Bir Onur Meselesi
Başlık:
Bir Onur Meselesi
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" s. 3
Tarih:
1956-10-31
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/33
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
Rir onur meselesi
Bir savaşı kazanmada, ne için savaştığını bilmenin, uğrunda savaştığı şeye inanmanın büyük değeri vardır. Bugün Türk aydınları, demokrasi mücadelesinde gereken heyecan ve azmi gösteremiyorlarsa, bu belki de bir çoğunun niçin demokrasi istediklerini iyice bilmediklerinden, demokrasiye yeteri kadar inanamadıklarındandır.
Demokrasiyi çok iyi anladığını, demokrasiye inanıp bağlandığını sanan aydınlarımızdan bir çoğu, yüzyıllarca otokratik bir idare altında yaşamağa alışmış bir millete mensup olmanın etkilerinden kurtulamamışlardır. O yüzden halâ bir takım kaygılar, çelişmeler içindedirler.
Meselâ onlara göre demokrasi, bir idare tarzı olarak ideal değil, ancak «ehveni şer» dir. «Şimdiye kadar insan kafası daha iyisini bulamadığı için» demokrasi iyidir. «Daha iyisi» bulunsa, demokrasiden vaz geçmeğe hazırdırlar. Yani, sadece inançsız değil, ne istediğini de bilmez durumdadırlar. Ancak «daha iyisi»ni bilmedikleri için demokrasiye katlanmaktadırlar.
Bazıları sırf çevrelerinde iyi bir diktatör göremedikleri için demokrasi isterler. Bize lâzım olan «iyi bir diktatör»dür derler. O «iyi diktatör» bulunsa, o gün demokrasiden vaz geçeceklerdir.
Bazılarına göre de demokrasi ancak, insanların istedikleri diktatörü gizli oyla seçme hakkından ibarettir.
Demokrasiye daha anlayışla bağlanmış görünen, daha bilgili oldukları sanılan aydınlara, bir parti safında «rejim»i kurtarmak için mücadeleye atılmalarını salık verecek olsanız, onların da çoğundan, ya «filânca partiye girmek isterdim ama, başlarındaki kimseleri atsınlar da öyle», ya da «bu kadar düşük seviyeli bir mücadeleye nasıl katılırım» cevabını alırsınız. Bir demokrasiye, bir partinin başındakileri kim o mevkilere getirip kim uzaklaştırabilir? Siyasal mücadelenin seviyesi nasıl yükseltilebilir? Kafalarında bunların cevabı yoktur! Bunu kendilerinin dışında ve üstünde bir kuvvetten bekliyebilecek kadar demokratik zihniyetten uzaktırlar.
Bu kompleksden de kurtulmuş ve siyasal mücadeleye atılmağa razı olmuş aydınlardan bir çoğunun içindeyse şu kaygı vardır: «Falânca partide gerçek devlet adamı hüviyeti taşıyan bazı değerler biliyorum. Ama halk onları bilmez. Çünkü onlar halkın ayağına kadar gidemezler. Günlük politika mücadelesinin seviyesine inemiyecek kadar ağırbaşlı, halkın ayağına gidemiyecek kadar vekarlıdırlar. Ya bu yüzden seçimleri kazanamazlarsa, bu parti memleketi kimlerle idare eder?»
Böyle düşünceler, «devlet adamı» denilince ancak tek partili idarelerin devlet adamlarını, politikacı denilince de çok partili idarelerin meydan hatiplerini akıllarına getirir, demokraside devlet adamı ile politikacının aynı kimsede birleşmesi geıektiğini, bir devlet adamı-politikacı ayrılığı olamıyacağını kabul edemezler.
Bütün bu kaygılar ve gelişmeler, bütün bu iç çatışmaları, birçok aydınlarımızı, demokrasi daha mı iyi yoksa daha mı kötü bir idare tarzıdır diye düşünmeğe zorlamaktadır. Oysa, demokrasinin «daha iyi» mi yoksa «daha kötü» mü bir idare tarzı olduğunu tartışmak, bizi demokrasinin asıl anlamından uzaklaştırır.
