Osmanlı Tecrübesi ve Amerikalılar
Başlık:
Osmanlı Tecrübesi ve Amerikalılar
Kaynak:
Ulus, "Uzaktan" s. 3
Tarih:
1957-06-17
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/35
Metin:
UZAKTAN
Osmanlı tecrübesi ve Amerikalılar
BAŞKA uluslara, onların düşmanlığını kazanmadan iyilik edebilmek, yardımda bulunabilmek, dünyanın en güç işlerinden biri sayılabilir. İkinci Dünya Harbindenberi Birleşik Amerika bu işin güçlüğünü her gün biraz daha iyi anlıyor olmalıdır.
Örneğin, son haftalarda, biri Formoza'da biri Japonya'da, iki Amerikan erinin adam öldürmesinden ve yargılanma şeklinden ortaya çıkan ve Amerika'nın bu iki dost ülkeyle münasebetlerini sarsabilecek kadar büyüyen meseleler, doğrudan doğruya, ulusların, topraklarında, kendi isteklerile de olsa, yabancı kuvvetler bulunmasından, dost ve iyiniyetli de olsa bir yabancı devletin yardımına muhtaç kalmaktan duydukları karışık duyguların alevlenmesine bağlanabilir.
Amerika'nın, askerî kuvvet bulundurduğu veya türlü yollardan yardım ettiği birçok ülkede bu duygular, küçük bir kıvılcımla alevlenmeğe hazır durumdadır.
Türkiye'de Amerika'ya karşı böyle duyguların ya hiç bulunmayışı ya da sezilemiyecek kadar hafif oluşu, bir bakıma garip görünebilir. Çünkü Amerika'nın yardım ettiği başka birçok ülkelere kıyasla Türkiye'de uluslar onur çok yüksek, egemenlik geleneği çok derin köklüdür.
Buna rağmen Türk halkının, Amerika'dan yardım görmeyi, karşılıklı menfaat hesaplarına ve gaye beraberliği ölçüsüne vurmakta, ulusal onuruyla bağdaştırmakta güçlük çekmiyecek kadar sağduyulu davranabilmesini, sadece, Türkiye'deki Amerikalıların daha çok uzman ve danışmanlarından ibaret oluşuna ve Türklerle münasebetlerinde gösterdikleri dikkat ve sakınganlığa değil, belki daha çok, bizim başka uluslara iyilik ve yardım etmenin güçlüğünü herkesten iyi anlıyabilecek durumda olmamıza yormak gerekir.
Osmanlı tarihi bu konuda acı derslerle doludur.
Osmanlı devletinin yayılışında, insanlığa karşı bir ödev duygusu, kendi güvenliğini sağlama kaygısı kadar, hattâ belki ondan daha büyük rol oynamıştır. Son zamanlarda birçok batılı tarihçiler Osmanlı yayılışının, hele Kanunî Süleyman çağında, gaye veya macera olmaktan çıkıp, dünyaya barış, huzur ve adalet getirmek için, hattâ vicdan hürriyeti getirmek için, vasıta durumuna geldiğini itiraf etmekten kaçınmamaktadırlar. O kadar ki, Osmanlı devletinin yayılma çağı tarihini, son zamanlarda çıkan bazı İngilizce eserlerden, hattâ daha 17 inci ve 18 inci yüzyıllarda yazılıp oynanmış bazı İngilizce piyeslerden okumakla, bu yayılmanın yapıcı ve insanî nitelikleri hakkında, fetihlerden bir çoğunun ardındaki ödev duygusu hakkında, Osmanlı tarihini daha çok hamaset yönünden işleyen Türkçe yeni tarih edebiyatını okumakla edinilebileceğinden daha geniş ve müsbet bir fikir edinmek mümkündür.
Nasıl bugün birçok uluslar, Amerika'yı, kendi güvenliklerini sağlaması, kendi hürriyetlerini koruması için, dünyanın birçok bölgelerinde ağır sorumluluklar yüklenmeğe zorlamakta iseler, Osmanlı gücünün en yüksek seviyeye vardığı çağda Türkler de, ayni şekilde, Asya ve Afrika'da Müslümanların, Avrupa'da ise Papalık baskısı altında ezilen Hıristiyanların güvenliği, huzuru ve vicdan hürriyeti uğrunda, kaldırabileceğinden daha ağır sorumluluklar yüklenmeğe zorlanmıştı.
