Peri Masalı
Başlık:
Peri Masalı
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" s. 3
Tarih:
1956-11-23
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/33
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
Peri masalı
Basınla ilgili yeni kanunları tahlil edip yorumlayan, bu konuda savcı ve yargıçlara teminat veren, yalnız savcıları değil, yargıçları da bu talimata uymağa zorlayıp, uymazlarsa hakların da «gereken kanunî muameleye derhal tevessül edileceği»ne dair (Bu «kanunî muamele» de yargıçları «görülen lüzum üzerine» emekliye ayırmak veya yerlerinden uzaklaştırmak olsa gerek) tehditte bulunan bir genelgenin Adalet Bakanlığınca yayınlanıp yayınlanmadığına dair, C.H.P. Milletvekili Nüvit Yetkin'in bir sözlü sorusu, 19 Kasım pazartesi günü Büyük Millet Meclisinde cevaplandırıldı. Verilen cevaptan, Adalet Bakanlığının, 13 Haziranda böyle bir genelgeyi gerçekten bütün Cumhuriyet Savcılıklarına göndermiş olduğu öğrenildi.
Adalet Bakanı, verdiği cevapta, kendisinin böyle bir genelge yayınlamağa yetkisi olduğunu ileri sürdü. Böylece, kanunları istediği gibi yorumlayıp, bağımsız Türk yargıçlarını da bu yorum tarzını kabule zorlamağa, kabul etmezlerse, haklarında derhal muameleye geçileceğini bildirerek tehdit etmeğe kendini yetkili gördüğünü açıklamış oldu.
Aynı Adalet Bakanı, bu mevkie gelir gelmez, 11 Aralık 1955 günü Adliye mensuplarına hitaben yayınladığı bir mesajda,
«Vatandaşlarımızın ve yurdumuzda barınan bütün insanların, sizlerin dağıttığınız adaletin yüksekliğine ve titizliğine olan inanışlarının artışı nisbetinde yurdumuzun bahtiyarlığının da artacağı tabiîdir» diyordu.
Adalet Bakanının, basınla ilgili yeni kanunlar yürürlüğe girdikten sonra yazdırıp imzaladığı ve «hâkimlere de tebliğini ehemmiyetle rica» ederek Cumhuriyet Savcılarına yolladığı genelge ise, herhalde vatandaşlara, «yurdumuzun bahtiyarlığının» artması için gerekli inancı verebilecek bir genelge değildir. Çünkü vatandaşlar bu genelgeden, Adalet Bakanının, Türk yargıcını, bağımsız değil, kendi emirlerini dinlemekle, kanunları kendi emrettiği gibi yorumlamakla görevli birer memur olarak görmek istediğini düşünmekten kendilerini alamıyacaklardır.
Gene 11 Aralık 1955 tarihli mesajında Adalet Bakanı,
«Hak ve adalet mefhumunu her türlü mülâhazaların üstünde tutan anlayışımızın Anayasanın ve kanunların teminatı altında, bize rehberlik edeceğinden şüphe yoktur.» diyordu.
Fakat 13 Haziran 1956 tarihli genelge, Anayasa ve kanunların kaza kuvveti için sağladığı teminatla acaba ne kadar bağdaşabilir?
11 Aralık 1955 tarihli mesajında «yurdumuzun adliye perisine melcelik yapmak hususundaki tarihî ve an'anevî hasleti»nden bahsetmiş olan Adalet Bakanının bu sözleri şimdi kulağa bir peri masalı gibi gelmektedir.
Bu durumda, 11 Aralık 1955 tarihli mesajı yayınlayan Adalet Bakanının dili olsa, herhalde, 13 Haziran 1956 tarihli genelgeyi imzalayan bir Adalet Bakanını çoktan istifaya davet ederdi.
Oysa, istifaya davet şöyle dursun, bu genelgenin yayınlanmasından sonra, aynı Adalet Bakanına İçişleri Bakanlığı da emanet edilmiş, böylece, iç güvenlikle vatandaş haklarının korunması arasında denge kurmak bakımından gerekli bir ayrılık fiilen ortadan kaldırılarak, kendini yargıçların âmiri durumunda gören bir siyaset adamı polis kuvvetinin de âmiri durumuna getirilmiştir.
