Devlet Resim ve Heykel Sergisi
Title:
Devlet Resim ve Heykel Sergisi
Source:
Pazar Postası, ss. 4, 9
Date:
1951-04-29
Location:
Milli Kütüphane / Rahşan Ecevit Arşivi
Text:
PAZAR POSTASI
29 NİSAN 1951
Devlet Resim ve Heykel Sergisi
Bülend Ecevit
15 nisan pazar günü Ankara’da açılan XII inci Devlet Resim ve Heykel Sergisi şimdiye kadar yalnız menfi tepkiler uyandırdı.
Serginin epey sönük olduğu bir gerçektir, sanırım. D grupu ressamlarından çoğunun, bazı anlaşmazlıklar yüzünden sergiye katılmamış olmaları bu sönüklükte ne derece rol oynamıştır, bilemeyiz!
Fakat, batıdaki anlamiyle resim bizde henüz pek yeni olduğuna göre, resim sergilerimizden bizi muhakkak tatmin etmelerini beklemek hatalıdır. Birkaç yıl önceki Devlet Resim ve Heykel Sergilerinde belki daha fazla tatmin olmuştuk. Fakat o sergilerin, akademik resimde, memleketimiz ölçüsünce birer usta olarak gösterdiği birçok ressamlar, işte şimdi ya oldukları yerde kuruyup kalmış ya da gerilemişlerdir.
Hele, soğuk suya ayak değdirircesine bir çekingenlikle akademiklikten kurtulmaya çalışan bazı ressamlarımız vardı ki, âdetâ nefeslerinin yetmediği bir hava içinde kalıp eski kuvvetlerini de kaybettiklerine şahit oluyoruz. Bu arada bilhassa Halil Dikmen’in resimleri insana üzüntü veriyor.
Kısacası, bu sergi tatminkâr değil... Değil ama, başka bir meziyeti var; hem bizim için tatminkârlıktan daha büyük sayılması gereken bir meziyeti: o da güvenilir vaitlerle dolu olması. Gençlerden yahut yeni resme başlıyanlardan gelen bu vaitler iddiasız fakat sağlam temelli...
Bu arada maalesef Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun bazı talebeleri insanı endişelendiriyor; çünkü eserlerine hocalarının tesiri haddinden fazla hâkim... Kabahat, talebelerin bu değerli ressama kapılmaktan kendilerini alıkoyamamalarında mıdır, yoksa Eyüboğlu’nun talebelerine şahsiyetlerini bulmaları hususunda cesaret vermemesinde midir, bilmiyoruz. Fakat Rönesansın üstat atölyeleri devrinde, kollektif resim devrinde yaşamadığımıza göre, zamanımızda ressamların ecole mefhumundan daha dar çerçeveler içinde gruplaşmalarına herhalde cevaz verilemez. Zamanımız resminde şahsiyet, şimdiye kadar olduğundan çok daha büyük bir ehemmiyet taşıyor. Evvel zamanda dünya belki beş Veronese, sekiz Tintoretto, on Rafaello kaldırabilirdi ama, bu gün, birden fazla Picasso yahut Rouault kaldıramıyacağı gibi, birden fazla Eyüboğlu da kaldıramaz.
Maamafih, Eyüboğlu’nun talebelerinden olduğunu zannettiğim ressamlar arasında İhsan İncesu’nun kendi şahsiyetini aradığı seziliyor. "Balıkçılar” (No. 151) adlı resminde başarılı bir kompozisyon meydana getiren bu ressam, Eyüboğlu’nun sevdiğini bildiğimiz El Greco’yu, insan figürlerinde oldukça iyi interpre etmiş.
Sergideki yeni isimler arasında en göze çarpanı, en çok şey vaad edeni, Leylâ S. Gamsızdır, sanırım.. (Katalogda adı, Gamsız Leylâ Sarptürk yazılı ise de, kendisi imzasını yukarıdaki şekilde atıyor). Harikulâde tatlı bir renk ahengi var. Sırf o temiz renklerin uyuşmasındaki güzellik uğruna insan, Gamsız’ın tabloları karşısında uzun uzun durabilir. Kendisine Gaugin’le Matisse arasında bir yol aradığı anlaşılan bu ressam, her halde çok geçmeden Türk resminin en öğünülecek simalarından biri olacaktır.
