırlı İdare
Başlık:
Sınırlı İdare
Kaynak:
Ulus, "Uzaktan" s. 3
Tarih:
1957-07-18
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/36
Metin:
UZAKTAN
SINIRLI İDARE
DEMOKRATİK idare, bir anlamda, sınırlı idaredir. Demokrasinin insan şuurunda ve davranışında en sağlam inancaya kavuşmuş olduğu İngiltere gibi bir memlekette toplum, yazılı bir anayasaya ihtiyaç duymaksızın idareyi sınırlıyabilirse de, bütün başka demokratik memleketlerde idareyi sınırlıyan bir anayasa ve anayasayı direkt veya endirekt olarak koruyan kurumlar vardır.
Anayasa, idare başındakilerin neler yapamıyacaklarını, yapmağa yetkili oldukları şeyleri de hangi şartlara bağl ıkalarak yapabileceklerini tespit eder. Anayasanın idare için çizdiği bu sınır tanınmaz veya fazla elâstiki olursa, idarenin demokratik hüviyeti ortadan kalkar. Eğer kâğıt üstünde bir anayasa bulunması, bir memleketteki idarenin demokratik sayılması için yeter sebep olsa idi, bugün Sovyetler Birliğindeki idareyi İngilteredekinden daha demokratik saymak gerekirdi.
Gerçekte ise İngiliz toplumu, yazılı bir anayasası olmadığı halde, idareyi sınırlıyabilmektedir. Öyle ki bugün İngiltere, çoğunluğun kuvvetine karşı azınlığın hak ve hürriyetlerinin belki en iyi korunabildiği memlekettir. Fakat İngiltere'nin dışında, demokrasi ülküsünü benimseyen bütün memleketler, idareyi anayasa ile sınırlamak ve bu sınırlardan taşılmaması için tedbirler almak İhtiyacını duymaktadırlar. İkinci Dünya Harbinden sonra bu ihtiyacı duyan Avrupa memleketlerinin başında Almanya ile İtalya'nın gelmesi, her iki memleketin de, anayasa ile çizilen sınırları korumak üzere, teşriî kuvvetin ve irca kuvvetinin kararlarını, hükümsüz ilan etmeğe yetkili kurumlara önem vermeleri dikkate değer. Çünkü bu iki memleket, çoğunluk aldına hareket eden temsilî idarelerin, kendilerini sınırlayıcı bağlar olmazsa, o çoğunluğu baskı altına alabileceklerini, halkın temsilcileri vasıtasiyle kendi kendini idare sistemini temelinden yıkabileceklerini, yakın tarihlerinde görmüşlerdir.
Gene bu acı tecrübelerin ışığı altındadır ki, bağımsızlıklarına yeni kavuşan İngiliz kolonileri de, idareyi sınırlamak için İngilteredekinden daha elle tutulur inancalara, teminata, ihtiyaç duymaktadırlar. Türkiye'de son birkaç yıllık gelişmeler, ve bu gelişmelerin tabii bir sonucu olarak, Anayasa ile çizilmiş sınırların idare başındaki parti tarafından artık açıkça reddedilişi, demokratik idareyi yaşatabilmek için böyle inancaların kaçınılmaz bir zaruret olduğuna yeni bir örnek vermektedir. Bu teminatın yokluğu yüzünden, Türkiye'deki idare, Meclisteki millet temsilcilerinin şahsında halkın kendi kendini idare hakkına tanınan mutlak dokunulmazlığı ortadan kaldıracak, böylelikle halkın kendi kendini idare sistemini temelinden yıkacak kadar ileri gidebilmiştir.
Böylelikle Demokrat Parti şimdi, iktidara gelirken kabul ettiği şartları reddederek iktidarda tutunmağa çalışır bir parti durumuna düşmüştür. Çoğunluğun Demokrat Partiye memleketi idare için verdiği vekâlet artık hükümsüzdür. Çünkü açıkça, bu vekâletin sınırları dışına çıkılmıştır. Temsilî idare tarafından, müvekkilin, yani halkın, kendine sakladığı temel haklara tasarrufa başlanmıştır.
