On Dördüncü Devlet Resim ve Heykel Sergisi
Başlık:
On Dördüncü Devlet Resim ve Heykel Sergisi
Kaynak:
Dünya, "Sanat Bahisleri"
Tarih:
1953-04-29
Lokasyon:
Rahşan Ecevit Arşivi
Metin:
DÜNYA
29 Nisan 1953
SANAT BAHİSLERİ
On dördüncü devlet resim ve heykel sergisi
Yazan: Bülend Ecevit
HER yıl açılması artık bir gelenek olan Devlet Resim ve Heykel Sergileri, iki yıldır, birçok ileri sörüşlü ressamlarımızın ilgisini kaybetmiye, o yüzden de yoksullaşmaya başlamıştı. Bundan en çok, sergiyi düzenliyen resmî makamlar sorumlu idi.
Devlet adamlarının güzel sanatlara ilgisi bazan tehlikeli bir hal alır. Eriştikleri yerin insanı güzel sanatlarda da yetkili kıldığını sanmak, kendine yeni yollar arayan, yahut günün sanat anlayışına ayak uydurmaya çalışan ressamları sergilerin açılış gününde üst perdeden azarlamak; jüri üyelerini, kendi kültürlerinin ölçüsüne vurup seçmek; üstelik kendileri de jüriye girip oy kullanmak cesaretini bulmaya başlarlar.
İşte iki yıldır öyle olmuştu.
Bu yıl, Devlet Sergisinin hazırlığı, belli ki, zihinlerin sanattan daha hayatî bazı meselelerle dolu olduğu bir sıraya rastlamış, ve belli ki, bazı sanat çevrelerinin pasif mukavemeti karşısında, resimlerin elenmesi daha olgun bir jüriye bırakılmış.
Bunların karşılığı hemen görülmüştür. Ankarada bu ay açılan on dördüncü devlet sergisi, memleketimizdeki çeşitli sanat cereyanlarından bir çoğunu kavrıyor.
Duyduğumuza göre, jüride kimlerin olacağı, Serginin açılmasına on - on beş gün kala anlaşılmış. Daha önceden bilinseydi, sergiye daha başka değerli eserler de yollanırdı, deniyor. Bazı ileri görüştü ressamlarımız da, işler geçen iki yıldaki gibi olacaktır, düşüncesiyle, sergiye eski tarz resimlerinden yollamışlar.
Onun için, günümüzün sanat anlayışına uygun resimler, sergide gene çok değil. Çoğunluk gene eski ustalarda...
Eski ustalar bir adım olsun ilerlememişler. Hem neye ilerlesinler? Onlara göre belli ki, sanatin daha ötesi yok! Bu değişen, bu huzursuz dünyada, kendilerini, sebatkârlığın, hiç değişmemenin derin huzuruna bırakmışlar. Muratlarına erip kerevete çıkmış, rahat etmişler.
Onların resimlerinden bu yazıda hiç söz etmiyeceğim. Önümüzde vakit bol! Nasıl olsa daha uzun yıllar hep bu türlü resimler yapıp duracaklardır.
İşi böyle şakaya vurduğuma bakmayın! Bu, bir üzüntüyü perdelemek istediğimden.. Onlardan bir çoğunun, gençliklerinde bu yurda oldukça ileri bir sanat anlayışını getirmiş öncüler olduklarını unutmak, sanata gönülden bağlılıklarını, bilmemezlikten, fırçalarındaki ustalığı görmemezlikten gelmek, nankörlük olur.
Bütün iş, henüz bizlerin, yaşlanmayacak kadar Batılı olmayışımızda.. Bir iki yıl oluyor, Falih Rıfkı Atay bu konuda bir güzel yazı yazmış, Batılıların yaşlanmama gücünü övmüştü. Verdiği örnekler arasında Churchill’le Berenson da vardı.
Gerçekten, Batılılığın en büyük artamlarından biri, yaş ne kadar ilerlerse ilerlesin, başın ve ruhun, ve onlara bağlı olabildiği kadar vücudün, genç kalabilmesidir. Bizler, daha öylesine Batılı olamadık. Bizler yaşımızı aldık mı, adımlarımızı sakına sakına atmak, vardığımız yerde kalmak, rahat etmek istiyoruz.
Oysa ki, yaratıcılığın kırbaçlarından biri de rahatsızlık, huzursuzluktur. Dufy’ye felç iner, Matisse yatalak olur, Beethoven’in kulağı işitmez, gene de hepsi yeni yollar peşindedirler. İçlerinde hep, genç birer yaratıcının, birer yol açıcının huzursuzluğu, yaptığına doymazlığı vardır. Onlar, muratlarına erip kerevete çıkmazlar. Onlar için hayat, bir Şark masalı değildir.