Yarınlarına ümitle bakabilecegimiz yeni isimler arasında Nedim Günsür, Nejad Gönenç, Azra İnal, Pindaros Platonidis ve Melâhat Üren’i de saymalıyız. Eskişehir Lisesinde onuncu sınıf talebesi olduğunu öğrendiğimiz Ahmet Sezer, sergide bir tek resmi bulunmasına rağmen, cesareti ve renk duygusu ile şimdiden dikkati çekiyor.
Tanınmış ressamlarımız arasında Zeki Faik İzer, Arif Kaptan, Cemal Bingöl ve Nuri İyem’in, bu sergide, yeni ve başarılı hamlelerini görüyoruz.
Arif Kaptan, çok güzel bir duvar resmi ve vitray stili edinmiş. Bu tarz resimlerinin, tuvallerden çıkarak, pençere ve duvarlarda hakiki yerlerini bulabilmelerini temenni ederiz.
Cemal Bingöl, mücerret kompozisyonlarından 53 No. nolusunda eski Türkçe hat motiflerini çok ustaca kullanmış. Bu motifleri Batı resminde kullanmak, bildiğim kadar, orijinal bir buluş. Cemal Bingöl, bu buluşunu satıh resminde tatbik etmekle kalmıyarak derinlik içinde ele almayı da denerse bir çığır açmış olacağını sanıyorum.
Nuri iyem, 156 No.lu kompozisyonunda görülen dikkate değer tecrübelerini devam ettirirse kendisinden çok şey beklenebilir.
Serginin güzel köşelerinden birini de Hasan Kavruk’un resimleri teşkil ediyor, şimdiye kadar her Paris’e giden ressamımız Fransızların tesiri altında kalırdı. Haşan Kavruk'sa, resimlerinde bir İngiliz havası ile Paris’ten dönmüş. Bu resimlere bakarken yer yer Henry Moore’u, biraz da Barbara Hepworth'u hatırlıyoruz. Maamafih bu hatırlatışlar o kadar kuvvetli olmadığına göre tamamen tesadüfi de olabilir. İster biraz tesir altında kalmış, ister yeni tarzını kendi kendine bulmuş olsun, her iki halde de Hasan Kavruk’un kuvvetli bir ressam olduğunu teslim etmek gerekir.
Birkaç yıldan beri kendine has bir yol tutmuş olan Güzin Duran, bu yolda bir hayli ilerlemiş. Sergide bulunan iki resmi bunu ispata yetiyor. Ressamın evvelce şekiller ve satıhlar etrafına gölge yerini tutmak üzere koyduğu koyu hatlar, '.Manolya" adlı tabloda gölgeyle beraber kullanılmış; manolya gibi tatlı bir yuvarlaklığı olan bir çiçekte bu usul bilhassa işe yaramış. O koyu hatlarla kesilen manolyaların tabloyu satıhlara bölüşü çok güzel!
Cevat Dereli’nin, hepsi İstanbul’a ait resimlerindeki tarz İstanbul'a çok yakışıyor. Fırça darbeleri ve renklerinin tonu, yağlı boyaya pastel hali vermiş. Hele “Sarayburnu’nda Akşam” tablosunda bu tarz mevzua o kadar iyi gidiyor ki! Fırça darbelerinin ufkiliği de esere ayrı bir güzellik katıyor.
Aliye Berger’in nefis gravürleri serginin içinde ayrı bir âlem sanki!... Resme geç başlamasına rağmen, Londra’da bir iki yıllık kesif bir çalışma ile bu mertebeye eren Aliye Berger’in ustaca ve orijinal gravürlerindeki duygu derinliği az resimde görülür.
Sergide ancak 8 heykel var. Bunlar da, maalesef, öteden beri durgun olan heykelciliğimizde yeni bir kımıldama müjdelemiyor.
XII nci Devlet Resim ve Heykel Sergisinin ilk uyandırdığı intiba menfi olmakla beraber sergiye birkaç defa gittikten sonra bu intiba yumuşamıya, müsbete değilse bile ümitvarlığa doğru kaymaya başlıyor. Tanınmış ressamlarımızdan hiç değilse birkaçının hamleleri ve yeni ortaya çıkan bazı ressamlarımızın gösterdikleri kaabiliyet, her halde sergiden ümitle ayrılmamız için kâfidir.
Serginin, mümkün olduğu kadar bütün resimlere hakkını veren tertibinde gösterdiği zevk ve itinadan dolayı Cemal Zingöl’ü de tebrik etmemiz gerekir.
