Ya Söylemek Ya Susmak...
Başlık:
Ya Söylemek Ya Susmak...
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında", Sayı: 11706, s. 1
Tarih:
1955-07-23
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/29
Metin:
GÜNÜN Işığında
Ya söylemek ya susmak...
DOĞRU bildiğini söylemekle susmak arasında yalan söylemek, kendi kendini ve başkalarını aldatmak vardır.
Bir insanın, baskılara boyun eğerek, doğru bildiğiyle yalan bildiği arasında birtakım lâflar gevelemesi dürüstlük değildir.
O kadar ki, dürüstlük kavramına biraz saygı besliyenler bazan bu kadarına tahammül edemez, ve başlangıçta, henüz ortada bir baskı yokken yalan bildiklerine, baskı başladıktan sonra kendi kendilerini de inandırmak, ve böylece vicdanlarının baskısından olsun kurtulabilmek için zavallıca bir gayret sarfederler.
Son yıllarda, böyle kendi kendini ve başkalarını aldatmanın birçok örnekleri görüldü. Bazı yazar ve politikacılar başlangıçta doğru bildiklerini söylerken, baskının gittikçe artması karşısında, doğru bildiklerine ancak uzaktan uzağa, çekine çekine, belli etmeksizin dokunmaya başladılar.
Yalan şuruplarının içine doğruyu bazan bir damla ilâç gibi katıp öyle yutturmağa çalıştılar.
Hem vicdanlarını hem iktidarı tatmin etmiş olmak için, söz ve yazılarında, doğruyla yalanı denkleştirmek istediler.
Fakat bu, çıkar bir yol değildi. Onlar bu yolda yürüdükçe baskı artıyor, baskı arttıkça da onlar söz ve yazılarında daha az doğru söylemeğe, bir takım yarı - doğrular, doğru kırıntılariyle yetinmeğe mecbur kalıyorlardı.
Bazıları da, artık açık konuşulamıyor diye, îma, mecaz, istiarelerle konuşmak yoluna saptılar. O kadar kapalı söyler ve yazar oldular ki ne demek istediklerini kendilerinden başka kimse anlıyamazdı. Onun için. hem doğru bildiklerini söylemekle kendi vicdanlarını tatmin etmiş hem de söylediklerini başkalarınca anlaşılmaz hale sokmakla başlarına gelebilecek tehlikeleri önlemiş oluyorlardı.
Böyleleri, şairlikle siyasî yazarlık ve hatipliği biribirine karıştırmışlardı. Gerçi kendi vicdanlarını tatmin ediyorlardı ama, çevrelerine hiçbir yararları dokunmuyordu.
Şairler, başkalarından önce kendileri için yazarlar. Onun için, onların ne demek istediği başkalarınca anlaşılmasa da olur. Ama politik yazar ve hatiplerin kendileri için olduğu kadar başkaları için de konuşup yazmaları gereklidir. Bunu yapmıyorlarsa, toplumda kendi üzerlerine aldıkları görevi yapmıyorlar, yapar görünüp atlatıyorlar demektir.
Oysa kendi görevlerini böyle atlatmakla, toplumun herhangi bir başka üyesini görevinden kaçtığı için tenkidetme hakkını da kaybetmiş olurlar.
Görev duygusu olan, dürüst siyasi hatiplerle yazarların yapacağı şey, ya doğru bildiğini söylemek ya da susmaktır.
Doğru bildiğini söyliyemiyeceği zaman susmak, kaçamak yollar arayıp yalana hulûs çakmaktan elbette daha dürüstçe bir harekettir.
Baskı arttıkça, doğru bildiğini söylemeğe devam etmek cesaretini ya da susmak efendiliğini gösterecek yerde, yukarıda belirttiğimiz yollardan birini tutanlar, maalesef, başımızda da siyaset alanında da gitgide çoğalmıştır.
Baskının ve tehditlerin en şiddetli bir hale geldiği bir devrede CHP. nin ve C.H.P. liderlerinin bugün, her şeyi göze alarak doğru bildiklerini hiç çekinmeden söylemeğe, polis kollarından tutup kendilerini kürsüden indirinceye kadar söylemeğe devam etmeleri, umulur ki böyleleri için bir ders yerine geçsin!.
Bir muhalefet, ancak doğru bildiğini söylemekle susmak şıklarından birini seçeceğini, ikisi arasında kemküm etmeğe razı olamıyacağını şüpheye yer bırakmıyacak bir şekilde belli etmek suretiyledir ki, kendisini baskiyle «yola getirmek» istiyen bir iktidara bu baskının faydasızlığını anlatabilir.
İktidarın baskısına boyun eğip doğruyla yalan arasında birtakım lâflar geveliyenler, ancak bu baskının yüz bulup artmasına hizmet etmiş olurlar.
Bir iktidar bilmelidir ki yirminci yüzyılda, medenî bir memlekette, muhalefet yola getirilemez, ancak yok edilebilir.