Yaşlanmamak kuralı, bizim toplumumuza daha yeni yeni giriyor. Bu kurala uyanların sayısı daha parmakla gösterilecek kadar az. Gönül isterdi ki, ressamlar da yurdumuza bu kuralı yerleştirenler arasında olsun! Vakit geçmiş değildir. Batıda hiçbir şey için vakit geçmiş sayılmaz.
* * *
ONDÖRDÜNCÜ Devlet Resim ve Heykel Sergisinin yüzünü ak çıkaranlar, gençlerle, yaşlarına rağmen genç kalabilmiş olanlardır.
İki yıldır Devlet Sergilerinde resimlerini göremediğimiz Eyüboğlu’lar da bu yılki sergiye katılmışlar. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Veysel” i ve Eren Eyuboğlu’nun “Esmer”i, serginin en dikkate değer tablolarından; yakın zamana kadar bir yolda yürüyen iki ressamın şimdi biri birinden ayrıldıkları noktalar bu iki resimde iyice görülebiliyor. Bugünlerde Helikon Galerisinde açılacak sergileri, şimdiki yolları hakkında, biz Ankaralılara, herhalde daha geniş bir fikir verecek.
..Melâhat Ekinci’nin "Pencere Önünde Çiçekler" adlı natürmortu, Serginin belki en kuvvetli, ve en duygulu eseri.. Bu tabloda eşya, Melâhat Ekincinin eski resimlerinde olduğu gibi, bir hafiflik, bir buğu içinde bulunmasına rağmen, değişik açılardan vuran ışıkların oyunu ile ressam, kübizme yaklaşıyor Hendesî tahlilden önce ışığa dayanan bir kübizm!
Sergide belki en göze çarpan tablo, Sabri Berkel'in "Süleymaniyeden bir köşe" si.. Bu tablo ile ressam, soyut sanatın ustalıklı bir örneğini veriyor. Eser, kuruluş bakımından da sağlam. Fakat, bazı dekoratif unsurların gereğinden çok simetrik ve renklerin çiğ oluşu, yazık ki, bu tabloya bir afiş havası getirmiş. İnsan, resim olduğunu unutup afiş diye bakabilirse, daha çok beğenecek.
"Tarihî Mevlevîler" i ile, Maide Arel, artık Lhote'un gölgesinden çıkıp ışığında yürümiye başladığını, ve o ışık altında kendi yolunu aradığını gösteriyor.
Hakkı Anlı, Cevat Dereli, Mesut Erdem, İhsan Cemal Karaburçak, Hasan Kavruk ve Eşref Üren de Serginin başarılı resamları arasında.
Cevat Dereli, iki resimde minyatüre özenmiş. Oysa ki, tarzı minyatüre hiç uymuyor. Cevat Dereli'nin, otlara bile derin bir duygu katan bir fırçası vardır. Bu fırçayı minyatür yüzeyciliği, süsçülüğü, duygusuzluğu içinde yaşatmaya çalışmak, verimsiz oluyor.
Mesut Erdem’in günümüzdeki ileri sanat cereyanlarına belki fazla bir yakınlığı yok ama, kendi bağlandığı sanat tarzından ötesini seyirciye de aratmıyacak kadar usta ve duygulu bir ressam. Duygu, resimlerinde, yama gibi, süs gibi kalmıyor, sağlam bir kuruluş içine yerleşiyor.
İhsan Cemal Karaburçak’ın resimlerini, birkaç yıldır yolu Ankaraya düşmemiş olanlar tanımasalar gerek. Karaburçak, sanatçılığını, ergin bir yaşa geldikten sonra açığa vurumuş, ve bir hamlede en değerli ressamlarımız arasına geçmiştir. Renkleri kendine özel bir teknikle kullanan usanmaz bir araştırmacıdır. Ankara’daki son sergisi yeni kapandığı için olacak, Devlet Sergisine bir tek resimle katılmış.
Hasan Kavruk, Graham Sutherland, Henry Moore gibi çağdaş İngiliz ressamlarına yakın. Onlar gibi, Hasan Kavruk da, renkleri, doğa’nın dış görünüşünü değil, iç âlemini duyuran bir yolda kullanıyor.
* * *
Heykelden yana Sergi gene kısır. Hem nicelik hem nitelik bakımından kısır. 3 heykeltraşın 4 heykeli var. Onlar da konmasaydı daha iyi olurdu. Serginin adındaki “Heykel” kelimesi, hiç değilse, bir boşluğu, bir yokluğu anlatmış olur, öylelikle, veciz bir anlam kazanırdı.
Türkiyede resmin bu kadar ilerlemesine rağmen heykelciliğin bu kadar geri kalması, olağan sayılmasa gerektir. Bunun sebeplerini araştırma zamanı gelmiştir. Biz düşüncelerimizi başka bir yazıda belirtmeğe çalışacağız.
