Türk Elçisi Niçin Geri Çağırıldı?
Başlık:
Türk Elçisi Niçin Geri Çağırıldı?
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" s. 3
Tarih:
1956-11-28
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/33
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
Türk Elçisi niçin geri çağırıldı ?
İsrail'le diplomatik münasebetlerimizin kesileceği, ya da, Elçimiz geri çağırılarak bu münasebetlerin gevşetileceği yolunda haberler çıktığı zaman, Dışişleri Bakanlığı bu haberleri yalanlamaktan kaçındığı halde, inanmak istemedik.
İnanmak istemedik, çünkü böyle bir hareket için ortada sebep göremiyor, böyle bir hareketi haklı, hiç değilse mazur gösterecek bir izah yolu bulabileceğine ihtimal veremiyorduk.
Pazartesi günü Dışişleri Bakanlığının yaptığı açıklama gerçi, Elçimiz geri çağırılarak İsrail'le diplomatik münasebetlerimizin gevşetildiği haberini doğrulamış oldu ama, böyle bir hareketi haklı, hiç değilse mazur gösterecek bir izah yolu bulunamıyacağı hakkındaki düşüncemizi de yalanlamış olmadı.
Dışişleri Bakanlığının tebliği şundan ibarettir:
«Türkiye Hükümeti, Filistin meselesinin Birleşmiş Milletler Asamblesinin kararları dairesinde halledilmesini öteden beri desteklemiş ve bu yolda gerek Birleşmiş Milletler Teşkilâtı içinde gerek dışında devamlı gayretler sarfetmiştir. Yakınşarkta çok esaslı bir huzursuzluk ve tehlike unsuru olmakta devam eden bu meselenin el'an halledilememiş olmasını esefle kaydeden Türkiye Hükümeti, Filistin işi adilâne ve nihaî surette bir hal şekline raptedilinceye kadar vazifesi başına avdet etmemek üzere, Telâviv'deki Elçisini geri çağırmağa karar vermiştir.»
Filistin meselesi, İsrail Devletinin tek başına çıkardığı ve devam ettirdiği, bir mesele değildlr. Bu meselenin devam etmesinde, müzmin bir hale gelmiş olmasında, Arap Devletlerinin İsrail'i tanımaktan kaçınmaları, bu devleti ortadan kaldırmak için açıkça bazı tertiplere girişmeleri, başlıca rolü oynamaktadır.
Arap Devletlerine göre İsrail'in asıl suçu, var olmasıdır. Filistin meselesinde münhasıran İsrail'i suçlu görmek, bu Arap görüşünü kabul etmek olur. Oysa Türkiye, İsrail'i, kuruluşundan beri resmen tanımaktadır. İsrail'i ilk tanıyan devletlerden biri Türkiye olmuştur. Bugün bile, Elçisini geri çekmiş ve Dışişleri Bakanlığının tebliğinde «İsrail» adını kullanmaktan kaçınılmış olmakla beraber, Türkiye, İsrail'i resmen tanımaktan vaz geçmiş değildir. Türkiye'nin son kararını başka gelişmeler takip etmezse, iki memleket arasındaki siyasal ve ticarî münasebetler gene az çok devam edebilecek demektir.
Bundan, Türkiye'nin İsrail Devletini el'an bir vakıa olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır.
İsrail'i bir vakıa olarak kabul eden, İsrail'i resmen tanıyan bir Devlet içinse, Filistin meselesinin - daha doğrusu, Filistin çoktan taksim edilip burada bir İsrail Devleti kurulmuş olduğuna göre, «Arap-İsrail meselesi»nin - böyle müzminleşmesinde, Arap Devletlerinin İsrail'i tanımamak, onu bir vakıa olarak kabul etmemek ve zorla ortadan kaldırmak istemekte israr etmelerinin en büyük etken olduğunu inkâr etmek mümkün olmaz.
