"Ne Kadar Doğru Olursa O Kadar Ağır Hakaret"

Başlık: 
"Ne Kadar Doğru Olursa O Kadar Ağır Hakaret" 
Kaynak: 
Ulus, "Uzaktan" s. 3 
Tarih: 
1957-04-12 
Lokasyon: 
Atatürk Kitaplığı, 152/35 
Metin: 
UZAKTAN

"Ne kadar doğru olursa o kadar ağır hakaret,,

Geçen ay ortasındaki basın konferansında Başbakan, C.H.P. Genel Başkanı İnönü'nün Basın Kanunu ile ilgili tenkidlerini cevaplandırırken, «Muhterem İnönü bu hususta iyice tenvir edilmemiştir zannediyorum; kendisine meseleler lâyıkı ile ve oldukları gibi izah edilmemiştir kanaatine varmak icabediyor» demiş, ve Basın Kanununun ortaya koyduğu yeni suç unsurlarını mâzur göstermek için New York eyalet kanunlarından bir örnek vermişti.

Fakat Türkiye'de basın hürriyetinin Amerika'daki kadar geniş — veya Amerika'da Türkiye'deki kadar dar — olduğunu ispat etmek üzere seçilen örneğin ne kadar yetersiz ve yanıltıcı olduğu, şimdiye kadar — bizim görmek fırsatını bulduğumuz — birçok yazılarda açıklandı.

İktidar sözcüsü gazete, buna rağmen, Türkiye'de basının Amerika'daki kadar hür olduğunu ispat etme yolundaki gayretlerinden vaz geçememiş görünüyor.

Basın hürriyetinin Türkiye'de ve Amerika'da nasıl anlaşıldığını, nasıl düzenlenip işlediğini bildiğimiz için, Zafer'in bu yoldaki lâf kalabalığına, paradokslarına, gülüp geçebilirdik. Ancak Zafer'in yayınlarını üzerinde durulmağa değer kılan bir husus, o laf kalabalığı ve paradokslar içinde, Demokrat Parti iktidarının basın hürriyeti anlayışına yeniden bazı ışıklar tutulmuş olmasıdır.

Meselâ bu arada D.P. iktidarının ispat hakkı anlayışı, iki cümle içinde bütün çıplaklığı ile açığa vurulmuştur.

24 Mart günü çıkan başyazısında, «Hakareti mağdurun insan hakları zaviyesinden değil de, yazanın yazdığını ispat etmek bahanesine istinat ettirme» yi, iktidar sözcüsü gazete, «devlet ve cemiyet dâvaları namına diken ve pürüzlerinden» temizlenmesi gerekli «indî mücerredat» arasında saymaktadır.

Oysa, iktidar sözcüsü gazetenin «indi mücerredat» diye bahsettiği ispat hakkı, bizzat Başbakanın örnek olarak gösterdiği New York mevzuatında baş köşeyi tutar.

New York Anayasası, vatandaşlara, o arada gazetecilere, bu hakkı, 1821 denberi kesin olarak tanımaktadır. Amerika'nın bütün eyalet anayasalarında olduğu gibi New York Anayasasında da, ispat hakkı, hiçbir yargıcın veya jüri üyesinin zihninde en küçük bir tereddüde yer bırakmıyacak kadar açıkça belirtilmiştir. Anayasa'nın 1 inci madde 8 inci fıkrası, bir yazıda, hakaret tarifi içine giren hususların doğruluğu ispat edilirse sanık için beraat kararı verilmesini gerektirir.

Başbakanın okumuş olduğu kanun maddesi, New York Anayasasının bu fıkrasındaki «indî mücerredat» ön plânda gözetilmeksizin uygulanamaz.

Meselâ New York'ta bir gazeteci, bir bakanın yetkisini kötüye kullanarak gayrımeşru kazanç sağladığı yolunda, kanunun hakaret tarifi içine giren bir yazı yayınlayıp mahkemeye verildiğinde, iddiasının doğruluğunu ispat etmesi, derhal beraatine yeterdi. Hiçbir yargıç kendisini, yetkisini kötüye kullanan bir «mağdur» bakanın «insan hakları» nı ihlâl etmekten suçlu görüp hapse ve para eczasına mahkûm edemezdi.

Zafer gazetesinin ispat hakkı konusundaki düşünce tarzına Anglo-Sakson memleketlerinde de rastlayabilmek için, mülkiyetin daha çok gasba dayandığı çağlara kadar geri gitmek gerekir. Ortaçağ İngiltere'sinde birçok asiller mevkilerini meşru sayılamıyacak yollardan sağlamış veya sağlamlaştırmış oldukları için, memleketin büyükleri hakkında ileri sürülecek hakaret mahiyetindeki iddiaların ispatına izin vermekten çekinilirdi. Uzun zaman devam eden ve İngiliz idaresi altındaki Amerika'ya da geçen bu çekingenlik, vatandaşın ispat hakkını «indî mücerredat» suç veya kusurlarını açıklanmakla kendilerini hakarete uğramış sayan imtiyazlı «mağdur» ların, her türlü gasp, yolsuzluk veya memleket idaresindeki başarısızlıklarına rağmen mevki, şöhret ve servetlerini muhafaza edebilmelerini ise «insan hakları» olarak gören hir hukuk anlayışına dayanırdı. Bu hukuk anlayışına göre, memleketin ileri gelenleri hakkındaki hakaret mahiyetinde bir iddia «ne kadar doğru olursa o kadar ağır hakaret» sayılırdı. Yani bir vatandaş, iddialarının doğruluğu ölçüsünde ağır ceza görürdü.

Böyle bir hukuk anlayışının hüküm sürdüğü çağlardan, bugün Auglo-Sakson âleminde, söz ve basın hürriyetinin henüz kazanılmamış, halkın, yolsuz, adaletsiz ve murakabesiz bir idareden henüz bütün bütün kurtulamamış olduğu karanlık çağlar olarak bahsedilir.

İngiltere ile Amerika'da 18 inci yüzyıl başlarında hükmü sona eren bu, «ne kadar doğru olursa o kadar ağır hakaret» düsturu, bugün de, herhangi bir memlekette, basına ispat hakkı tanınmamasının mantıkî bir sonucu olarak ortaya çıkmak zorundadır.

Hakaret tarifi içine girebilecek tenkid veya açıklamaları «yazanın yazdığını ispat etme» hakkı yönünden değil de, sadece «mağdurun insan hakları» yönünden hükme bağlamak, bir memleketteki adalet anlayışının ister istemez, demokrasiyle bağdaşması imkânsız olan bu [...] götürür.

Haklı gazetecinin suçlu, suçlu idarecininse «mağdur» sayıldığı bir hukuk düzeni içinde hür basından bahsedilemiyeceğini Başbakanı «tenvir» edebilecek durumda olanlar, artık kendisine «lâyıkı ile» izah etmelidirler.

Cambridge Mass.

Bülent ECEVİT 

Dosyalar

1957.04.12.jpg
1957.04.12_B.jpg
1957.04.12_B.txt

Koleksiyon

Alıntı

“"Ne Kadar Doğru Olursa O Kadar Ağır Hakaret",” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 24 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/801 ulaşıldı.