29 NİSAN 1951
Devlet Resim ve Heykel Sergisi
Bülend Ecevit
15 nisan pazar günü Ankara’da açılan XII inci Devlet Resim ve Heykel Sergisi şimdiye kadar yalnız menfi tepkiler uyandırdı.
Serginin epey sönük olduğu bir gerçektir, sanırım. D grupu ressamlarından çoğunun, bazı anlaşmazlıklar yüzünden sergiye katılmamış olmaları bu sönüklükte ne derece rol oynamıştır, bilemeyiz!
Fakat, batıdaki anlamiyle resim bizde henüz pek yeni olduğuna göre, resim sergilerimizden bizi muhakkak tatmin etmelerini beklemek hatalıdır. Birkaç yıl önceki Devlet Resim ve Heykel Sergilerinde belki daha fazla tatmin olmuştuk. Fakat o sergilerin, akademik resimde, memleketimiz ölçüsünce birer usta olarak gösterdiği birçok ressamlar, işte şimdi ya oldukları yerde kuruyup kalmış ya da gerilemişlerdir.
Hele, soğuk suya ayak değdirircesine bir çekingenlikle akademiklikten kurtulmaya çalışan bazı ressamlarımız vardı ki, âdetâ nefeslerinin yetmediği bir hava içinde kalıp eski kuvvetlerini de kaybettiklerine şahit oluyoruz. Bu arada bilhassa Halil Dikmen’in resimleri insana üzüntü veriyor.
Kısacası, bu sergi tatminkâr değil... Değil ama, başka bir meziyeti var; hem bizim için tatminkârlıktan daha büyük sayılması gereken bir meziyeti: o da güvenilir vaitlerle dolu olması. Gençlerden yahut yeni resme başlıyanlardan gelen bu vaitler iddiasız fakat sağlam temelli...
Bu arada maalesef Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun bazı talebeleri insanı endişelendiriyor; çünkü eserlerine hocalarının tesiri haddinden fazla hâkim... Kabahat, talebelerin bu değerli ressama kapılmaktan kendilerini alıkoyamamalarında mıdır, yoksa Eyüboğlu’nun talebelerine şahsiyetlerini bulmaları hususunda cesaret vermemesinde midir, bilmiyoruz. Fakat Rönesansın üstat atölyeleri devrinde, kollektif resim devrinde yaşamadığımıza göre, zamanımızda ressamların ecole mefhumundan daha dar çerçeveler içinde gruplaşmalarına herhalde cevaz verilemez. Zamanımız resminde şahsiyet, şimdiye kadar olduğundan çok daha büyük bir ehemmiyet taşıyor. Evvel zamanda dünya belki beş Veronese, sekiz Tintoretto, on Rafaello kaldırabilirdi ama, bu gün, birden fazla Picasso yahut Rouault kaldıramıyacağı gibi, birden fazla Eyüboğlu da kaldıramaz.
Maamafih, Eyüboğlu’nun talebelerinden olduğunu zannettiğim ressamlar arasında İhsan İncesu’nun kendi şahsiyetini aradığı seziliyor. "Balıkçılar” (No. 151) adlı resminde başarılı bir kompozisyon meydana getiren bu ressam, Eyüboğlu’nun sevdiğini bildiğimiz El Greco’yu, insan figürlerinde oldukça iyi interpre etmiş.
Sergideki yeni isimler arasında en göze çarpanı, en çok şey vaad edeni, Leylâ S. Gamsızdır, sanırım.. (Katalogda adı, Gamsız Leylâ Sarptürk yazılı ise de, kendisi imzasını yukarıdaki şekilde atıyor). Harikulâde tatlı bir renk ahengi var. Sırf o temiz renklerin uyuşmasındaki güzellik uğruna insan, Gamsız’ın tabloları karşısında uzun uzun durabilir. Kendisine Gaugin’le Matisse arasında bir yol aradığı anlaşılan bu ressam, her halde çok geçmeden Türk resminin en öğünülecek simalarından biri olacaktır.
Yarınlarına ümitle bakabilecegimiz yeni isimler arasında Nedim Günsür, Nejad Gönenç, Azra İnal, Pindaros Platonidis ve Melâhat Üren’i de saymalıyız. Eskişehir Lisesinde onuncu sınıf talebesi olduğunu öğrendiğimiz Ahmet Sezer, sergide bir tek resmi bulunmasına rağmen, cesareti ve renk duygusu ile şimdiden dikkati çekiyor.