Haydi 11 Aralık 1955 tarihli mesajı yayınlayan Adalet Bakanı, 6 ay sonraki genelgeyi imzalayan Adalet Bakanını istifaya davet etmeğe, anlaşılabilir bazı şahsî sebeplerle, kıyamadı!.. Fakat ya Başbakanın 20 Şubat 1955 günü Büyük Millet Meclisinde söylemiş olduğu sözler?.. Hükümetinin sayısı değişmiş olmakla beraber bugün de Başbakanlık mevkiinde bulunan zat 20 Şubat 1955 günü Büyük Millet Meclisinde şunları söylüyordu:
«Büyük Millet Meclisinin, Türk efkârı umumiyesinin, Türk matbuatının murakabesi altında olan hiçbir hükümet, hiçbir zaman vatandaşın hakkını ihlâl edecek şekilde mahkemelere icrayı tesir etmek için zaman kaybetmez, böyle şeye tenezzül etmez. Onun eline bu memleketi saadete veya felâkete sevkedecek kadar, zamanına göre selâhiyetler vermektesiniz... Hükümet, işini gücünü bırakıp Kâhta'daki hâkimin ne yaptığı, İstanbul'daki falan mahkemenin nasıl vazife icra edeceği ile imrari ömür edecek... Buna ne vakti ne vicdanı müsait değildir.»
Şimdi «Kâhta'daki hâkim»den «İstanbul'daki falan mahkeme»ye kadar bütün adalet cihazımıza «nasıl icrayı vazife edeceği»ne dair talimat veren bir Adalet Bakanı için, Başbakanın bu sözleri de mi istifaya davet sayılmaz?
Yoksa Dördüncü Menderes Hükümeti, «vakit» ve «vicdan» hususunda, Üçüncü Menderes Hükümetinden çok daha «müsait» imkânlara mı sahiptir?
Bülend ECEVİT
Peri masalı
Basınla ilgili yeni kanunları tahlil edip yorumlayan, bu konuda savcı ve yargıçlara teminat veren, yalnız savcıları değil, yargıçları da bu talimata uymağa zorlayıp, uymazlarsa hakların da «gereken kanunî muameleye derhal tevessül edileceği»ne dair (Bu «kanunî muamele» de yargıçları «görülen lüzum üzerine» emekliye ayırmak veya yerlerinden uzaklaştırmak olsa gerek) tehditte bulunan bir genelgenin Adalet Bakanlığınca yayınlanıp yayınlanmadığına dair, C.H.P. Milletvekili Nüvit Yetkin'in bir sözlü sorusu, 19 Kasım pazartesi günü Büyük Millet Meclisinde cevaplandırıldı. Verilen cevaptan, Adalet Bakanlığının, 13 Haziranda böyle bir genelgeyi gerçekten bütün Cumhuriyet Savcılıklarına göndermiş olduğu öğrenildi.
Adalet Bakanı, verdiği cevapta, kendisinin böyle bir genelge yayınlamağa yetkisi olduğunu ileri sürdü. Böylece, kanunları istediği gibi yorumlayıp, bağımsız Türk yargıçlarını da bu yorum tarzını kabule zorlamağa, kabul etmezlerse, haklarında derhal muameleye geçileceğini bildirerek tehdit etmeğe kendini yetkili gördüğünü açıklamış oldu.
Aynı Adalet Bakanı, bu mevkie gelir gelmez, 11 Aralık 1955 günü Adliye mensuplarına hitaben yayınladığı bir mesajda,
«Vatandaşlarımızın ve yurdumuzda barınan bütün insanların, sizlerin dağıttığınız adaletin yüksekliğine ve titizliğine olan inanışlarının artışı nisbetinde yurdumuzun bahtiyarlığının da artacağı tabiîdir» diyordu.