Demokrasi, halkın kendi kendini idare etmesidir.
Halkın kendi kendini idare etmesi demek olduğu için de, kişiliği geliştiren, herkese sorumluluk duygusu veren, memleket işlerinde sorumluluğu, kendilerini halktan ayrı ve üstün görecek kadar vekarlı birkaç devlet adamının tekelinden çıkarıp bütün vatandaşlar arasında, dağıtan ve bütün vatandaşlara herhangi bir devlet adamı kadar vekarlı olma hakkını tanıyan bir rejimdir. Demokrasi, bu sorumluluğu duyan, bu vekarı edinen vatandaşların çoğalmasını, bir memleket için, üstün vasıflı birkaç devlet adamının sorumlu mevkilere geçmelerini teminat altına almaktan daha büyük bir kazanç sayar.
Demokrasi, kendi kendine saygısı ve güveni olan, başkalarının vesayetine muhtaç olmayan onurlu insanların isteyebileceği, kabul edebileceği tek idare tarzıdır. Onun için, demokrasiyle diktatörlük arasında bir seçme yapacak insanlar, daha iyi ve daha kötü idare tarzları arasında karar vermekten önce, onurlu veya onursuz kimseler olarak yaşama arasında karar vermek durumundadırlar.
Bütün aydınlarımız demokrasiyi böyle bir insanlık onuru meselesi olarak görebilir hâle geldikleri gün, bu konudaki iç çatışmalarından kurtulmuş, ne istediğini, ne için mücadele etmesi gerektiğini bilir insanların heyecan ve azmine kavuşmuş olacaktır.
Bülent ECEVİT
Düzeltme:
Bülent Ecevit'in dün çıkan «İnigltere Notları»nda 2'nci sütun, 2'nci paragrafta, sondan 6'ıncı satırdaki «Onlardaki» kelimesi «Alanlardaki», Shakespeare'den alınan parçanın 3'üncü kelimesi de «Korunmak» olacaktır.
Rir onur meselesi
Bir savaşı kazanmada, ne için savaştığını bilmenin, uğrunda savaştığı şeye inanmanın büyük değeri vardır. Bugün Türk aydınları, demokrasi mücadelesinde gereken heyecan ve azmi gösteremiyorlarsa, bu belki de bir çoğunun niçin demokrasi istediklerini iyice bilmediklerinden, demokrasiye yeteri kadar inanamadıklarındandır.
Demokrasiyi çok iyi anladığını, demokrasiye inanıp bağlandığını sanan aydınlarımızdan bir çoğu, yüzyıllarca otokratik bir idare altında yaşamağa alışmış bir millete mensup olmanın etkilerinden kurtulamamışlardır. O yüzden halâ bir takım kaygılar, çelişmeler içindedirler.
Meselâ onlara göre demokrasi, bir idare tarzı olarak ideal değil, ancak «ehveni şer» dir. «Şimdiye kadar insan kafası daha iyisini bulamadığı için» demokrasi iyidir. «Daha iyisi» bulunsa, demokrasiden vaz geçmeğe hazırdırlar. Yani, sadece inançsız değil, ne istediğini de bilmez durumdadırlar. Ancak «daha iyisi»ni bilmedikleri için demokrasiye katlanmaktadırlar.
Bazıları sırf çevrelerinde iyi bir diktatör göremedikleri için demokrasi isterler. Bize lâzım olan «iyi bir diktatör»dür derler. O «iyi diktatör» bulunsa, o gün demokrasiden vaz geçeceklerdir.
Bazılarına göre de demokrasi ancak, insanların istedikleri diktatörü gizli oyla seçme hakkından ibarettir.
