Değişmeyen Memleketin Değişen Hayatı
Başlık:
Değişmeyen Memleketin Değişen Hayatı
Kaynak:
Ulus, "İngiltere Notları" ss. 2, 5
Tarih:
1956-10-14
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/33
Metin:
İngiltere notları
Yazan: Bülent ECEVİT
Değişmeyen memleketin değişen hayatı
-1-
GEÇEN mevsim Ankara'ya bir film gelmişti: İngiliz asıllı bir Amerikan atom bilgini, İngiltere'de bir atom araştırmaları laboratuvarında çalışırken, geçmişe bir özlemi uyanır içinde; iki yüzyıl önce Londra'da yaşamış cetlerine günden güne artan, aradaki zaman ayrılığını günden güne kapatan bir yakınlık duymağa başlar. Nihayet, yağmurlu, rüzgârlı bir gece, çalıştığı laboratuvardan Baker Street'teki evine, yüzyıllardan beri kendi ailesinin bir kolunda kalmış o eski zaman konağına dönüp te kapıdan girer girmez -film bu ya- bir mucize olur, genç atom bilgini muradına erer, ansızın iki yüzyıl geriye dönüp, üstünde iki yüzyıl öncenin esvaplarıyla, kendini iki yüzyıl önce yaşamış hısım akrabasının arasında bulur. Ama aklı, görgüsü, bilgisiyle, gene yirminci yüzyıl ortalarında yaşıyan bir genç atom bilginidir.
Eskiye dönen bu İngiliz asıllı genç bilgin, bugünkü aklıyla o günlerin geriliğine tahammül edemez. On sekizinci yüzyıl İngiltere'sine bir hizmette bulunmak, tarihi değiştirip, o çağda yaşayan insanları yirminci yüzyıl uygarlığının en ileri tekniğine, hayat tarzına, sosyal adaletine kavuşturmak ister. Bunun için de bir kenar mahallede gizlice bir laboratuvar kurar. Bu laboratuvarda, yirminci yüzyıl uygarlığının bütün teknik harikalarını küçük modeller hâlinde hazırlar. Bunlarla o çağın halkına bir sürpriz yapacaktır.
Fakat bir gün ansızın laboratuvar basılır, içinde ne var ne yoksa şeytan işidir diye tahrip edilir; ileride olacakları bildiği için zaten ya büyücü ya meczup olduğundan, şeytanla iş gördüğünden şüphe edilen yirminci yüzyıllı genç atom bilgini de böylece, on sekizinci yüzyıl Londra'sında yakalanıp o zamanın bir tımarhanesine yollanır.
*
Geçen ay Londra'ya gittiğimde benim de içimde geçmişe bir özlem uyandı. Eski günlere geri gidebilmek istedim. Gerçi filmdeki adam gibi benim Baker Street'te hatıralarla dolu bir eski konağım yoktu; hayalimde iki yüzyıl öncenin değil, ancak 10 yıl öncenin Londra'sına dönebilirdim. Ama insan hayatında bu da uzunca bir zaman sayılırdı.
Eşyamı otele bırakıp, gece yarısr, çiseleyen yağmurun altında sokağa çıktım. Londra'ya ilk defa 10 yıl önce gene bir Eylül gecesi varmıştım. Gene böyle yağmur yağıyordu. O geceye geri dönmek hiç te sandığım gibi zor olmadı.
Yağan sanki 10 yıl öncenin yağmuruydu, yanımdan geçenler 10 yıl önce Londra'da ilk sokağa çıktığım gece rastladığım insanlardı. İşte yağmurun altında karşıdan gelen melon şapkalı, reye pantalonlu, şemsiyeli adam 10 yıl öncenin bir İngilizi, şu kaldırımda, bir sıra eski zaman evinin kemerleri altında karanlığa sığınmış, biri birine sımsıkı sarılmış, dudakları biribirinden artık ayrılamazmış gibi öpüşen çiftler sanki 10 yıl öncenin sevgilileriydi.