29 Nisan 1953
SANAT BAHİSLERİ
On dördüncü devlet resim ve heykel sergisi
Yazan: Bülend Ecevit
HER yıl açılması artık bir gelenek olan Devlet Resim ve Heykel Sergileri, iki yıldır, birçok ileri sörüşlü ressamlarımızın ilgisini kaybetmiye, o yüzden de yoksullaşmaya başlamıştı. Bundan en çok, sergiyi düzenliyen resmî makamlar sorumlu idi.
Devlet adamlarının güzel sanatlara ilgisi bazan tehlikeli bir hal alır. Eriştikleri yerin insanı güzel sanatlarda da yetkili kıldığını sanmak, kendine yeni yollar arayan, yahut günün sanat anlayışına ayak uydurmaya çalışan ressamları sergilerin açılış gününde üst perdeden azarlamak; jüri üyelerini, kendi kültürlerinin ölçüsüne vurup seçmek; üstelik kendileri de jüriye girip oy kullanmak cesaretini bulmaya başlarlar.
İşte iki yıldır öyle olmuştu.
Bu yıl, Devlet Sergisinin hazırlığı, belli ki, zihinlerin sanattan daha hayatî bazı meselelerle dolu olduğu bir sıraya rastlamış, ve belli ki, bazı sanat çevrelerinin pasif mukavemeti karşısında, resimlerin elenmesi daha olgun bir jüriye bırakılmış.
Bunların karşılığı hemen görülmüştür. Ankarada bu ay açılan on dördüncü devlet sergisi, memleketimizdeki çeşitli sanat cereyanlarından bir çoğunu kavrıyor.
Duyduğumuza göre, jüride kimlerin olacağı, Serginin açılmasına on - on beş gün kala anlaşılmış. Daha önceden bilinseydi, sergiye daha başka değerli eserler de yollanırdı, deniyor. Bazı ileri görüştü ressamlarımız da, işler geçen iki yıldaki gibi olacaktır, düşüncesiyle, sergiye eski tarz resimlerinden yollamışlar.
Onun için, günümüzün sanat anlayışına uygun resimler, sergide gene çok değil. Çoğunluk gene eski ustalarda...
Eski ustalar bir adım olsun ilerlememişler. Hem neye ilerlesinler? Onlara göre belli ki, sanatin daha ötesi yok! Bu değişen, bu huzursuz dünyada, kendilerini, sebatkârlığın, hiç değişmemenin derin huzuruna bırakmışlar. Muratlarına erip kerevete çıkmış, rahat etmişler.
Onların resimlerinden bu yazıda hiç söz etmiyeceğim. Önümüzde vakit bol! Nasıl olsa daha uzun yıllar hep bu türlü resimler yapıp duracaklardır.
İşi böyle şakaya vurduğuma bakmayın! Bu, bir üzüntüyü perdelemek istediğimden.. Onlardan bir çoğunun, gençliklerinde bu yurda oldukça ileri bir sanat anlayışını getirmiş öncüler olduklarını unutmak, sanata gönülden bağlılıklarını, bilmemezlikten, fırçalarındaki ustalığı görmemezlikten gelmek, nankörlük olur.
Bütün iş, henüz bizlerin, yaşlanmayacak kadar Batılı olmayışımızda.. Bir iki yıl oluyor, Falih Rıfkı Atay bu konuda bir güzel yazı yazmış, Batılıların yaşlanmama gücünü övmüştü. Verdiği örnekler arasında Churchill’le Berenson da vardı.
Gerçekten, Batılılığın en büyük artamlarından biri, yaş ne kadar ilerlerse ilerlesin, başın ve ruhun, ve onlara bağlı olabildiği kadar vücudün, genç kalabilmesidir. Bizler, daha öylesine Batılı olamadık. Bizler yaşımızı aldık mı, adımlarımızı sakına sakına atmak, vardığımız yerde kalmak, rahat etmek istiyoruz.
Oysa ki, yaratıcılığın kırbaçlarından biri de rahatsızlık, huzursuzluktur. Dufy’ye felç iner, Matisse yatalak olur, Beethoven’in kulağı işitmez, gene de hepsi yeni yollar peşindedirler. İçlerinde hep, genç birer yaratıcının, birer yol açıcının huzursuzluğu, yaptığına doymazlığı vardır. Onlar, muratlarına erip kerevete çıkmazlar. Onlar için hayat, bir Şark masalı değildir.
Yaşlanmamak kuralı, bizim toplumumuza daha yeni yeni giriyor. Bu kurala uyanların sayısı daha parmakla gösterilecek kadar az. Gönül isterdi ki, ressamlar da yurdumuza bu kuralı yerleştirenler arasında olsun! Vakit geçmiş değildir. Batıda hiçbir şey için vakit geçmiş sayılmaz.
