Bir Seyahattan Notlar: Paris Nedir?
Başlık:
Bir Seyahattan Notlar: Paris Nedir?
Kaynak:
Dünya
Tarih:
1953-06-26
Lokasyon:
Rahşan Ecevit Arşivi
Metin:
DÜNYA 26 HAZİRAN 1953
BİR SEYAHATTAN NOTLAR
PARİS NEDİR?
YAZAN: BÜLEND ECEVİT
BİR bakışta Paris, varıyla yoğuyla kaldırımlara dökülmüş bir şehirdir. İnsana, üç beş gün kaldırım kahvelerinde oturmakla Paris tanınabilirmiş gibi gelir.
Fakat üç beş gün, bir hafta derke nbakarsınız, önünüzden bir sel gibi akan Paris, ele avuca sığmaz bir bilmece oluvermiştir.
İşte o zaman, son içkinizi getiren garsonun gözlerinde bir alaycı bakış sezer gibi olursunuz. Paris, sizi tuzağına düşürdükten sonra kaçıp gitmiştir!
Ondan sonra artık, iş, kendinize bir Paris arayıp bulmaya kalır.
Kadından başka düşünceniz yoksa, Paris, kafanız ayıkken bir Japon minyatürü kadar zarif, kafanız dumanlıyken bir şehvetli kadın olup çıkar karşınıza.
Kendin idirhem dirhem satan, son frankınıza kadar aldıktan sonra sizi bir ağır sarhoşluğun uykusunda, penceresi bir karanlık avluya açılır pis bir otel odasında bırakıp giden bir kadın!..
Giyim kuşamdan, tuvaletten başka bir düşünceniz yoksa, bütün Paris masallar gibi bir mağaza olup seriliverir önünüze.
Kısacası, keyif sürmekten başka bir düşünceniz, ve parayla vakitten bol şeyiniz yoksa, Paris, bir şuh kadın, bir büyük mağaza, ve adım başında bir kabaredir.
İşte böylelerine Fransa’yı, Fransızları sorun! Çoğu şöyle diyecektir:
— Monşer Fransa mahvolmuş! Fransızlar dejenere! Kadından, eğlenceden başka düşünceleri yok. Ne çalışma, ne aile hayatı, ne vatan ne millet, hiç, hiç biri!.. Bugün Fransa bir küçük devlet durmuna düşmüş; çöktü çöküyor!
Dışarıda Fransa aleyhine böyle propagandalar dolaştıkça Fransızlar sevinseler gerek! Çünkü dünya, kadından, eğlenceden, üst baştan başka düşüncesi olmıyan insanlarla dolu. Bunlar, Fransa’nın dejeneresansı hakkında söylenenleri duydukça, cepleri para görür görmez, Paris’e koşuyorlar.
Sorup öğrenebilmek isterdim, Fransa’ya yabancı dövizinın ve millî gelirin ne kadarını böyle insanlar sağlıyor? Emînim bu, hiç küçümsenemiyecek mikdarlara varıyordur.
Place Pigalle’de yanınıza yaklaşan ve bir diplomat kibarlığı ile önünüzde hafif bir reverans yapıp, pornografik film seansları, cinsel sapıklıkların her türlüsünü içine alan ve sapıklığın derecesine göre fiatı yükselen "exhibition”lar, ve geceyi beraber geçirebileceğiniz kadınlar teklif eden şık ve ciddî yüzlü eşhas, önce bir sokak malıymış gibi yolunuzu kesip sonra bir gülüşünü bir şişe şampanyaya satan kadınlar, ve müşteriye bir şişe şampanya daha açtırmak yahut iki porsiyon havyar ısmarlatmak için ne hayat felsefeleri ortaya döken, ne espriler yapan, edîp kabare garsonları, bütün bunlar, Fransız maliyesi için, emînim, birkaç çelik fabrikasına, birkaç kömür madenine, birkaç petrol kuyusuna bedeldir.
Dünyada Fransayı çökmek üzere, dejenere bir ülke bilen ve sırf öyle bildikleri için de akın akın Paris’e koşan insanlar eksilmedikçe, Fransa çökmiyecektir, iflâs etmiyecektir.
Pekiyi, bu hava içinde Fransız da dejenere olmuyor mu? Hayır! Çünkü Fransız bu havayı teneffüs etmiyor.
Fransız, place Pigalle’e, Champs - Elysees kahvelerine uğramıyor bile. Rövü kumpanyaları yıllarca tek bir rövü oynadıkları halde salonları dolup taşar, çünkü oralara da koşanlar, her gün on binlercesi gidip on binlercesi gelen turistlerdir.