Adalet Bakanının, basınla ilgili yeni kanunlar yürürlüğe girdikten sonra yazdırıp imzaladığı ve «hâkimlere de tebliğini ehemmiyetle rica» ederek Cumhuriyet Savcılarına yolladığı genelge ise, herhalde vatandaşlara, «yurdumuzun bahtiyarlığının» artması için gerekli inancı verebilecek bir genelge değildir. Çünkü vatandaşlar bu genelgeden, Adalet Bakanının, Türk yargıcını, bağımsız değil, kendi emirlerini dinlemekle, kanunları kendi emrettiği gibi yorumlamakla görevli birer memur olarak görmek istediğini düşünmekten kendilerini alamıyacaklardır.
Gene 11 Aralık 1955 tarihli mesajında Adalet Bakanı,
«Hak ve adalet mefhumunu her türlü mülâhazaların üstünde tutan anlayışımızın Anayasanın ve kanunların teminatı altında, bize rehberlik edeceğinden şüphe yoktur.» diyordu.
Fakat 13 Haziran 1956 tarihli genelge, Anayasa ve kanunların kaza kuvveti için sağladığı teminatla acaba ne kadar bağdaşabilir?
11 Aralık 1955 tarihli mesajında «yurdumuzun adliye perisine melcelik yapmak hususundaki tarihî ve an'anevî hasleti»nden bahsetmiş olan Adalet Bakanının bu sözleri şimdi kulağa bir peri masalı gibi gelmektedir.
Bu durumda, 11 Aralık 1955 tarihli mesajı yayınlayan Adalet Bakanının dili olsa, herhalde, 13 Haziran 1956 tarihli genelgeyi imzalayan bir Adalet Bakanını çoktan istifaya davet ederdi.
Oysa, istifaya davet şöyle dursun, bu genelgenin yayınlanmasından sonra, aynı Adalet Bakanına İçişleri Bakanlığı da emanet edilmiş, böylece, iç güvenlikle vatandaş haklarının korunması arasında denge kurmak bakımından gerekli bir ayrılık fiilen ortadan kaldırılarak, kendini yargıçların âmiri durumunda gören bir siyaset adamı polis kuvvetinin de âmiri durumuna getirilmiştir.
Haydi 11 Aralık 1955 tarihli mesajı yayınlayan Adalet Bakanı, 6 ay sonraki genelgeyi imzalayan Adalet Bakanını istifaya davet etmeğe, anlaşılabilir bazı şahsî sebeplerle, kıyamadı!.. Fakat ya Başbakanın 20 Şubat 1955 günü Büyük Millet Meclisinde söylemiş olduğu sözler?.. Hükümetinin sayısı değişmiş olmakla beraber bugün de Başbakanlık mevkiinde bulunan zat 20 Şubat 1955 günü Büyük Millet Meclisinde şunları söylüyordu:
«Büyük Millet Meclisinin, Türk efkârı umumiyesinin, Türk matbuatının murakabesi altında olan hiçbir hükümet, hiçbir zaman vatandaşın hakkını ihlâl edecek şekilde mahkemelere icrayı tesir etmek için zaman kaybetmez, böyle şeye tenezzül etmez. Onun eline bu memleketi saadete veya felâkete sevkedecek kadar, zamanına göre selâhiyetler vermektesiniz... Hükümet, işini gücünü bırakıp Kâhta'daki hâkimin ne yaptığı, İstanbul'daki falan mahkemenin nasıl vazife icra edeceği ile imrari ömür edecek... Buna ne vakti ne vicdanı müsait değildir.»
Şimdi «Kâhta'daki hâkim»den «İstanbul'daki falan mahkeme»ye kadar bütün adalet cihazımıza «nasıl icrayı vazife edeceği»ne dair talimat veren bir Adalet Bakanı için, Başbakanın bu sözleri de mi istifaya davet sayılmaz?
Yoksa Dördüncü Menderes Hükümeti, «vakit» ve «vicdan» hususunda, Üçüncü Menderes Hükümetinden çok daha «müsait» imkânlara mı sahiptir?
Bülend ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Peri Masalı,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 21 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/729 ulaşıldı.