* * *
ONDÖRDÜNCÜ Devlet Resim ve Heykel Sergisinin yüzünü ak çıkaranlar, gençlerle, yaşlarına rağmen genç kalabilmiş olanlardır.
İki yıldır Devlet Sergilerinde resimlerini göremediğimiz Eyüboğlu’lar da bu yılki sergiye katılmışlar. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Veysel” i ve Eren Eyuboğlu’nun “Esmer”i, serginin en dikkate değer tablolarından; yakın zamana kadar bir yolda yürüyen iki ressamın şimdi biri birinden ayrıldıkları noktalar bu iki resimde iyice görülebiliyor. Bugünlerde Helikon Galerisinde açılacak sergileri, şimdiki yolları hakkında, biz Ankaralılara, herhalde daha geniş bir fikir verecek.
..Melâhat Ekinci’nin "Pencere Önünde Çiçekler" adlı natürmortu, Serginin belki en kuvvetli, ve en duygulu eseri.. Bu tabloda eşya, Melâhat Ekincinin eski resimlerinde olduğu gibi, bir hafiflik, bir buğu içinde bulunmasına rağmen, değişik açılardan vuran ışıkların oyunu ile ressam, kübizme yaklaşıyor Hendesî tahlilden önce ışığa dayanan bir kübizm!
Sergide belki en göze çarpan tablo, Sabri Berkel'in "Süleymaniyeden bir köşe" si.. Bu tablo ile ressam, soyut sanatın ustalıklı bir örneğini veriyor. Eser, kuruluş bakımından da sağlam. Fakat, bazı dekoratif unsurların gereğinden çok simetrik ve renklerin çiğ oluşu, yazık ki, bu tabloya bir afiş havası getirmiş. İnsan, resim olduğunu unutup afiş diye bakabilirse, daha çok beğenecek.
"Tarihî Mevlevîler" i ile, Maide Arel, artık Lhote'un gölgesinden çıkıp ışığında yürümiye başladığını, ve o ışık altında kendi yolunu aradığını gösteriyor.
Hakkı Anlı, Cevat Dereli, Mesut Erdem, İhsan Cemal Karaburçak, Hasan Kavruk ve Eşref Üren de Serginin başarılı resamları arasında.
Cevat Dereli, iki resimde minyatüre özenmiş. Oysa ki, tarzı minyatüre hiç uymuyor. Cevat Dereli'nin, otlara bile derin bir duygu katan bir fırçası vardır. Bu fırçayı minyatür yüzeyciliği, süsçülüğü, duygusuzluğu içinde yaşatmaya çalışmak, verimsiz oluyor.
Mesut Erdem’in günümüzdeki ileri sanat cereyanlarına belki fazla bir yakınlığı yok ama, kendi bağlandığı sanat tarzından ötesini seyirciye de aratmıyacak kadar usta ve duygulu bir ressam. Duygu, resimlerinde, yama gibi, süs gibi kalmıyor, sağlam bir kuruluş içine yerleşiyor.
İhsan Cemal Karaburçak’ın resimlerini, birkaç yıldır yolu Ankaraya düşmemiş olanlar tanımasalar gerek. Karaburçak, sanatçılığını, ergin bir yaşa geldikten sonra açığa vurumuş, ve bir hamlede en değerli ressamlarımız arasına geçmiştir. Renkleri kendine özel bir teknikle kullanan usanmaz bir araştırmacıdır. Ankara’daki son sergisi yeni kapandığı için olacak, Devlet Sergisine bir tek resimle katılmış.
Hasan Kavruk, Graham Sutherland, Henry Moore gibi çağdaş İngiliz ressamlarına yakın. Onlar gibi, Hasan Kavruk da, renkleri, doğa’nın dış görünüşünü değil, iç âlemini duyuran bir yolda kullanıyor.
* * *
Heykelden yana Sergi gene kısır. Hem nicelik hem nitelik bakımından kısır. 3 heykeltraşın 4 heykeli var. Onlar da konmasaydı daha iyi olurdu. Serginin adındaki “Heykel” kelimesi, hiç değilse, bir boşluğu, bir yokluğu anlatmış olur, öylelikle, veciz bir anlam kazanırdı.
Türkiyede resmin bu kadar ilerlemesine rağmen heykelciliğin bu kadar geri kalması, olağan sayılmasa gerektir. Bunun sebeplerini araştırma zamanı gelmiştir. Biz düşüncelerimizi başka bir yazıda belirtmeğe çalışacağız.
Koleksiyon
Alıntı
“On Dördüncü Devlet Resim ve Heykel Sergisi,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 22 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/5 ulaşıldı.