Her Yönde Halk Egemenliği
Başlık:
Her Yönde Halk Egemenliği
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında", Sayı: 11735, s. 1
Tarih:
1955-08-24
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/29
Metin:
GÜNÜN Işığında
Her yönde halk egemenliği
Türkiye'de halkın egemenliği sadece bir siyasî mesele olarak görülüyor. Onun için de, demokratik rejimi memlekete yerleştirmek maksadiyle bugüne kadar yapılan bütün mücadeleler, bazı siyasî hakların halka tanınması etrafında dönmüş, halk egemenliğinin sosyal ve ekonomik yönleri üzerinde ise hemen hiç durulmamıştır.
Bunun başlıca sebebi, halk egemenliği dâvasının sadece politikacılar arasında halledilebilir bir dâva sayılması, geniş halk kitlelerinin kendilerini bu mücadele dışında âdeta bir seyirci topluluğu olarak görmesidir, denebilir.
O yüzden, politikacılar arasındaki mücadelenin sonucu bütün millet için kesin bir sonuç sayılmakta ve her demokrasi tecrübesinin sonunda halk, bu sonuca tevekkülle başını eğmektedir.
Oysa ki halkın egemenliği ancak en son safhasında başlı başına bir siyasî mesele olarak ele alınabilir. O safhaya gelinciye kadar halk, gerek sosyal gerek ekonomik alanda kendi egemenliğini idrâk etmiş, bu egemenliği memleketin sosyal ve ekonomik yapısında gerçekleştirmiş olmalıdır.
Türkiye'de böyle bir durum yoktur. Yüzyıllarca merkeziyetçi bir idare altında yaşamış olmanın verdiği alışkanlıkla biz, bütün memleket hizmetlerini ancak devletin yapabileceği düşüncesinden hâlâ kendimizi kurtaramıyoruz.
Bu hizmetlerden birkısmını birer halk teşebbüsü olarak yapmak niyetiyle yer yer girişilen gayretlerden de birçoğu, eninde sonunda, maddî ve mânevî yardım elde edebilmek için gene devlet kapısına dayanagelmiştir.
Falanca şehir yahut kasabayı güzelleştirmek, filânca ilin orta yahut yüksek öğrenim gençliğini korumak için girişilen yüzlerce teşebbüs bu halin acıklı örnekleridir. Bu teşebbüsler, devam edebilmek için devletin veya iktisadi devlet teşekküllerinin himayesine sığınmakta, bu himayeden yoksun kalınca da sönüp gitmektedirler.
Yerli halkı pek müreffeh olan birçok güzel yurt köşelerinde kendiliğinden bir turizm endüstrisi kurulamayışı, bunun için bile devletten yardım beklenişi de bizde halk teşebbüslerinin yokluğuna bir başka örnektir.
Kapatılan halkevleriyle halk odalarının hemen bütün şehir ve kasabalarımızda boş bıraktığı yer gene bu yüzden doldurulamamıştır.
Din konusunda, sırf lâikliğin gerektirdiği ölçüde bir kayıtsızlığı bile bir partinin iktidardan düşmesinde âmil olabilecek kadar ağır bir günâh saymamıza rağmen, birçok yerlerde cami inşaatını bile hâlâ devletten yahut belediyelerden beklediğimiz görülür.
Hemen her alanda devletin desteğine, yardımına ve yol göstericiliğine bu kadar çok başvurmağa alışmış, bunların kolaylığına kendini kaptırmış bir toplum, devlet kuvvetinin yalnız sosyal ve ekonomik alanlarda değil, siyasi alanda da halk egemenliğini bastırabilecek kadar mutlak bir kuvvet olarak kalmasına ister istemez boyun eğecektir.
Bu durumda, demokrasi dâvasını samimi olarak benimsiyen aydınlar, bir yandan halk egemenliğini bir siyasi mesele olarak ele alıp parti saflarında bunun mücadelesini yaparken, öte yandan, parti dışındaki toplum çalışmalarına da önem vermeli ve Türk halkının siyasi alandaki egemenliği ile beraber, sosyal ve ekonomik alanlarda da eğemenliğini idrâk edebilmesi için örnek olabilecek mahallî halk teşebbüslerine kendileri önayak olmalıdırlar!
Bülent ECEVİT
----------
DÜZELTME: Dün bu köşede çıkan yazının başlığı «Dayanıksız kuvvetler» değil, «Dayanaksız kuvvetler» olacaktı.