Demokrasiye daha anlayışla bağlanmış görünen, daha bilgili oldukları sanılan aydınlara, bir parti safında «rejim»i kurtarmak için mücadeleye atılmalarını salık verecek olsanız, onların da çoğundan, ya «filânca partiye girmek isterdim ama, başlarındaki kimseleri atsınlar da öyle», ya da «bu kadar düşük seviyeli bir mücadeleye nasıl katılırım» cevabını alırsınız. Bir demokrasiye, bir partinin başındakileri kim o mevkilere getirip kim uzaklaştırabilir? Siyasal mücadelenin seviyesi nasıl yükseltilebilir? Kafalarında bunların cevabı yoktur! Bunu kendilerinin dışında ve üstünde bir kuvvetten bekliyebilecek kadar demokratik zihniyetten uzaktırlar.
Bu kompleksden de kurtulmuş ve siyasal mücadeleye atılmağa razı olmuş aydınlardan bir çoğunun içindeyse şu kaygı vardır: «Falânca partide gerçek devlet adamı hüviyeti taşıyan bazı değerler biliyorum. Ama halk onları bilmez. Çünkü onlar halkın ayağına kadar gidemezler. Günlük politika mücadelesinin seviyesine inemiyecek kadar ağırbaşlı, halkın ayağına gidemiyecek kadar vekarlıdırlar. Ya bu yüzden seçimleri kazanamazlarsa, bu parti memleketi kimlerle idare eder?»
Böyle düşünceler, «devlet adamı» denilince ancak tek partili idarelerin devlet adamlarını, politikacı denilince de çok partili idarelerin meydan hatiplerini akıllarına getirir, demokraside devlet adamı ile politikacının aynı kimsede birleşmesi geıektiğini, bir devlet adamı-politikacı ayrılığı olamıyacağını kabul edemezler.
Bütün bu kaygılar ve gelişmeler, bütün bu iç çatışmaları, birçok aydınlarımızı, demokrasi daha mı iyi yoksa daha mı kötü bir idare tarzıdır diye düşünmeğe zorlamaktadır. Oysa, demokrasinin «daha iyi» mi yoksa «daha kötü» mü bir idare tarzı olduğunu tartışmak, bizi demokrasinin asıl anlamından uzaklaştırır.
Demokrasi, halkın kendi kendini idare etmesidir.
Halkın kendi kendini idare etmesi demek olduğu için de, kişiliği geliştiren, herkese sorumluluk duygusu veren, memleket işlerinde sorumluluğu, kendilerini halktan ayrı ve üstün görecek kadar vekarlı birkaç devlet adamının tekelinden çıkarıp bütün vatandaşlar arasında, dağıtan ve bütün vatandaşlara herhangi bir devlet adamı kadar vekarlı olma hakkını tanıyan bir rejimdir. Demokrasi, bu sorumluluğu duyan, bu vekarı edinen vatandaşların çoğalmasını, bir memleket için, üstün vasıflı birkaç devlet adamının sorumlu mevkilere geçmelerini teminat altına almaktan daha büyük bir kazanç sayar.
Demokrasi, kendi kendine saygısı ve güveni olan, başkalarının vesayetine muhtaç olmayan onurlu insanların isteyebileceği, kabul edebileceği tek idare tarzıdır. Onun için, demokrasiyle diktatörlük arasında bir seçme yapacak insanlar, daha iyi ve daha kötü idare tarzları arasında karar vermekten önce, onurlu veya onursuz kimseler olarak yaşama arasında karar vermek durumundadırlar.
Bütün aydınlarımız demokrasiyi böyle bir insanlık onuru meselesi olarak görebilir hâle geldikleri gün, bu konudaki iç çatışmalarından kurtulmuş, ne istediğini, ne için mücadele etmesi gerektiğini bilir insanların heyecan ve azmine kavuşmuş olacaktır.
Bülent ECEVİT
Düzeltme:
Bülent Ecevit'in dün çıkan «İnigltere Notları»nda 2'nci sütun, 2'nci paragrafta, sondan 6'ıncı satırdaki «Onlardaki» kelimesi «Alanlardaki», Shakespeare'den alınan parçanın 3'üncü kelimesi de «Korunmak» olacaktır.
Koleksiyon
Alıntı
“Bir Onur Meselesi,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 25 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/711 ulaşıldı.