Karşıdan son servisini, yapan bir otobüs geldi: 10 yıl öncesinin iki katlı, kırmızı boyalı otobüslerinden biriydi bu, koltuklarının kaplaması bile değiştirmiştir. Yanından geçen gene o eski zamanın atlı arabalarına benzer, içinde karşılıklı oturulur, kenarları kapalı bir Londra taksisiydi.
Sanki daha 1956'nın alacaklı bulacalı otomobilleri yapılmamış, sanki otobüsler 10 yıldır yenilenmemiş, bir sınıf İngiliz için fötr şapka halâ icad olunmamış, Le Corbusier, Frank Lloyd gibi mimarlar dünyaya gelip te yapıların biçimini alt üst etmemişti.
Oysa biliyordum ki geçen yüzyılın atlı arabalarından farksız olan o Londra taksisinin motörü ya 55 ya 56 modeliydi. Karşıdan gelen şemsiyeli, reye pantalonlu İngilizin giydiği şapka yarım yüzyıl öncenin melon şapkası da olsa, o demode şapkanın altında belki de bir atom bilgininin kafası işliyordu.
İngiltere'ye gitmeden az önce görmüş olduğum film geldi aklıma: Filmin senaristine de, rejisörüne de gülesim geldi. İngiltere'ye dair bir hayalî film yaptıklarını sanıyorlardı. Oysa kurdukları hayal bir bakıma gerçeğin ta kendisi sayılırdı. Yalnız kahramanlarının laboratuvarını şeytan işi diye yıktırırken gerçekten uzaklaşmışlardı.
İşte 1956 yılının İngilteresi: Bir kısım insanlarının kılık kıyafetiyle, birçok yapılarının görünüşü, arabalarının biçimiyle, sanki hâlâ yüzyıl, iki yüzyıl.. bazı sokakları, lokantaları, birahaneleriyle üç yüz, dört yüzyıl.. hele meselâ Oxford'u, Cambridge.i ile altı yüz, yedi yüzyıl gerilerdeydi. Fakat 50 yıl öncenin şapkası altında bugünün kafası düşünüyor, dört yüzyıl öncenin kalıpları içinde bugün demokrasi, sosyal adaleti işliyor, filmdeki gibi iki yüzyıl şöyle dursun, altı yüz, yedi yüz yıl öncenin üniversitelerinde atom araştırmaları yapılıyordu.
Sanki filmdeki atom bilgini, senaristle rejisörü kandırıp, labaratuvarını yıkılmaktan kurtarmış, birçok hâlleriyle eski zaman içinde yaşayan bu ada halkına bugünün düşüncesini, hayat görüşünü, tekniğini benimsetmişti.
*
Sonra bir de memleketimi düşündüm: Yirminci yüzyılın ortasında memleketimi.. Kılık kıyafetimiz bu çağın kıyafetine birçok İngilizinkinden daha uygundu. Giyindiğimiz şapka son model, bindiğimiz taksi iki renkli 56 Ford'du. Ama halâ nüfusumuzun yarıdan çoğu bu günün bilimine, tekniğine «şeytan işi» diye bakıyor, işçimiz için yirminci yüzyıl İngiltere'sinin sosyal adaletini, kafamız için 19'uncu yüzyıl İngiltere'sinin hürriyetini istemek, halâ insanı, tımarhaneye değilse bile hapishaneye gönderebilecek bir suç sayılıyordu.
Görünüşüyle yüzyıllar önceye bağlı kalan İngiltere, yirminci yüzyılın en ilerisinde yaşayıp düşünüyor, bizse yirminci yüzyılın kılık kıyafetiyle geçmiş zamanları yaşayıp yüzyıllarca geride düşünüyorduk.
Orada değişmeyen bir memleketin değişen hayatı, buradan değişen bir memleketin değişmeyen hayatı: Devrimcilik bunların hangisiydi?