Ve nasıl bugün birçok uluslar Amerika'ya, ondan gördükleri yardımın mânevi karşılığını, içten içe kabaran ve — son olarak Formoza ve Japonya'da görüldüğü gibi — küçücük kıvılcımlarla alevlenip ortaya çıkan kin ve düşmanlıklarla ödüyorlarsa, huzuru, adaleti, vicdan hürriyetini bir zamanlar Osmanlı gücünde aramış ve bulmuş, gerek Müslüman gerek Hıristiyan birçok uluslar da, kendileri için yüklenmiş olduğumuz sorumlulukların karşılığını, bize karşı kin ve düşmanlıkla ödemiş, hattâ yer yer hâlâ ödemektedirler.
Yabancının kötülüğünü hoş görmek fakat iyiliğini bağışlıyamamak, insan yaradılışındadır. Öyle ki bugün, bazı uluslar, sömürgeciliği reddeden Amerika'ya ve hiç bir zaman emperyalist olmamış Türklere gösterdiklerinden daha çok yakınlık ve saygıyı, kendilerini uzun zaman sömürge durumunda tutmuş uluslara göstermektedirler.
Osmanlı çağında Türkler bu insan davranışına karşı çare bulamamış, bu davranışı yeteri kadar anlayışla karşılayamamışlardır. Bunun da cezasını hâlâ çekmektedirler. Amerikan gücünün dünyaya sürekli bir barış, huzur ve hürriyet düzeni getirmeğe yetecek kadar uzun ömürlü olabilmesi, insanlara rağmen insanlığa yararlı olabilmesi, belki de, Amerikalıların, iktisadî ve askerî imkânlarından daha önce, bu davranışı gereken anlayışla karşılayıp ona karşı çare bulabilmelerine bağlıdır.
Türkler Avrupa'da yüzyıllarca yabancı olarak yaşamışlardır. Yerli halktan, o zamanların ölçüsüyle en geniş hoşgörü ve adaleti esirgememek, hemen her alanda onlara eşit haklar tanımakla beraber, onların kültürlerine, törelerine, inançlarına ve genel olarak yaşayışlarına tamamiyle yabancı kalmışlardır. Buna karşılık kendileri daha köklü bir kültür, daha çekici bir hayat tarzı da getirememişlerdir, Müslüman Araplar arasında Türklere karşı gitgide menfî bir davranış ortaya çıkışı, Osmanlı idaresinin zamanla kötüleşmesi, Türkler arasında milliyetçiliğin gelişmesi ve Avrupa'nın tahrikçiliği gibi sebeplere bağlanabilirse de, Avrupalıların Türklere karşı kin ve düşmanlıkları, daha çok, kendi davranışımızın doğurduğu yabancılık duygusuyla izah edilebilse gerektir.
Ayni şekilde bugün Amerikalılar da, bütün iyiniyetlerine rağmen, yardım etmek ve korumak üzere gittikleri ülkelerden bir çoğuna, daha köklü bir kültür götüremedikleri gibi, o ülkelerin kültür, töre ve inançlarına, yaşayışlarına çok yabancı ve uzak kalmakta, gereken anlayış ve saygıyı, gereken tevazuu gösterememektedirler. Türkiye'nin zaten bir kültür değişimi içinde bulunması ve Türkiye'deki Amerikalıların da, daha çok, Türklerle münasebetlerinde yereti kadar dikkatli ve sakıngan davranabilecek, uyarlanma yeteneği nisbeten yüksek uzman ve danışmanlardan ibaret olması, Amerika'lılarla Türkler arasında yabancılık duygusunun tehlikeli bir dereceye varmasını önlemekle beraber, başka birçok ülkelerde belli ki bu önlenememektedir.
Yabancılığını her haliyle belli eden, her haliyle kendilerinden uzak duran ve kendilerine biraz da yukardan bakan bir ulusun iyiliğini, yardımını, koruyuculuğunu kabule mecbur kalmak insanların onurunu incitmekte, bu da, iyilik ve yardıma karşılık, ancak kin ve düşmanlık uyanmasına sebep olmaktadır.
Türklerin Osmanlı çağında Avrupa'daki acı tecrübeleri, bu hususta Amerikalılara, nelerden sakınmaları gerektiğini gösteren yararlı bir ders olabilir.