Bu durumu yaratan bir partinin yapabileceği en dürüstçe hareket seçimleri bir an önce yenilemektir. Demokrat Partinin, seçimleri öne almağı böyle bir dürüstlük kaygısı ile düşündüğüne ihtimal verilemese bile, Meclis içinde ezici bir çoğunluğa sahip bir partinin bu ihtiyacı şiddetle duyması, derin bir huzursuzluk içinde bulunduğunu göstermeğe yeter. Bu da, hiç şüphesiz, uyanmış, siyasal haklarının değerini kavramış bir halkın, temsil yetkisini kendi eliyle ortadan kaldırmış bir idareye verdiği huzursuzluktur.
Temsil yetkisini, bu yetkinin sınırlarını aşarak, kendi eliyle ortadan kaldırmış bir idareye, Meclis içindeki ezici
çoğunluğuna rağmen bu huzursuzluğu duyurabilen bir halk, elbette, seçimlerde yapılabilecek her türlü baskıyı da etkisiz kılabilecek kadar uyanık ve güçlü demektir. Onun için böyle bir baskıya teşebbüs etmekle, Demokrat Parti, iktidarda kalma isteğini gerçekleştiremiyeceği gibi, memlekete yeni bir kötülükte de bulunmuş olacaktır.
Fakat bu, Demokrat Partinin ve D.P. iktidarı sırasında belirtileri ortaya çıkan zihniyetin memlekete son kötülüğü olmalı, yeni seçimlerden sonra iktidara gelecek millet temsilcileri, kendilerini, her şeyden önce, idareyi sınırlamak ve bu sınırları teminat altına almakla ödevli bilmelidirler. Seçimlerde bugünkü iktidara el değiştirmekle, Türk halkı, kendi siyasal uyanıklığına yeni bir delil verse ve bugünkü teminatsızlık içinde de haklarını koruyabileceğini, göstermiş sayısla bile, bağımsızlıklarına yeni kavuşan memleketlerin birçok alanlarda bizi geçmeğe başladıkları bir sürat çağında, artık, 7 yıldır olduğu gibi, demokrasinin temel ilkeleri için mücadele etmekle kaybedilecek vaktimiz yoktur.
Cambridge, MASS.
Bülent ECEVİT
SINIRLI İDARE
DEMOKRATİK idare, bir anlamda, sınırlı idaredir. Demokrasinin insan şuurunda ve davranışında en sağlam inancaya kavuşmuş olduğu İngiltere gibi bir memlekette toplum, yazılı bir anayasaya ihtiyaç duymaksızın idareyi sınırlıyabilirse de, bütün başka demokratik memleketlerde idareyi sınırlıyan bir anayasa ve anayasayı direkt veya endirekt olarak koruyan kurumlar vardır.
Anayasa, idare başındakilerin neler yapamıyacaklarını, yapmağa yetkili oldukları şeyleri de hangi şartlara bağl ıkalarak yapabileceklerini tespit eder. Anayasanın idare için çizdiği bu sınır tanınmaz veya fazla elâstiki olursa, idarenin demokratik hüviyeti ortadan kalkar. Eğer kâğıt üstünde bir anayasa bulunması, bir memleketteki idarenin demokratik sayılması için yeter sebep olsa idi, bugün Sovyetler Birliğindeki idareyi İngilteredekinden daha demokratik saymak gerekirdi.
Gerçekte ise İngiliz toplumu, yazılı bir anayasası olmadığı halde, idareyi sınırlıyabilmektedir. Öyle ki bugün İngiltere, çoğunluğun kuvvetine karşı azınlığın hak ve hürriyetlerinin belki en iyi korunabildiği memlekettir. Fakat İngiltere'nin dışında, demokrasi ülküsünü benimseyen bütün memleketler, idareyi anayasa ile sınırlamak ve bu sınırlardan taşılmaması için tedbirler almak İhtiyacını duymaktadırlar. İkinci Dünya Harbinden sonra bu ihtiyacı duyan Avrupa memleketlerinin başında Almanya ile İtalya'nın gelmesi, her iki memleketin de, anayasa ile çizilen sınırları korumak üzere, teşriî kuvvetin ve irca kuvvetinin kararlarını, hükümsüz ilan etmeğe yetkili kurumlara önem vermeleri dikkate değer. Çünkü bu iki memleket, çoğunluk aldına hareket eden temsilî idarelerin, kendilerini sınırlayıcı bağlar olmazsa, o çoğunluğu baskı altına alabileceklerini, halkın temsilcileri vasıtasiyle kendi kendini idare sistemini temelinden yıkabileceklerini, yakın tarihlerinde görmüşlerdir.
