İsrail'in Durumu
Başlık:
İsrail'in Durumu
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" s. 3
Tarih:
1956-11-08
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/33
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
Israil'in durumu
Mısır'ın ve başka Arap devletlerinin İsrail'e tecavüzleri son yıllarda daha çok lâfta kaldı ise, bu kuvvet kullanmak istemeyişlerinden değil, bütün kuvvetlerinin lâftan ibaret oluşundandı. Nitekim «Fedaî» adı verilen Mısırlı çeteciler, gerek doğrudan doğruya Sina yarımadasından, gerek karşı kıyıya geçip Ürdün üzerinden, fırsat buldukça İsrail topraklarına giriyor, bazan Telaviv'e kadar sokulup elerinden gelen tahribatı yapıyorlardı.
Ayni zamanda «Arapların Sesi» adlı Mısır radyosu İsrail'e devamlı olarak tehditler savuruyordu. Londra'da çıkan «The Times» gazetesi, son bir buçuk yıl içinde bu propaganda radyosu vasıtasiyle İsrail'e karşı yapılan tehditlerden bazı parçalar naklediyor. İşte bu tehditlerden birkaç örnek:
«Mısır, Suriye ve Suudî Arabistan orduları, Filistin harbinin ikinci ravundunda Sionizmi ortadan kaldırmak azmiyle döğüşeceklerdir.»
«İsrail, Arap topraklarında uzun zaman barınamayacak, ve haydutlarla kurbanları arasında müzakereler cereyan etmeyecektir.»
«Tanrı adına and içtik ki sizleri Filistin'in her köşesinden atmak için döğüşeceğiz.»
«Mısır size karşı kullanılmak üzere milyonlarca komando hazırlamaktadır.»
«Gece gündüz ölümle karşı karşıyasınız, çünkü Fedaîlerimiz topraklarınızın her köşesine sızmıştır.»
Bu kadar açık tecavüz tehditleriyle, önleyici bir fiilî tecavüz karşılaştırıldığında, ikincisinin daha gayrî ahlâki olduğunu söylemek herhâlde güçtür.
Üstelik Arap memleketleri, bilhassa Mısır, bu gibi tehditler ve çetecilik hareketleriyle de yetinmiyordu. Arap memleketleri İsrail'i gerek iktisadî bakımdan gerek ulaştırma bakımından abluka etmişlerdi. Öyle ki bir Arap memleketinden geçilip te İsrail'e gidilemiyor, pasaportunda İsrail vizesi bulunan bir yabancı Arap memleketlerine giremiyordu.
Mısır, milletlerarası andlaşmaları ve Birleşmiş Milletler kararlarını hiçe sayarak İsrail gemilerine Süveyş Kanalını kapalı tutuyordu.
Arap devletleri İsrail'i tanımıyor, tanıyanlara da (o arada meselâ Türkiye'ye) dost gözüyle bakmak istemiyorlardı.
Öte yandan Arap devletleri bütün askerî kuvvetlerini İsrail'e karşı tecavüz için tek bir komutanlık altında birleştirmeğe çalışıyor ve taarruz plânlarını şimdiden hazırlıyorlardı. Henüz harekete geçmedilerse bu, tecavüz niyetinde olmadıklarından değil, yeteri kadar Rus tankı ve uçağı temin etmeğe fırsat bulamamış olmalarındandı.
Bu durumda İsrail'i, «Niçin acele ettin; niçin Arap devletlerinin seni ortadan kaldırabilecek kadar kuvvetlenip de Rus tankları ve uçaklarıyla, Çekoslovak silâhlarıyla taarruza geçmelerini beklemedin?» diye ayıplamak biraz insafsızlık olur.
İsrail'in Mısır'a tecavüzü hakkında hüküm verilirken bütün bu şartlar göz önünde tutulmak gerekir.
İngiltere ve Fransa'nın Mısır'a tecavüzüyle İsrail'in tecavüzünü -bunlar gerçekten koordine edilmiş olsa bile- aynı ölçüye vurmamak gerekir.
Daha da önemlisi, Ortadoğu'da ateş kesildikten sonra bu bölgedeki huzursuzluğu giderici çareler düşünürken, İsrail'in nasıl bir husumet çemberi içinde yaşadığını hatırdan çıkarmamak gerekir.