Buna rağmen Türkiye niçin yalnız İsrail'deki Elçisini çekmiş, böylece «Filistin meselesi»nin «el'an halledilmemiş olması» ndan yalnız İsrail'i sorumlu tutar gibi bir tavır takınmıştır?.. İsrail'i bir vakıa olarak kabul ettiğimize, resmen tanıdığımıza göre, bu vakıayı kabul etmek istemiyen, İsrail'i tanımak istemiyen Arap Devletlerini, «Filistin meselesi»nin devamında İsrailden daha çok sorumlu görmemiz gerekirdi. Ona rağmen niçin İsrail'e karşı alınan diplomalik tedbir Arap Devletlerine karşı da alınmamıştır?.
Birleşmiş Milletlerde Arap Devletleri gibi İsrail de üyedir. Birleşmiş Milletler üyesi olan bir devleti tanımamakta, yok saymakta veya yok etmeğe uğraşmakta israr etmekle, Arap Devletleri, en başta Birleşmiş Milletlere karşı gelmiş, «Filistin meselesi» için Birleşmiş Milletlerce - pek tabiî İsrail'in de varlığı kabul edilerek - alınacak bütün kararlara karşı daha başlangıçta menfî bir tavır takınmış olmaktadırlar.
Dışişleri Bakanlığımızın tebliğinde «Filistin meselesinin Birleşmiş Milletler Asamblesi kararları dairesinde halledilmesi» için «gerek Birleşmiş Milletler Teşkilâtı içinde gerek dışında devamlı gayretler sarfetmiş» olduğumuzdan bahsediliyor.
Eğer gerçekten bu yolda gayretler sarfetmişsek, bu gayretler, esas meselenin arazından ibaret olan münferit sınır hâdiseleriyle değil, esas mesele ile, yani Arap Devletlerinin İsrail'i tanımamaları, bir vakıa olarak kabul etmemeleri, zor kullanarak ortadan kaldırmak istemeleri ile ilgili bulunmak, Arap Devletlerini bu menfî tutumdan ayırmağa çalışmak şeklinde tecelli etmek gerekirdi.
Türkiye buna teşebbüs etmemişse, hiç de, Dışişleri Bakanlığı tebliğinde ileri sürüldüğü gibi. «Filistin mesele»nin halli için ciddî bir gayret sarfetmiş sayılamaz. Yo, buna teşebbüs etmiş fakat muvaffak olamamışsa, o zaman da, bu muvaffakiyetsizliğinin cezasını İsrail'e çektirmek istemesi haklı veya mazur görülemez.
Tebliğde, Elçimizin, «Filistin işi adilâne ve nihaî bir surette hal şekline raptedilinceye kadar vazifesi başına avdet etmemek üzere geri çağırıldığı bildiriliyor.
Bizim bildiğimiz, «Filistin işi»nin «adilâne» bir hal şekline bağlanabilmesi için birinci şart, Arap Devletlerinin İsrail Devletini bir vakıa olarak kabul edip resmen tanımalarıdır. Oysa şimdi Türk Hükümeti, Elçisini geri çağırmakla İsrail Devletini tanımayan devletlere yaklaşmış, onların bu tutumunu desteklediğini ifade etmiş oluyor, Türkiye için, «Filistin işi»nin «adilâne» bir hal şekline bağlanmasına yardım etmenin yolu hiç de bu olmasa gerektir.
Bu durumda, Türkiye Dışişleri Bakanlığının tebliği, ancak, İsrail'deki Türk Elçisinin geri çağırıldığına dair bir haberden, bir doğrulamadan ibaret sayılabilir. Bu tebliğ herhalde, Türk Hükümetinin hareketinin bir izahı değildir.
Şimdi milletvekillerine düşen, bu konuda Hükümetten ciddî, tatmin edici izahat istemektedir.
Yoksa Türk milleti kendini, ne suç işlediğini, kendine ne kötülük ettiğini bilmediği bir millete küsmeğe zorlanmış durumda hissedecektir. Kendini böyle bir durumda hissetmekse, tarih boyunca diplomatik münasebetlerinde adillikten, hakseverlikten ayrılmamağa çalışmış bir milletin hiç de hoşuna gitmiyecektir.