Yazan: Bülent ECEVİT
Değişmeyen memleketin değişen hayatı
-1-
GEÇEN mevsim Ankara'ya bir film gelmişti: İngiliz asıllı bir Amerikan atom bilgini, İngiltere'de bir atom araştırmaları laboratuvarında çalışırken, geçmişe bir özlemi uyanır içinde; iki yüzyıl önce Londra'da yaşamış cetlerine günden güne artan, aradaki zaman ayrılığını günden güne kapatan bir yakınlık duymağa başlar. Nihayet, yağmurlu, rüzgârlı bir gece, çalıştığı laboratuvardan Baker Street'teki evine, yüzyıllardan beri kendi ailesinin bir kolunda kalmış o eski zaman konağına dönüp te kapıdan girer girmez -film bu ya- bir mucize olur, genç atom bilgini muradına erer, ansızın iki yüzyıl geriye dönüp, üstünde iki yüzyıl öncenin esvaplarıyla, kendini iki yüzyıl önce yaşamış hısım akrabasının arasında bulur. Ama aklı, görgüsü, bilgisiyle, gene yirminci yüzyıl ortalarında yaşıyan bir genç atom bilginidir.
Eskiye dönen bu İngiliz asıllı genç bilgin, bugünkü aklıyla o günlerin geriliğine tahammül edemez. On sekizinci yüzyıl İngiltere'sine bir hizmette bulunmak, tarihi değiştirip, o çağda yaşayan insanları yirminci yüzyıl uygarlığının en ileri tekniğine, hayat tarzına, sosyal adaletine kavuşturmak ister. Bunun için de bir kenar mahallede gizlice bir laboratuvar kurar. Bu laboratuvarda, yirminci yüzyıl uygarlığının bütün teknik harikalarını küçük modeller hâlinde hazırlar. Bunlarla o çağın halkına bir sürpriz yapacaktır.
Fakat bir gün ansızın laboratuvar basılır, içinde ne var ne yoksa şeytan işidir diye tahrip edilir; ileride olacakları bildiği için zaten ya büyücü ya meczup olduğundan, şeytanla iş gördüğünden şüphe edilen yirminci yüzyıllı genç atom bilgini de böylece, on sekizinci yüzyıl Londra'sında yakalanıp o zamanın bir tımarhanesine yollanır.
*
Geçen ay Londra'ya gittiğimde benim de içimde geçmişe bir özlem uyandı. Eski günlere geri gidebilmek istedim. Gerçi filmdeki adam gibi benim Baker Street'te hatıralarla dolu bir eski konağım yoktu; hayalimde iki yüzyıl öncenin değil, ancak 10 yıl öncenin Londra'sına dönebilirdim. Ama insan hayatında bu da uzunca bir zaman sayılırdı.
Eşyamı otele bırakıp, gece yarısr, çiseleyen yağmurun altında sokağa çıktım. Londra'ya ilk defa 10 yıl önce gene bir Eylül gecesi varmıştım. Gene böyle yağmur yağıyordu. O geceye geri dönmek hiç te sandığım gibi zor olmadı.
Yağan sanki 10 yıl öncenin yağmuruydu, yanımdan geçenler 10 yıl önce Londra'da ilk sokağa çıktığım gece rastladığım insanlardı. İşte yağmurun altında karşıdan gelen melon şapkalı, reye pantalonlu, şemsiyeli adam 10 yıl öncenin bir İngilizi, şu kaldırımda, bir sıra eski zaman evinin kemerleri altında karanlığa sığınmış, biri birine sımsıkı sarılmış, dudakları biribirinden artık ayrılamazmış gibi öpüşen çiftler sanki 10 yıl öncenin sevgilileriydi.