İsrail devletinin Arap topraklarında kurulması doğru mu idi, yanlış mı idi? Artık bunu tartışma zamanı geçmiş, yanlış da doğru da olsa, Filistin'de bir İsrail devleti kurulmuştur. Bu devlet bugün bir tarihî gerçektir. 2 milyona yakın medenî insanın, çöl ortasında bir tarım ve endüstri merkezi kurabilecek kadar bilgili ve çalışkan insanın, acı çekmiş, ezilmiş, yüzyıllarca ülke ülke, deniz deniz süründürülmüş insanın hayatı ve mutluluğu, şimdi, İsrail devletinin yaşamasına bağlıdır. Bu 2 milyona yakın insan, yaşama haklarını koruyabilmek için, çaresiz ve desteksiz kalınca, elbette tecavüz yoluna bile gidecekti.
Yahudilere başka memleketlerde hayat hakkı tanımayan veya eşit muamele etmeyen milletler olsun, onları bir çölün ortasına yerleştirip «şimdi başınızın çaresine bakın» diye yalnız bırakan, hattâ arasıra düşmanlarına silâh veren devletler olsun, İsrail devletini ortadan kaldırmağa azmetmiş bulunduklarını açıkça ilân eden komşuları ve bu komşulara karşı hiç bir şey yapamıyan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı olsun, böyle bir tecavüzden en az İsrail kadar sorumludurlar.
Ortadoğu meselelerini hâlle çalışırken artık biraz daha dürüst davranmalı, ve İsrail'in, kendi sınırları içinde korkusuz, kaygısız yaşıyabilmesi için gerekli şartlar sağlanmalıdır! Arap devletlerinin taassubuna, ihtiraslarına ve kaprislerine taviz verilmemelidir! Bu devletler, bütün kuvvetlerini birleştirdikleri zaman bile ortadan kaldıramıyacakları kadar inkâr edilmez bir varlık durumuna gelmiş olan İsrail'i resmen tanımağa, onun bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeğe razı edilmelidir! Başka türlü, Birleşmiş Milletler de, Ortadoğuyla ilgili Büyük Devletler de, bu bölgeye devamlı bir huzur, sükûnet ve istikrar getirmiş olmayacaklardır.
Bülent ECEVİT
Israil'in durumu
Mısır'ın ve başka Arap devletlerinin İsrail'e tecavüzleri son yıllarda daha çok lâfta kaldı ise, bu kuvvet kullanmak istemeyişlerinden değil, bütün kuvvetlerinin lâftan ibaret oluşundandı. Nitekim «Fedaî» adı verilen Mısırlı çeteciler, gerek doğrudan doğruya Sina yarımadasından, gerek karşı kıyıya geçip Ürdün üzerinden, fırsat buldukça İsrail topraklarına giriyor, bazan Telaviv'e kadar sokulup elerinden gelen tahribatı yapıyorlardı.
Ayni zamanda «Arapların Sesi» adlı Mısır radyosu İsrail'e devamlı olarak tehditler savuruyordu. Londra'da çıkan «The Times» gazetesi, son bir buçuk yıl içinde bu propaganda radyosu vasıtasiyle İsrail'e karşı yapılan tehditlerden bazı parçalar naklediyor. İşte bu tehditlerden birkaç örnek:
«Mısır, Suriye ve Suudî Arabistan orduları, Filistin harbinin ikinci ravundunda Sionizmi ortadan kaldırmak azmiyle döğüşeceklerdir.»
«İsrail, Arap topraklarında uzun zaman barınamayacak, ve haydutlarla kurbanları arasında müzakereler cereyan etmeyecektir.»
«Tanrı adına and içtik ki sizleri Filistin'in her köşesinden atmak için döğüşeceğiz.»
«Mısır size karşı kullanılmak üzere milyonlarca komando hazırlamaktadır.»
«Gece gündüz ölümle karşı karşıyasınız, çünkü Fedaîlerimiz topraklarınızın her köşesine sızmıştır.»
Bu kadar açık tecavüz tehditleriyle, önleyici bir fiilî tecavüz karşılaştırıldığında, ikincisinin daha gayrî ahlâki olduğunu söylemek herhâlde güçtür.