Bülend ECEVİT
Türk Elçisi niçin geri çağırıldı ?
İsrail'le diplomatik münasebetlerimizin kesileceği, ya da, Elçimiz geri çağırılarak bu münasebetlerin gevşetileceği yolunda haberler çıktığı zaman, Dışişleri Bakanlığı bu haberleri yalanlamaktan kaçındığı halde, inanmak istemedik.
İnanmak istemedik, çünkü böyle bir hareket için ortada sebep göremiyor, böyle bir hareketi haklı, hiç değilse mazur gösterecek bir izah yolu bulabileceğine ihtimal veremiyorduk.
Pazartesi günü Dışişleri Bakanlığının yaptığı açıklama gerçi, Elçimiz geri çağırılarak İsrail'le diplomatik münasebetlerimizin gevşetildiği haberini doğrulamış oldu ama, böyle bir hareketi haklı, hiç değilse mazur gösterecek bir izah yolu bulunamıyacağı hakkındaki düşüncemizi de yalanlamış olmadı.
Dışişleri Bakanlığının tebliği şundan ibarettir:
«Türkiye Hükümeti, Filistin meselesinin Birleşmiş Milletler Asamblesinin kararları dairesinde halledilmesini öteden beri desteklemiş ve bu yolda gerek Birleşmiş Milletler Teşkilâtı içinde gerek dışında devamlı gayretler sarfetmiştir. Yakınşarkta çok esaslı bir huzursuzluk ve tehlike unsuru olmakta devam eden bu meselenin el'an halledilememiş olmasını esefle kaydeden Türkiye Hükümeti, Filistin işi adilâne ve nihaî surette bir hal şekline raptedilinceye kadar vazifesi başına avdet etmemek üzere, Telâviv'deki Elçisini geri çağırmağa karar vermiştir.»
Filistin meselesi, İsrail Devletinin tek başına çıkardığı ve devam ettirdiği, bir mesele değildlr. Bu meselenin devam etmesinde, müzmin bir hale gelmiş olmasında, Arap Devletlerinin İsrail'i tanımaktan kaçınmaları, bu devleti ortadan kaldırmak için açıkça bazı tertiplere girişmeleri, başlıca rolü oynamaktadır.
Arap Devletlerine göre İsrail'in asıl suçu, var olmasıdır. Filistin meselesinde münhasıran İsrail'i suçlu görmek, bu Arap görüşünü kabul etmek olur. Oysa Türkiye, İsrail'i, kuruluşundan beri resmen tanımaktadır. İsrail'i ilk tanıyan devletlerden biri Türkiye olmuştur. Bugün bile, Elçisini geri çekmiş ve Dışişleri Bakanlığının tebliğinde «İsrail» adını kullanmaktan kaçınılmış olmakla beraber, Türkiye, İsrail'i resmen tanımaktan vaz geçmiş değildir. Türkiye'nin son kararını başka gelişmeler takip etmezse, iki memleket arasındaki siyasal ve ticarî münasebetler gene az çok devam edebilecek demektir.
Bundan, Türkiye'nin İsrail Devletini el'an bir vakıa olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır.
İsrail'i bir vakıa olarak kabul eden, İsrail'i resmen tanıyan bir Devlet içinse, Filistin meselesinin - daha doğrusu, Filistin çoktan taksim edilip burada bir İsrail Devleti kurulmuş olduğuna göre, «Arap-İsrail meselesi»nin - böyle müzminleşmesinde, Arap Devletlerinin İsrail'i tanımamak, onu bir vakıa olarak kabul etmemek ve zorla ortadan kaldırmak istemekte israr etmelerinin en büyük etken olduğunu inkâr etmek mümkün olmaz.