Öyleyse Fransızlar nerededir ?
Fransızlar, bürolarında, tarlalarında, fabrikalarındadır. Şehrin kenar mahallelerindeki evlerindedir. Fransızlar müzelerde, resim galerilerinde, tiyatrolardadır.
Fransızlar, birkaç frank verip oturdukları park iskemlelerinde yün örüyor, kitap okuyorlardır. Akşam üstü, birkaç genç sevgili, Seine kıyısında yahut bir köprü üstünde, bir sıraya oturmuş, sessiz sessiz sevişiyordur.
Aşk Paris’in havasındadır derler; Fransızların da başına vurmuyor mu bu hava? Elbette vuruyor! Ama bu hava başlarına vurunca onlar soluğu Place Pigalle’de almıyorlar.
Bakıyorsunuz, bir işçi mahallesinde, en az 50 sinde bir işçi, yüzü kırışmış, saçlarına kır düşmüş karısının beline, belli ki halâ nişanlılıklarındaki kadar sıcak bir aşkla sarılmış yürüyorlardır. Akşam üstü gidip bir ucuz kahvede oturacak, birer kadeh şarapla günün yorgunluğunu, ve birbirlerine sekiz saatlik özlemlerini gidereceklerdir
resim galerisi, en güzel tiyatrosu, bale sahnesi, konser salonu, ve belki en zengin kitapçısıdır. Sağınıza baksanız kitapçı, solunuza baksanız müze, ve handiyse her gecenize bir piyes, bir bale, bir konser. Ve resim, resim!.. Başınız döner resimden. Haydi Louvre’u bir ömürlük vakit ister deyip bıraktınız, fakat bir Musee d’art Moderne’e aylar, bir empresyonistler müzesine haftalar yetmez. Sergilerin her gün bir yenisi açılır.
Paris nedir ?
Bu sorunun cevabını bulmak için, bir kaldırım kahvesinde günlerce oturup, varıyla yoğuyla kaldırımlara dökülmüş gibi görünen Paris’i yakalamaya çalışın! Bir de göreceksiniz ki Paris, önünüzden bir sel gibi akıp geçmiş, ve sizi bir kahvenin iskemlesinde, çırılçıplak benliğinizle bırakmıştır.
Çünkü Paris, siz neyseniz odur.
BİR SEYAHATTAN NOTLAR
PARİS NEDİR?
YAZAN: BÜLEND ECEVİT
BİR bakışta Paris, varıyla yoğuyla kaldırımlara dökülmüş bir şehirdir. İnsana, üç beş gün kaldırım kahvelerinde oturmakla Paris tanınabilirmiş gibi gelir.
Fakat üç beş gün, bir hafta derke nbakarsınız, önünüzden bir sel gibi akan Paris, ele avuca sığmaz bir bilmece oluvermiştir.
İşte o zaman, son içkinizi getiren garsonun gözlerinde bir alaycı bakış sezer gibi olursunuz. Paris, sizi tuzağına düşürdükten sonra kaçıp gitmiştir!
Ondan sonra artık, iş, kendinize bir Paris arayıp bulmaya kalır.
Kadından başka düşünceniz yoksa, Paris, kafanız ayıkken bir Japon minyatürü kadar zarif, kafanız dumanlıyken bir şehvetli kadın olup çıkar karşınıza.
Kendin idirhem dirhem satan, son frankınıza kadar aldıktan sonra sizi bir ağır sarhoşluğun uykusunda, penceresi bir karanlık avluya açılır pis bir otel odasında bırakıp giden bir kadın!..
Giyim kuşamdan, tuvaletten başka bir düşünceniz yoksa, bütün Paris masallar gibi bir mağaza olup seriliverir önünüze.
Kısacası, keyif sürmekten başka bir düşünceniz, ve parayla vakitten bol şeyiniz yoksa, Paris, bir şuh kadın, bir büyük mağaza, ve adım başında bir kabaredir.
İşte böylelerine Fransa’yı, Fransızları sorun! Çoğu şöyle diyecektir:
— Monşer Fransa mahvolmuş! Fransızlar dejenere! Kadından, eğlenceden başka düşünceleri yok. Ne çalışma, ne aile hayatı, ne vatan ne millet, hiç, hiç biri!.. Bugün Fransa bir küçük devlet durmuna düşmüş; çöktü çöküyor!
