Sonun Başlangıcı
Başlık:
Sonun Başlangıcı
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında", Sayı: 11763, s. 1
Tarih:
1955-10-22
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/29
Metin:
Günün IŞIĞINDA
Sonun Başlangıcı
Hiç susamamış bir insan için su, acıkmış bir insan için ekmek «ulvi bir gaye«» olur mu?.. Susamış insan için su, acıkmış insan için ekmek, düpedüz ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç karşılanmazsa insan hasta olabilir, çalışamaz hâle, yaşamaktan tat alamaz hâle gelebilir, ölebilir de.
Belli ki iktidar lideri, hürriyetin de böyle bir ihtiyaç olabileceğini bilmiyor. Kendisi hürriyet kavramanın o kadar uzağında ki, halâ «Hürriyet mefhumu bizim anladığımız manada çok ulvi bir gayedir» diyebiliyor. Mutedil ve muvazeneli bir hürriyet rejiminin tâbiî tekâmül şartlarını» zorlamanın zarar ve tehlikesinden bahsedilebiliyor.
İmparatorluk çağının sonrasında hürriyet, bir yaşmaklı kadın kadar uzak, erişilmez ve müphemmiş Türkiye'de.. Onun için de belki o çağın aydınlarına göre gerçekten bir «ulvi gaye» imiş.
İkinci Dünya Harbinden sonra Cumhuriyet Türkiye'sinde sözde hürriyet mücadelesine atılanlardan bir çoğu da, hürriyeti ancak kitaplarda okumuş, hem pek anlamadan okumuş hattâ belki de ona sadece sohbetlerde kulak misafiri olmuş kimselerdi. O günlere kadar hürriyetsiz yaşamakta hiç bir zorluk ve sıkıntı çekmemiş, tersine, hürriyetsiz bir hayatın bütün icaplarına uygun bir siyaset yolunda, onun bütün maddi nimetlerinden faydalanarak, hiç sendelemeksizin, şikâyet etmeksizin, nefes darlığı çekmeksizin yürüyebilmiş bazı politikacılar, ancak devrin Devlet Başkanı hürriyet kapısını aralayıp ta kendilerine «haydi buyurun!» dedikten sonradır ki birer hürriyet mücahidi olabilmişlerdi.
Ama bugün Türkiye'de, Demokrat Parti Genel Başkanının belli ki hiç tanımadığı, hiç anlamadığı ve anlıyamıyacağı bir nesil yetişmiştir. Bu neslin gücü, daha yaşlıların ve ardından yetişenlerin de katılmasile, günden güne çoğalmakta, ve bütün memleket havasını değiştirmektedir.
Bu nesil, Anglo-sakson kültürü kapılarının ardına kadar bize açıldığı bir devirde, Cumhuriyet devrinde yetişmiştir. Bir kapılardan esen havaya genç ciğerler kolaylıkla alışmış, ondan başkasını teneffüs edemez hale gelmiştir. Öyle bir havadır ki bu, Anglo-sakson âleminin kendi sömürgelerine estiği zaman o sömürgeleri bile diriltmekte, onlarda bile hürriyeti su kadar, ekmek kadar tabiî bir ihtiyaç hâline getirmektedir.
«Gaye», henüz erişilmemiş olandır. «Ulvi gaye» ise, erişilmesi henüz pek uzak olanıdır. Bay Menderes, «mutedil ve muvazeneli bir hürriyet rejiminin tabiî tekâmül şartlarını» zorlamaksızın, ağır ağır, bir «gaye»ye, bir «ulvi gaye»ye doğru yürümekten bahsediyor.
Oysa ki hürriyet bizim ciğerlerimize çoktan dolmuş, kısıntıya uğradıkça bize nefes darlığı verecek kadar dolmuş, ciğerlerimizin alıp vermeğe alıştığı hava hâline gelmiştir.
Eğer hürriyet bizim için halâ bir «ulvi gaye» olsa idi, oturur Namık Klmal nesli gibi hürriyet üstüne şiirler yazardık. Fakat aç insan ekmek üstüne, susuz insan su üstüne şiir yazar mı?
Dördüncü D.P. Kongresinin devamı boyunca Büyük Sinema sahnesinde bir hürriyetsizlik, kâbusu gördük. Bu kâbus bir dram gibi oynandı gözlerimizin önünde en ufak bir tenkit karşısında gözleri ateş saçarak yerinden fırlayıp, «Bakayım benim söyleyeceklerimi de beğenmiyecekler mi?» tehdidiyle kürsüye çıkan bir parti başkanı.. en küçük bir ifade serbestliği karşısında kaşları çatılan bir iktidar... Küfür eden, hakaret eden, yumruk sallayan parti idarecileri. Usûl hakkında söz isteyenlere «NE USULÜ?..» diye haykıran bir kongre başkanı... alkış az geldikçe salona çevrilen 6 flâşlı tehdit ışıldakları gördük.
Bunları gördük, ve 18 Ekim Salı günü öğle vakti bu kâbustan uyandığımızda şükrettik ki hürriyet artık, günden güne çoğalan, gücü günden güne artan bir neslin içinde yer etmiştir, ve kimse artık içlerdeki bu hürriyeti boğarak o korkunç kâbusu Türkiye'de gerçekleştirebilecek kadar kudretli değildir ve olamıyacaktır.
18 Ekim Salı günü öğle vakti, kendinde öyle bir kudreti vehmeden bir lider gördük sahnede: Çaresizlik içinde idi; neyi tutsa dağılıveriyordu avucunda..
Bir kudret hayalinin, oyun kâgıdından bir kule, mukavvadan bir dekor gibi, bir solukta sahneye yıkılıverdiğni gördük.