Karşıdan son servisini, yapan bir otobüs geldi: 10 yıl öncesinin iki katlı, kırmızı boyalı otobüslerinden biriydi bu, koltuklarının kaplaması bile değiştirmiştir. Yanından geçen gene o eski zamanın atlı arabalarına benzer, içinde karşılıklı oturulur, kenarları kapalı bir Londra taksisiydi.
Sanki daha 1956'nın alacaklı bulacalı otomobilleri yapılmamış, sanki otobüsler 10 yıldır yenilenmemiş, bir sınıf İngiliz için fötr şapka halâ icad olunmamış, Le Corbusier, Frank Lloyd gibi mimarlar dünyaya gelip te yapıların biçimini alt üst etmemişti.
Oysa biliyordum ki geçen yüzyılın atlı arabalarından farksız olan o Londra taksisinin motörü ya 55 ya 56 modeliydi. Karşıdan gelen şemsiyeli, reye pantalonlu İngilizin giydiği şapka yarım yüzyıl öncenin melon şapkası da olsa, o demode şapkanın altında belki de bir atom bilgininin kafası işliyordu.
İngiltere'ye gitmeden az önce görmüş olduğum film geldi aklıma: Filmin senaristine de, rejisörüne de gülesim geldi. İngiltere'ye dair bir hayalî film yaptıklarını sanıyorlardı. Oysa kurdukları hayal bir bakıma gerçeğin ta kendisi sayılırdı. Yalnız kahramanlarının laboratuvarını şeytan işi diye yıktırırken gerçekten uzaklaşmışlardı.
İşte 1956 yılının İngilteresi: Bir kısım insanlarının kılık kıyafetiyle, birçok yapılarının görünüşü, arabalarının biçimiyle, sanki hâlâ yüzyıl, iki yüzyıl.. bazı sokakları, lokantaları, birahaneleriyle üç yüz, dört yüzyıl.. hele meselâ Oxford'u, Cambridge.i ile altı yüz, yedi yüzyıl gerilerdeydi. Fakat 50 yıl öncenin şapkası altında bugünün kafası düşünüyor, dört yüzyıl öncenin kalıpları içinde bugün demokrasi, sosyal adaleti işliyor, filmdeki gibi iki yüzyıl şöyle dursun, altı yüz, yedi yüz yıl öncenin üniversitelerinde atom araştırmaları yapılıyordu.
Sanki filmdeki atom bilgini, senaristle rejisörü kandırıp, labaratuvarını yıkılmaktan kurtarmış, birçok hâlleriyle eski zaman içinde yaşayan bu ada halkına bugünün düşüncesini, hayat görüşünü, tekniğini benimsetmişti.
*
Sonra bir de memleketimi düşündüm: Yirminci yüzyılın ortasında memleketimi.. Kılık kıyafetimiz bu çağın kıyafetine birçok İngilizinkinden daha uygundu. Giyindiğimiz şapka son model, bindiğimiz taksi iki renkli 56 Ford'du. Ama halâ nüfusumuzun yarıdan çoğu bu günün bilimine, tekniğine «şeytan işi» diye bakıyor, işçimiz için yirminci yüzyıl İngiltere'sinin sosyal adaletini, kafamız için 19'uncu yüzyıl İngiltere'sinin hürriyetini istemek, halâ insanı, tımarhaneye değilse bile hapishaneye gönderebilecek bir suç sayılıyordu.
Görünüşüyle yüzyıllar önceye bağlı kalan İngiltere, yirminci yüzyılın en ilerisinde yaşayıp düşünüyor, bizse yirminci yüzyılın kılık kıyafetiyle geçmiş zamanları yaşayıp yüzyıllarca geride düşünüyorduk.
Orada değişmeyen bir memleketin değişen hayatı, buradan değişen bir memleketin değişmeyen hayatı: Devrimcilik bunların hangisiydi?
Koleksiyon
Alıntı
“Değişmeyen Memleketin Değişen Hayatı,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 13 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/682 ulaşıldı.