Bülend ECEVİT
Ya söylemek ya susmak...
DOĞRU bildiğini söylemekle susmak arasında yalan söylemek, kendi kendini ve başkalarını aldatmak vardır.
Bir insanın, baskılara boyun eğerek, doğru bildiğiyle yalan bildiği arasında birtakım lâflar gevelemesi dürüstlük değildir.
O kadar ki, dürüstlük kavramına biraz saygı besliyenler bazan bu kadarına tahammül edemez, ve başlangıçta, henüz ortada bir baskı yokken yalan bildiklerine, baskı başladıktan sonra kendi kendilerini de inandırmak, ve böylece vicdanlarının baskısından olsun kurtulabilmek için zavallıca bir gayret sarfederler.
Son yıllarda, böyle kendi kendini ve başkalarını aldatmanın birçok örnekleri görüldü. Bazı yazar ve politikacılar başlangıçta doğru bildiklerini söylerken, baskının gittikçe artması karşısında, doğru bildiklerine ancak uzaktan uzağa, çekine çekine, belli etmeksizin dokunmaya başladılar.
Yalan şuruplarının içine doğruyu bazan bir damla ilâç gibi katıp öyle yutturmağa çalıştılar.
Hem vicdanlarını hem iktidarı tatmin etmiş olmak için, söz ve yazılarında, doğruyla yalanı denkleştirmek istediler.
Fakat bu, çıkar bir yol değildi. Onlar bu yolda yürüdükçe baskı artıyor, baskı arttıkça da onlar söz ve yazılarında daha az doğru söylemeğe, bir takım yarı - doğrular, doğru kırıntılariyle yetinmeğe mecbur kalıyorlardı.
Bazıları da, artık açık konuşulamıyor diye, îma, mecaz, istiarelerle konuşmak yoluna saptılar. O kadar kapalı söyler ve yazar oldular ki ne demek istediklerini kendilerinden başka kimse anlıyamazdı. Onun için. hem doğru bildiklerini söylemekle kendi vicdanlarını tatmin etmiş hem de söylediklerini başkalarınca anlaşılmaz hale sokmakla başlarına gelebilecek tehlikeleri önlemiş oluyorlardı.
Böyleleri, şairlikle siyasî yazarlık ve hatipliği biribirine karıştırmışlardı. Gerçi kendi vicdanlarını tatmin ediyorlardı ama, çevrelerine hiçbir yararları dokunmuyordu.
Şairler, başkalarından önce kendileri için yazarlar. Onun için, onların ne demek istediği başkalarınca anlaşılmasa da olur. Ama politik yazar ve hatiplerin kendileri için olduğu kadar başkaları için de konuşup yazmaları gereklidir. Bunu yapmıyorlarsa, toplumda kendi üzerlerine aldıkları görevi yapmıyorlar, yapar görünüp atlatıyorlar demektir.
Oysa kendi görevlerini böyle atlatmakla, toplumun herhangi bir başka üyesini görevinden kaçtığı için tenkidetme hakkını da kaybetmiş olurlar.
Görev duygusu olan, dürüst siyasi hatiplerle yazarların yapacağı şey, ya doğru bildiğini söylemek ya da susmaktır.
Doğru bildiğini söyliyemiyeceği zaman susmak, kaçamak yollar arayıp yalana hulûs çakmaktan elbette daha dürüstçe bir harekettir.
Baskı arttıkça, doğru bildiğini söylemeğe devam etmek cesaretini ya da susmak efendiliğini gösterecek yerde, yukarıda belirttiğimiz yollardan birini tutanlar, maalesef, başımızda da siyaset alanında da gitgide çoğalmıştır.
Baskının ve tehditlerin en şiddetli bir hale geldiği bir devrede CHP. nin ve C.H.P. liderlerinin bugün, her şeyi göze alarak doğru bildiklerini hiç çekinmeden söylemeğe, polis kollarından tutup kendilerini kürsüden indirinceye kadar söylemeğe devam etmeleri, umulur ki böyleleri için bir ders yerine geçsin!.
Bir muhalefet, ancak doğru bildiğini söylemekle susmak şıklarından birini seçeceğini, ikisi arasında kemküm etmeğe razı olamıyacağını şüpheye yer bırakmıyacak bir şekilde belli etmek suretiyledir ki, kendisini baskiyle «yola getirmek» istiyen bir iktidara bu baskının faydasızlığını anlatabilir.
İktidarın baskısına boyun eğip doğruyla yalan arasında birtakım lâflar geveliyenler, ancak bu baskının yüz bulup artmasına hizmet etmiş olurlar.
Bir iktidar bilmelidir ki yirminci yüzyılda, medenî bir memlekette, muhalefet yola getirilemez, ancak yok edilebilir.
Bülend ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Ya Söylemek Ya Susmak...,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 25 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/425 ulaşıldı.