Perde işte bu kudret hayali yıkıntısının üstüne indi.
Bülent ECEVİT
Sonun Başlangıcı
Hiç susamamış bir insan için su, acıkmış bir insan için ekmek «ulvi bir gaye«» olur mu?.. Susamış insan için su, acıkmış insan için ekmek, düpedüz ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç karşılanmazsa insan hasta olabilir, çalışamaz hâle, yaşamaktan tat alamaz hâle gelebilir, ölebilir de.
Belli ki iktidar lideri, hürriyetin de böyle bir ihtiyaç olabileceğini bilmiyor. Kendisi hürriyet kavramanın o kadar uzağında ki, halâ «Hürriyet mefhumu bizim anladığımız manada çok ulvi bir gayedir» diyebiliyor. Mutedil ve muvazeneli bir hürriyet rejiminin tâbiî tekâmül şartlarını» zorlamanın zarar ve tehlikesinden bahsedilebiliyor.
İmparatorluk çağının sonrasında hürriyet, bir yaşmaklı kadın kadar uzak, erişilmez ve müphemmiş Türkiye'de.. Onun için de belki o çağın aydınlarına göre gerçekten bir «ulvi gaye» imiş.
İkinci Dünya Harbinden sonra Cumhuriyet Türkiye'sinde sözde hürriyet mücadelesine atılanlardan bir çoğu da, hürriyeti ancak kitaplarda okumuş, hem pek anlamadan okumuş hattâ belki de ona sadece sohbetlerde kulak misafiri olmuş kimselerdi. O günlere kadar hürriyetsiz yaşamakta hiç bir zorluk ve sıkıntı çekmemiş, tersine, hürriyetsiz bir hayatın bütün icaplarına uygun bir siyaset yolunda, onun bütün maddi nimetlerinden faydalanarak, hiç sendelemeksizin, şikâyet etmeksizin, nefes darlığı çekmeksizin yürüyebilmiş bazı politikacılar, ancak devrin Devlet Başkanı hürriyet kapısını aralayıp ta kendilerine «haydi buyurun!» dedikten sonradır ki birer hürriyet mücahidi olabilmişlerdi.
Ama bugün Türkiye'de, Demokrat Parti Genel Başkanının belli ki hiç tanımadığı, hiç anlamadığı ve anlıyamıyacağı bir nesil yetişmiştir. Bu neslin gücü, daha yaşlıların ve ardından yetişenlerin de katılmasile, günden güne çoğalmakta, ve bütün memleket havasını değiştirmektedir.
Bu nesil, Anglo-sakson kültürü kapılarının ardına kadar bize açıldığı bir devirde, Cumhuriyet devrinde yetişmiştir. Bir kapılardan esen havaya genç ciğerler kolaylıkla alışmış, ondan başkasını teneffüs edemez hale gelmiştir. Öyle bir havadır ki bu, Anglo-sakson âleminin kendi sömürgelerine estiği zaman o sömürgeleri bile diriltmekte, onlarda bile hürriyeti su kadar, ekmek kadar tabiî bir ihtiyaç hâline getirmektedir.
«Gaye», henüz erişilmemiş olandır. «Ulvi gaye» ise, erişilmesi henüz pek uzak olanıdır. Bay Menderes, «mutedil ve muvazeneli bir hürriyet rejiminin tabiî tekâmül şartlarını» zorlamaksızın, ağır ağır, bir «gaye»ye, bir «ulvi gaye»ye doğru yürümekten bahsediyor.
Oysa ki hürriyet bizim ciğerlerimize çoktan dolmuş, kısıntıya uğradıkça bize nefes darlığı verecek kadar dolmuş, ciğerlerimizin alıp vermeğe alıştığı hava hâline gelmiştir.
Eğer hürriyet bizim için halâ bir «ulvi gaye» olsa idi, oturur Namık Klmal nesli gibi hürriyet üstüne şiirler yazardık. Fakat aç insan ekmek üstüne, susuz insan su üstüne şiir yazar mı?
Dördüncü D.P. Kongresinin devamı boyunca Büyük Sinema sahnesinde bir hürriyetsizlik, kâbusu gördük. Bu kâbus bir dram gibi oynandı gözlerimizin önünde en ufak bir tenkit karşısında gözleri ateş saçarak yerinden fırlayıp, «Bakayım benim söyleyeceklerimi de beğenmiyecekler mi?» tehdidiyle kürsüye çıkan bir parti başkanı.. en küçük bir ifade serbestliği karşısında kaşları çatılan bir iktidar... Küfür eden, hakaret eden, yumruk sallayan parti idarecileri. Usûl hakkında söz isteyenlere «NE USULÜ?..» diye haykıran bir kongre başkanı... alkış az geldikçe salona çevrilen 6 flâşlı tehdit ışıldakları gördük.
Bunları gördük, ve 18 Ekim Salı günü öğle vakti bu kâbustan uyandığımızda şükrettik ki hürriyet artık, günden güne çoğalan, gücü günden güne artan bir neslin içinde yer etmiştir, ve kimse artık içlerdeki bu hürriyeti boğarak o korkunç kâbusu Türkiye'de gerçekleştirebilecek kadar kudretli değildir ve olamıyacaktır.
18 Ekim Salı günü öğle vakti, kendinde öyle bir kudreti vehmeden bir lider gördük sahnede: Çaresizlik içinde idi; neyi tutsa dağılıveriyordu avucunda..
Bir kudret hayalinin, oyun kâgıdından bir kule, mukavvadan bir dekor gibi, bir solukta sahneye yıkılıverdiğni gördük.
Perde işte bu kudret hayali yıkıntısının üstüne indi.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Sonun Başlangıcı,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/507 ulaşıldı.