Gene bu acı tecrübelerin ışığı altındadır ki, bağımsızlıklarına yeni kavuşan İngiliz kolonileri de, idareyi sınırlamak için İngilteredekinden daha elle tutulur inancalara, teminata, ihtiyaç duymaktadırlar. Türkiye'de son birkaç yıllık gelişmeler, ve bu gelişmelerin tabii bir sonucu olarak, Anayasa ile çizilmiş sınırların idare başındaki parti tarafından artık açıkça reddedilişi, demokratik idareyi yaşatabilmek için böyle inancaların kaçınılmaz bir zaruret olduğuna yeni bir örnek vermektedir. Bu teminatın yokluğu yüzünden, Türkiye'deki idare, Meclisteki millet temsilcilerinin şahsında halkın kendi kendini idare hakkına tanınan mutlak dokunulmazlığı ortadan kaldıracak, böylelikle halkın kendi kendini idare sistemini temelinden yıkacak kadar ileri gidebilmiştir.
Böylelikle Demokrat Parti şimdi, iktidara gelirken kabul ettiği şartları reddederek iktidarda tutunmağa çalışır bir parti durumuna düşmüştür. Çoğunluğun Demokrat Partiye memleketi idare için verdiği vekâlet artık hükümsüzdür. Çünkü açıkça, bu vekâletin sınırları dışına çıkılmıştır. Temsilî idare tarafından, müvekkilin, yani halkın, kendine sakladığı temel haklara tasarrufa başlanmıştır.
Bu durumu yaratan bir partinin yapabileceği en dürüstçe hareket seçimleri bir an önce yenilemektir. Demokrat Partinin, seçimleri öne almağı böyle bir dürüstlük kaygısı ile düşündüğüne ihtimal verilemese bile, Meclis içinde ezici bir çoğunluğa sahip bir partinin bu ihtiyacı şiddetle duyması, derin bir huzursuzluk içinde bulunduğunu göstermeğe yeter. Bu da, hiç şüphesiz, uyanmış, siyasal haklarının değerini kavramış bir halkın, temsil yetkisini kendi eliyle ortadan kaldırmış bir idareye verdiği huzursuzluktur.
Temsil yetkisini, bu yetkinin sınırlarını aşarak, kendi eliyle ortadan kaldırmış bir idareye, Meclis içindeki ezici
çoğunluğuna rağmen bu huzursuzluğu duyurabilen bir halk, elbette, seçimlerde yapılabilecek her türlü baskıyı da etkisiz kılabilecek kadar uyanık ve güçlü demektir. Onun için böyle bir baskıya teşebbüs etmekle, Demokrat Parti, iktidarda kalma isteğini gerçekleştiremiyeceği gibi, memlekete yeni bir kötülükte de bulunmuş olacaktır.
Fakat bu, Demokrat Partinin ve D.P. iktidarı sırasında belirtileri ortaya çıkan zihniyetin memlekete son kötülüğü olmalı, yeni seçimlerden sonra iktidara gelecek millet temsilcileri, kendilerini, her şeyden önce, idareyi sınırlamak ve bu sınırları teminat altına almakla ödevli bilmelidirler. Seçimlerde bugünkü iktidara el değiştirmekle, Türk halkı, kendi siyasal uyanıklığına yeni bir delil verse ve bugünkü teminatsızlık içinde de haklarını koruyabileceğini, göstermiş sayısla bile, bağımsızlıklarına yeni kavuşan memleketlerin birçok alanlarda bizi geçmeğe başladıkları bir sürat çağında, artık, 7 yıldır olduğu gibi, demokrasinin temel ilkeleri için mücadele etmekle kaybedilecek vaktimiz yoktur.
Cambridge, MASS.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Sınırlı İdare,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/853 ulaşıldı.