Cambridge, MASS.
BÜLENT ECEVİT
Osmanlı tecrübesi ve Amerikalılar
BAŞKA uluslara, onların düşmanlığını kazanmadan iyilik edebilmek, yardımda bulunabilmek, dünyanın en güç işlerinden biri sayılabilir. İkinci Dünya Harbindenberi Birleşik Amerika bu işin güçlüğünü her gün biraz daha iyi anlıyor olmalıdır.
Örneğin, son haftalarda, biri Formoza'da biri Japonya'da, iki Amerikan erinin adam öldürmesinden ve yargılanma şeklinden ortaya çıkan ve Amerika'nın bu iki dost ülkeyle münasebetlerini sarsabilecek kadar büyüyen meseleler, doğrudan doğruya, ulusların, topraklarında, kendi isteklerile de olsa, yabancı kuvvetler bulunmasından, dost ve iyiniyetli de olsa bir yabancı devletin yardımına muhtaç kalmaktan duydukları karışık duyguların alevlenmesine bağlanabilir.
Amerika'nın, askerî kuvvet bulundurduğu veya türlü yollardan yardım ettiği birçok ülkede bu duygular, küçük bir kıvılcımla alevlenmeğe hazır durumdadır.
Türkiye'de Amerika'ya karşı böyle duyguların ya hiç bulunmayışı ya da sezilemiyecek kadar hafif oluşu, bir bakıma garip görünebilir. Çünkü Amerika'nın yardım ettiği başka birçok ülkelere kıyasla Türkiye'de uluslar onur çok yüksek, egemenlik geleneği çok derin köklüdür.
Buna rağmen Türk halkının, Amerika'dan yardım görmeyi, karşılıklı menfaat hesaplarına ve gaye beraberliği ölçüsüne vurmakta, ulusal onuruyla bağdaştırmakta güçlük çekmiyecek kadar sağduyulu davranabilmesini, sadece, Türkiye'deki Amerikalıların daha çok uzman ve danışmanlarından ibaret oluşuna ve Türklerle münasebetlerinde gösterdikleri dikkat ve sakınganlığa değil, belki daha çok, bizim başka uluslara iyilik ve yardım etmenin güçlüğünü herkesten iyi anlıyabilecek durumda olmamıza yormak gerekir.
Osmanlı tarihi bu konuda acı derslerle doludur.
Osmanlı devletinin yayılışında, insanlığa karşı bir ödev duygusu, kendi güvenliğini sağlama kaygısı kadar, hattâ belki ondan daha büyük rol oynamıştır. Son zamanlarda birçok batılı tarihçiler Osmanlı yayılışının, hele Kanunî Süleyman çağında, gaye veya macera olmaktan çıkıp, dünyaya barış, huzur ve adalet getirmek için, hattâ vicdan hürriyeti getirmek için, vasıta durumuna geldiğini itiraf etmekten kaçınmamaktadırlar. O kadar ki, Osmanlı devletinin yayılma çağı tarihini, son zamanlarda çıkan bazı İngilizce eserlerden, hattâ daha 17 inci ve 18 inci yüzyıllarda yazılıp oynanmış bazı İngilizce piyeslerden okumakla, bu yayılmanın yapıcı ve insanî nitelikleri hakkında, fetihlerden bir çoğunun ardındaki ödev duygusu hakkında, Osmanlı tarihini daha çok hamaset yönünden işleyen Türkçe yeni tarih edebiyatını okumakla edinilebileceğinden daha geniş ve müsbet bir fikir edinmek mümkündür.
Nasıl bugün birçok uluslar, Amerika'yı, kendi güvenliklerini sağlaması, kendi hürriyetlerini koruması için, dünyanın birçok bölgelerinde ağır sorumluluklar yüklenmeğe zorlamakta iseler, Osmanlı gücünün en yüksek seviyeye vardığı çağda Türkler de, ayni şekilde, Asya ve Afrika'da Müslümanların, Avrupa'da ise Papalık baskısı altında ezilen Hıristiyanların güvenliği, huzuru ve vicdan hürriyeti uğrunda, kaldırabileceğinden daha ağır sorumluluklar yüklenmeğe zorlanmıştı.