Her yönde halk egemenliği
Türkiye'de halkın egemenliği sadece bir siyasî mesele olarak görülüyor. Onun için de, demokratik rejimi memlekete yerleştirmek maksadiyle bugüne kadar yapılan bütün mücadeleler, bazı siyasî hakların halka tanınması etrafında dönmüş, halk egemenliğinin sosyal ve ekonomik yönleri üzerinde ise hemen hiç durulmamıştır.
Bunun başlıca sebebi, halk egemenliği dâvasının sadece politikacılar arasında halledilebilir bir dâva sayılması, geniş halk kitlelerinin kendilerini bu mücadele dışında âdeta bir seyirci topluluğu olarak görmesidir, denebilir.
O yüzden, politikacılar arasındaki mücadelenin sonucu bütün millet için kesin bir sonuç sayılmakta ve her demokrasi tecrübesinin sonunda halk, bu sonuca tevekkülle başını eğmektedir.
Oysa ki halkın egemenliği ancak en son safhasında başlı başına bir siyasî mesele olarak ele alınabilir. O safhaya gelinciye kadar halk, gerek sosyal gerek ekonomik alanda kendi egemenliğini idrâk etmiş, bu egemenliği memleketin sosyal ve ekonomik yapısında gerçekleştirmiş olmalıdır.
Türkiye'de böyle bir durum yoktur. Yüzyıllarca merkeziyetçi bir idare altında yaşamış olmanın verdiği alışkanlıkla biz, bütün memleket hizmetlerini ancak devletin yapabileceği düşüncesinden hâlâ kendimizi kurtaramıyoruz.
Bu hizmetlerden birkısmını birer halk teşebbüsü olarak yapmak niyetiyle yer yer girişilen gayretlerden de birçoğu, eninde sonunda, maddî ve mânevî yardım elde edebilmek için gene devlet kapısına dayanagelmiştir.
Falanca şehir yahut kasabayı güzelleştirmek, filânca ilin orta yahut yüksek öğrenim gençliğini korumak için girişilen yüzlerce teşebbüs bu halin acıklı örnekleridir. Bu teşebbüsler, devam edebilmek için devletin veya iktisadi devlet teşekküllerinin himayesine sığınmakta, bu himayeden yoksun kalınca da sönüp gitmektedirler.
Yerli halkı pek müreffeh olan birçok güzel yurt köşelerinde kendiliğinden bir turizm endüstrisi kurulamayışı, bunun için bile devletten yardım beklenişi de bizde halk teşebbüslerinin yokluğuna bir başka örnektir.
Kapatılan halkevleriyle halk odalarının hemen bütün şehir ve kasabalarımızda boş bıraktığı yer gene bu yüzden doldurulamamıştır.
Din konusunda, sırf lâikliğin gerektirdiği ölçüde bir kayıtsızlığı bile bir partinin iktidardan düşmesinde âmil olabilecek kadar ağır bir günâh saymamıza rağmen, birçok yerlerde cami inşaatını bile hâlâ devletten yahut belediyelerden beklediğimiz görülür.
Hemen her alanda devletin desteğine, yardımına ve yol göstericiliğine bu kadar çok başvurmağa alışmış, bunların kolaylığına kendini kaptırmış bir toplum, devlet kuvvetinin yalnız sosyal ve ekonomik alanlarda değil, siyasi alanda da halk egemenliğini bastırabilecek kadar mutlak bir kuvvet olarak kalmasına ister istemez boyun eğecektir.
Bu durumda, demokrasi dâvasını samimi olarak benimsiyen aydınlar, bir yandan halk egemenliğini bir siyasi mesele olarak ele alıp parti saflarında bunun mücadelesini yaparken, öte yandan, parti dışındaki toplum çalışmalarına da önem vermeli ve Türk halkının siyasi alandaki egemenliği ile beraber, sosyal ve ekonomik alanlarda da eğemenliğini idrâk edebilmesi için örnek olabilecek mahallî halk teşebbüslerine kendileri önayak olmalıdırlar!
Bülent ECEVİT
----------
DÜZELTME: Dün bu köşede çıkan yazının başlığı «Dayanıksız kuvvetler» değil, «Dayanaksız kuvvetler» olacaktı.
Koleksiyon
Alıntı
“Her Yönde Halk Egemenliği,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/454 ulaşıldı.