Tanınmış ressamlarımız arasında Zeki Faik İzer, Arif Kaptan, Cemal Bingöl ve Nuri İyem’in, bu sergide, yeni ve başarılı hamlelerini görüyoruz.
Arif Kaptan, çok güzel bir duvar resmi ve vitray stili edinmiş. Bu tarz resimlerinin, tuvallerden çıkarak, pençere ve duvarlarda hakiki yerlerini bulabilmelerini temenni ederiz.
Cemal Bingöl, mücerret kompozisyonlarından 53 No. nolusunda eski Türkçe hat motiflerini çok ustaca kullanmış. Bu motifleri Batı resminde kullanmak, bildiğim kadar, orijinal bir buluş. Cemal Bingöl, bu buluşunu satıh resminde tatbik etmekle kalmıyarak derinlik içinde ele almayı da denerse bir çığır açmış olacağını sanıyorum.
Nuri iyem, 156 No.lu kompozisyonunda görülen dikkate değer tecrübelerini devam ettirirse kendisinden çok şey beklenebilir.
Serginin güzel köşelerinden birini de Hasan Kavruk’un resimleri teşkil ediyor, şimdiye kadar her Paris’e giden ressamımız Fransızların tesiri altında kalırdı. Haşan Kavruk'sa, resimlerinde bir İngiliz havası ile Paris’ten dönmüş. Bu resimlere bakarken yer yer Henry Moore’u, biraz da Barbara Hepworth'u hatırlıyoruz. Maamafih bu hatırlatışlar o kadar kuvvetli olmadığına göre tamamen tesadüfi de olabilir. İster biraz tesir altında kalmış, ister yeni tarzını kendi kendine bulmuş olsun, her iki halde de Hasan Kavruk’un kuvvetli bir ressam olduğunu teslim etmek gerekir.
Birkaç yıldan beri kendine has bir yol tutmuş olan Güzin Duran, bu yolda bir hayli ilerlemiş. Sergide bulunan iki resmi bunu ispata yetiyor. Ressamın evvelce şekiller ve satıhlar etrafına gölge yerini tutmak üzere koyduğu koyu hatlar, '.Manolya" adlı tabloda gölgeyle beraber kullanılmış; manolya gibi tatlı bir yuvarlaklığı olan bir çiçekte bu usul bilhassa işe yaramış. O koyu hatlarla kesilen manolyaların tabloyu satıhlara bölüşü çok güzel!
Cevat Dereli’nin, hepsi İstanbul’a ait resimlerindeki tarz İstanbul'a çok yakışıyor. Fırça darbeleri ve renklerinin tonu, yağlı boyaya pastel hali vermiş. Hele “Sarayburnu’nda Akşam” tablosunda bu tarz mevzua o kadar iyi gidiyor ki! Fırça darbelerinin ufkiliği de esere ayrı bir güzellik katıyor.
Aliye Berger’in nefis gravürleri serginin içinde ayrı bir âlem sanki!... Resme geç başlamasına rağmen, Londra’da bir iki yıllık kesif bir çalışma ile bu mertebeye eren Aliye Berger’in ustaca ve orijinal gravürlerindeki duygu derinliği az resimde görülür.
Sergide ancak 8 heykel var. Bunlar da, maalesef, öteden beri durgun olan heykelciliğimizde yeni bir kımıldama müjdelemiyor.
XII nci Devlet Resim ve Heykel Sergisinin ilk uyandırdığı intiba menfi olmakla beraber sergiye birkaç defa gittikten sonra bu intiba yumuşamıya, müsbete değilse bile ümitvarlığa doğru kaymaya başlıyor. Tanınmış ressamlarımızdan hiç değilse birkaçının hamleleri ve yeni ortaya çıkan bazı ressamlarımızın gösterdikleri kaabiliyet, her halde sergiden ümitle ayrılmamız için kâfidir.
Serginin, mümkün olduğu kadar bütün resimlere hakkını veren tertibinde gösterdiği zevk ve itinadan dolayı Cemal Zingöl’ü de tebrik etmemiz gerekir.
Collection
Citation
“Devlet Resim ve Heykel Sergisi,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, accessed November 21, 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/50.