Ve nasıl bugün birçok uluslar Amerika'ya, ondan gördükleri yardımın mânevi karşılığını, içten içe kabaran ve — son olarak Formoza ve Japonya'da görüldüğü gibi — küçücük kıvılcımlarla alevlenip ortaya çıkan kin ve düşmanlıklarla ödüyorlarsa, huzuru, adaleti, vicdan hürriyetini bir zamanlar Osmanlı gücünde aramış ve bulmuş, gerek Müslüman gerek Hıristiyan birçok uluslar da, kendileri için yüklenmiş olduğumuz sorumlulukların karşılığını, bize karşı kin ve düşmanlıkla ödemiş, hattâ yer yer hâlâ ödemektedirler.
Yabancının kötülüğünü hoş görmek fakat iyiliğini bağışlıyamamak, insan yaradılışındadır. Öyle ki bugün, bazı uluslar, sömürgeciliği reddeden Amerika'ya ve hiç bir zaman emperyalist olmamış Türklere gösterdiklerinden daha çok yakınlık ve saygıyı, kendilerini uzun zaman sömürge durumunda tutmuş uluslara göstermektedirler.
Osmanlı çağında Türkler bu insan davranışına karşı çare bulamamış, bu davranışı yeteri kadar anlayışla karşılayamamışlardır. Bunun da cezasını hâlâ çekmektedirler. Amerikan gücünün dünyaya sürekli bir barış, huzur ve hürriyet düzeni getirmeğe yetecek kadar uzun ömürlü olabilmesi, insanlara rağmen insanlığa yararlı olabilmesi, belki de, Amerikalıların, iktisadî ve askerî imkânlarından daha önce, bu davranışı gereken anlayışla karşılayıp ona karşı çare bulabilmelerine bağlıdır.
Türkler Avrupa'da yüzyıllarca yabancı olarak yaşamışlardır. Yerli halktan, o zamanların ölçüsüyle en geniş hoşgörü ve adaleti esirgememek, hemen her alanda onlara eşit haklar tanımakla beraber, onların kültürlerine, törelerine, inançlarına ve genel olarak yaşayışlarına tamamiyle yabancı kalmışlardır. Buna karşılık kendileri daha köklü bir kültür, daha çekici bir hayat tarzı da getirememişlerdir, Müslüman Araplar arasında Türklere karşı gitgide menfî bir davranış ortaya çıkışı, Osmanlı idaresinin zamanla kötüleşmesi, Türkler arasında milliyetçiliğin gelişmesi ve Avrupa'nın tahrikçiliği gibi sebeplere bağlanabilirse de, Avrupalıların Türklere karşı kin ve düşmanlıkları, daha çok, kendi davranışımızın doğurduğu yabancılık duygusuyla izah edilebilse gerektir.
Ayni şekilde bugün Amerikalılar da, bütün iyiniyetlerine rağmen, yardım etmek ve korumak üzere gittikleri ülkelerden bir çoğuna, daha köklü bir kültür götüremedikleri gibi, o ülkelerin kültür, töre ve inançlarına, yaşayışlarına çok yabancı ve uzak kalmakta, gereken anlayış ve saygıyı, gereken tevazuu gösterememektedirler. Türkiye'nin zaten bir kültür değişimi içinde bulunması ve Türkiye'deki Amerikalıların da, daha çok, Türklerle münasebetlerinde yereti kadar dikkatli ve sakıngan davranabilecek, uyarlanma yeteneği nisbeten yüksek uzman ve danışmanlardan ibaret olması, Amerika'lılarla Türkler arasında yabancılık duygusunun tehlikeli bir dereceye varmasını önlemekle beraber, başka birçok ülkelerde belli ki bu önlenememektedir.
Yabancılığını her haliyle belli eden, her haliyle kendilerinden uzak duran ve kendilerine biraz da yukardan bakan bir ulusun iyiliğini, yardımını, koruyuculuğunu kabule mecbur kalmak insanların onurunu incitmekte, bu da, iyilik ve yardıma karşılık, ancak kin ve düşmanlık uyanmasına sebep olmaktadır.
Türklerin Osmanlı çağında Avrupa'daki acı tecrübeleri, bu hususta Amerikalılara, nelerden sakınmaları gerektiğini gösteren yararlı bir ders olabilir.
Cambridge, MASS.
BÜLENT ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Osmanlı Tecrübesi ve Amerikalılar,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 3 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/838 ulaşıldı.