Dışarıda Fransa aleyhine böyle propagandalar dolaştıkça Fransızlar sevinseler gerek! Çünkü dünya, kadından, eğlenceden, üst baştan başka düşüncesi olmıyan insanlarla dolu. Bunlar, Fransa’nın dejeneresansı hakkında söylenenleri duydukça, cepleri para görür görmez, Paris’e koşuyorlar.
Sorup öğrenebilmek isterdim, Fransa’ya yabancı dövizinın ve millî gelirin ne kadarını böyle insanlar sağlıyor? Emînim bu, hiç küçümsenemiyecek mikdarlara varıyordur.
Place Pigalle’de yanınıza yaklaşan ve bir diplomat kibarlığı ile önünüzde hafif bir reverans yapıp, pornografik film seansları, cinsel sapıklıkların her türlüsünü içine alan ve sapıklığın derecesine göre fiatı yükselen "exhibition”lar, ve geceyi beraber geçirebileceğiniz kadınlar teklif eden şık ve ciddî yüzlü eşhas, önce bir sokak malıymış gibi yolunuzu kesip sonra bir gülüşünü bir şişe şampanyaya satan kadınlar, ve müşteriye bir şişe şampanya daha açtırmak yahut iki porsiyon havyar ısmarlatmak için ne hayat felsefeleri ortaya döken, ne espriler yapan, edîp kabare garsonları, bütün bunlar, Fransız maliyesi için, emînim, birkaç çelik fabrikasına, birkaç kömür madenine, birkaç petrol kuyusuna bedeldir.
Dünyada Fransayı çökmek üzere, dejenere bir ülke bilen ve sırf öyle bildikleri için de akın akın Paris’e koşan insanlar eksilmedikçe, Fransa çökmiyecektir, iflâs etmiyecektir.
Pekiyi, bu hava içinde Fransız da dejenere olmuyor mu? Hayır! Çünkü Fransız bu havayı teneffüs etmiyor.
Fransız, place Pigalle’e, Champs - Elysees kahvelerine uğramıyor bile. Rövü kumpanyaları yıllarca tek bir rövü oynadıkları halde salonları dolup taşar, çünkü oralara da koşanlar, her gün on binlercesi gidip on binlercesi gelen turistlerdir.
Öyleyse Fransızlar nerededir ?
Fransızlar, bürolarında, tarlalarında, fabrikalarındadır. Şehrin kenar mahallelerindeki evlerindedir. Fransızlar müzelerde, resim galerilerinde, tiyatrolardadır.
Fransızlar, birkaç frank verip oturdukları park iskemlelerinde yün örüyor, kitap okuyorlardır. Akşam üstü, birkaç genç sevgili, Seine kıyısında yahut bir köprü üstünde, bir sıraya oturmuş, sessiz sessiz sevişiyordur.
Aşk Paris’in havasındadır derler; Fransızların da başına vurmuyor mu bu hava? Elbette vuruyor! Ama bu hava başlarına vurunca onlar soluğu Place Pigalle’de almıyorlar.
Bakıyorsunuz, bir işçi mahallesinde, en az 50 sinde bir işçi, yüzü kırışmış, saçlarına kır düşmüş karısının beline, belli ki halâ nişanlılıklarındaki kadar sıcak bir aşkla sarılmış yürüyorlardır. Akşam üstü gidip bir ucuz kahvede oturacak, birer kadeh şarapla günün yorgunluğunu, ve birbirlerine sekiz saatlik özlemlerini gidereceklerdir
resim galerisi, en güzel tiyatrosu, bale sahnesi, konser salonu, ve belki en zengin kitapçısıdır. Sağınıza baksanız kitapçı, solunuza baksanız müze, ve handiyse her gecenize bir piyes, bir bale, bir konser. Ve resim, resim!.. Başınız döner resimden. Haydi Louvre’u bir ömürlük vakit ister deyip bıraktınız, fakat bir Musee d’art Moderne’e aylar, bir empresyonistler müzesine haftalar yetmez. Sergilerin her gün bir yenisi açılır.
Paris nedir ?
Bu sorunun cevabını bulmak için, bir kaldırım kahvesinde günlerce oturup, varıyla yoğuyla kaldırımlara dökülmüş gibi görünen Paris’i yakalamaya çalışın! Bir de göreceksiniz ki Paris, önünüzden bir sel gibi akıp geçmiş, ve sizi bir kahvenin iskemlesinde, çırılçıplak benliğinizle bırakmıştır.
Çünkü Paris, siz neyseniz odur.
Koleksiyon
Alıntı
“Bir Seyahattan Notlar: Paris Nedir?,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 9 Ekim 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/7 ulaşıldı.