Buna rağmen Türkiye niçin yalnız İsrail'deki Elçisini çekmiş, böylece «Filistin meselesi»nin «el'an halledilmemiş olması» ndan yalnız İsrail'i sorumlu tutar gibi bir tavır takınmıştır?.. İsrail'i bir vakıa olarak kabul ettiğimize, resmen tanıdığımıza göre, bu vakıayı kabul etmek istemiyen, İsrail'i tanımak istemiyen Arap Devletlerini, «Filistin meselesi»nin devamında İsrailden daha çok sorumlu görmemiz gerekirdi. Ona rağmen niçin İsrail'e karşı alınan diplomalik tedbir Arap Devletlerine karşı da alınmamıştır?.
Birleşmiş Milletlerde Arap Devletleri gibi İsrail de üyedir. Birleşmiş Milletler üyesi olan bir devleti tanımamakta, yok saymakta veya yok etmeğe uğraşmakta israr etmekle, Arap Devletleri, en başta Birleşmiş Milletlere karşı gelmiş, «Filistin meselesi» için Birleşmiş Milletlerce - pek tabiî İsrail'in de varlığı kabul edilerek - alınacak bütün kararlara karşı daha başlangıçta menfî bir tavır takınmış olmaktadırlar.
Dışişleri Bakanlığımızın tebliğinde «Filistin meselesinin Birleşmiş Milletler Asamblesi kararları dairesinde halledilmesi» için «gerek Birleşmiş Milletler Teşkilâtı içinde gerek dışında devamlı gayretler sarfetmiş» olduğumuzdan bahsediliyor.
Eğer gerçekten bu yolda gayretler sarfetmişsek, bu gayretler, esas meselenin arazından ibaret olan münferit sınır hâdiseleriyle değil, esas mesele ile, yani Arap Devletlerinin İsrail'i tanımamaları, bir vakıa olarak kabul etmemeleri, zor kullanarak ortadan kaldırmak istemeleri ile ilgili bulunmak, Arap Devletlerini bu menfî tutumdan ayırmağa çalışmak şeklinde tecelli etmek gerekirdi.
Türkiye buna teşebbüs etmemişse, hiç de, Dışişleri Bakanlığı tebliğinde ileri sürüldüğü gibi. «Filistin mesele»nin halli için ciddî bir gayret sarfetmiş sayılamaz. Yo, buna teşebbüs etmiş fakat muvaffak olamamışsa, o zaman da, bu muvaffakiyetsizliğinin cezasını İsrail'e çektirmek istemesi haklı veya mazur görülemez.
Tebliğde, Elçimizin, «Filistin işi adilâne ve nihaî bir surette hal şekline raptedilinceye kadar vazifesi başına avdet etmemek üzere geri çağırıldığı bildiriliyor.
Bizim bildiğimiz, «Filistin işi»nin «adilâne» bir hal şekline bağlanabilmesi için birinci şart, Arap Devletlerinin İsrail Devletini bir vakıa olarak kabul edip resmen tanımalarıdır. Oysa şimdi Türk Hükümeti, Elçisini geri çağırmakla İsrail Devletini tanımayan devletlere yaklaşmış, onların bu tutumunu desteklediğini ifade etmiş oluyor, Türkiye için, «Filistin işi»nin «adilâne» bir hal şekline bağlanmasına yardım etmenin yolu hiç de bu olmasa gerektir.
Bu durumda, Türkiye Dışişleri Bakanlığının tebliği, ancak, İsrail'deki Türk Elçisinin geri çağırıldığına dair bir haberden, bir doğrulamadan ibaret sayılabilir. Bu tebliğ herhalde, Türk Hükümetinin hareketinin bir izahı değildir.
Şimdi milletvekillerine düşen, bu konuda Hükümetten ciddî, tatmin edici izahat istemektedir.
Yoksa Türk milleti kendini, ne suç işlediğini, kendine ne kötülük ettiğini bilmediği bir millete küsmeğe zorlanmış durumda hissedecektir. Kendini böyle bir durumda hissetmekse, tarih boyunca diplomatik münasebetlerinde adillikten, hakseverlikten ayrılmamağa çalışmış bir milletin hiç de hoşuna gitmiyecektir.
Bülend ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Türk Elçisi Niçin Geri Çağırıldı?,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 26 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/732 ulaşıldı.