Üstelik Arap memleketleri, bilhassa Mısır, bu gibi tehditler ve çetecilik hareketleriyle de yetinmiyordu. Arap memleketleri İsrail'i gerek iktisadî bakımdan gerek ulaştırma bakımından abluka etmişlerdi. Öyle ki bir Arap memleketinden geçilip te İsrail'e gidilemiyor, pasaportunda İsrail vizesi bulunan bir yabancı Arap memleketlerine giremiyordu.
Mısır, milletlerarası andlaşmaları ve Birleşmiş Milletler kararlarını hiçe sayarak İsrail gemilerine Süveyş Kanalını kapalı tutuyordu.
Arap devletleri İsrail'i tanımıyor, tanıyanlara da (o arada meselâ Türkiye'ye) dost gözüyle bakmak istemiyorlardı.
Öte yandan Arap devletleri bütün askerî kuvvetlerini İsrail'e karşı tecavüz için tek bir komutanlık altında birleştirmeğe çalışıyor ve taarruz plânlarını şimdiden hazırlıyorlardı. Henüz harekete geçmedilerse bu, tecavüz niyetinde olmadıklarından değil, yeteri kadar Rus tankı ve uçağı temin etmeğe fırsat bulamamış olmalarındandı.
Bu durumda İsrail'i, «Niçin acele ettin; niçin Arap devletlerinin seni ortadan kaldırabilecek kadar kuvvetlenip de Rus tankları ve uçaklarıyla, Çekoslovak silâhlarıyla taarruza geçmelerini beklemedin?» diye ayıplamak biraz insafsızlık olur.
İsrail'in Mısır'a tecavüzü hakkında hüküm verilirken bütün bu şartlar göz önünde tutulmak gerekir.
İngiltere ve Fransa'nın Mısır'a tecavüzüyle İsrail'in tecavüzünü -bunlar gerçekten koordine edilmiş olsa bile- aynı ölçüye vurmamak gerekir.
Daha da önemlisi, Ortadoğu'da ateş kesildikten sonra bu bölgedeki huzursuzluğu giderici çareler düşünürken, İsrail'in nasıl bir husumet çemberi içinde yaşadığını hatırdan çıkarmamak gerekir.
İsrail devletinin Arap topraklarında kurulması doğru mu idi, yanlış mı idi? Artık bunu tartışma zamanı geçmiş, yanlış da doğru da olsa, Filistin'de bir İsrail devleti kurulmuştur. Bu devlet bugün bir tarihî gerçektir. 2 milyona yakın medenî insanın, çöl ortasında bir tarım ve endüstri merkezi kurabilecek kadar bilgili ve çalışkan insanın, acı çekmiş, ezilmiş, yüzyıllarca ülke ülke, deniz deniz süründürülmüş insanın hayatı ve mutluluğu, şimdi, İsrail devletinin yaşamasına bağlıdır. Bu 2 milyona yakın insan, yaşama haklarını koruyabilmek için, çaresiz ve desteksiz kalınca, elbette tecavüz yoluna bile gidecekti.
Yahudilere başka memleketlerde hayat hakkı tanımayan veya eşit muamele etmeyen milletler olsun, onları bir çölün ortasına yerleştirip «şimdi başınızın çaresine bakın» diye yalnız bırakan, hattâ arasıra düşmanlarına silâh veren devletler olsun, İsrail devletini ortadan kaldırmağa azmetmiş bulunduklarını açıkça ilân eden komşuları ve bu komşulara karşı hiç bir şey yapamıyan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı olsun, böyle bir tecavüzden en az İsrail kadar sorumludurlar.
Ortadoğu meselelerini hâlle çalışırken artık biraz daha dürüst davranmalı, ve İsrail'in, kendi sınırları içinde korkusuz, kaygısız yaşıyabilmesi için gerekli şartlar sağlanmalıdır! Arap devletlerinin taassubuna, ihtiraslarına ve kaprislerine taviz verilmemelidir! Bu devletler, bütün kuvvetlerini birleştirdikleri zaman bile ortadan kaldıramıyacakları kadar inkâr edilmez bir varlık durumuna gelmiş olan İsrail'i resmen tanımağa, onun bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeğe razı edilmelidir! Başka türlü, Birleşmiş Milletler de, Ortadoğuyla ilgili Büyük Devletler de, bu bölgeye devamlı bir huzur, sükûnet ve istikrar getirmiş olmayacaklardır.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“İsrail'in Durumu,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 6 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/717 ulaşıldı.