NATO Ülkelerinde 3: "Viva Salazar!"
Başlık:
NATO Ülkelerinde 3: "Viva Salazar!"
Kaynak:
Ulus, s. 5
Tarih:
1953-07-23
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/26
Metin:
NATO ÜLKELERİNDE 3
«VİVA SALAZAR!»
Portekiz Diktatörü, faşizmi olduğu kadar demokrasiyi de reddediyor ve Portekiz'de kurduğu "Yeni Devlet"in başarıları karşısında başka batı devletlerinin de aynı yola gideceklerine inanıyor
Yazan: BÜLENT ECEVİT
PORTEKİZ'de yollar boyunca duvarlara, tebeşirle, kimi düzgün kimi çarpık yazılarla, "Viva Salazar!" yazılı. Bu yazılardan hiç biri elle silinmemiş. Artık okunmaz olanları zaman ve yağmurlar öyle yapmış. Zaman ve yağmur bir yandan sile dursun halk başka yerler bulup yenilerini yazıyor: "Viva Salazar! Viva Salazar!"
Salazar bir dost ülkenin en büyük devlet adamı. Gönül ister ki daha uzun yıllar yaşasın!
Ama halkın, içinden gelerek duvarlara yazdığı "Viva Salazar!'" (Yaşa Salazar) sözlerini silen zaman, gün gelip Antonio de Oliveira Salazar'ı da tarihten değilse bile, dünyadan silecektir.
Uzak olması dilediğimiz o günden sonra Portekiz halkı duvarlara ne yazacaktır?
PORTEKİZ'e giden bir yabancının en çok duyduğu sey, "Salazar" adı. Ülkeyi çöküntüden kurtaran da o, Portekiz halkını yaşatan da o, şu barajı yapan, bu fabrikayı kuran da o! Salazar şöyle dedi... Salazar böyle istedi... Salazar olmasaydı.. Salazar'ın sayesinde..
Her yerde bu sözler!
Salazar bir evliya gibi halkın ruhuna sinmiş, ve cismini, gene bir evliya gibi, efsane sisleri ardında gözden sildirmiş. Bir münzevî hayatı sürüyor. Ne bir taşkınlık, ne bir eğlence!.... Halk arasında yüzü ender görülen bu insanın bütün düşüncesi, Portekiz halkının iyiliği! Herkes bu inançta.
Salazar bir diktatördür ama, Hitler'e Mussolini'ye benzemez. Portekiz'de, Nazi Almanya'sındaki yahut Faşist İtalya'sındaki gibi, bir korku havası yaratmak, halkın açıktan açığa baskı altında tutmak isteği sezilmiyor.
Meselâ, yüksek memurların, polislerin, yüksek rütbeli subayların, astlarına ve halka davranışında, bir alçak gönüllülük var. Bir küçük rütbeli subay bir albayla, bir küçük memur bir genel müdürle, sokaktaki bir kılıksız adam bir polisle, yerine göre disiplin, yerine göre nezaket çerçevesi içinde rahat konuşuyor. Bir daire müdürü bir bakanın karşısına elleri cebinde çıkabiliyor.
Subaylar, polisler, gençlik teşkilâtı liderleri, üniformaları içinde kasılmıyorlar. Yüz çizgileri kadar adımları, hareketleri de yumuşak.
En yüksek makamlar bile şatafatsız, dekorsuz.
Bir resmî memur, kendisine Portekiz hakkında bir ekonomik yahut siyasî soru sorulunca, çekinmeden cevap verebiliyor. Her şeyi gül pembe göstermek ihtiyacını duymuyor.
Salazar'ın, metinlerini okudum siyasî demeçlerinde, - dogmalar bol olmakla beraber- demagoji çok az. Bu demeçlerde ton yumuşak; millî duvguları uyandırıcı sözler bile hafif geçiliyor: fikir ve dogmaları halka zorla değil, kendi gönül rızaları ile benimsetmeyi gözeten bir dil kullanılıyor.
Öte yandan Portekiz'de sıkı bir sansür vardır. Siyasî partilere yaşama hakkı verilmemektedir. Seçimler tek listelidir. Parlâmentoda muhalefet diye bir şey yoktur. Ve 64 yaşında, nur yüzlü bir maliyeci, Antonio de Oliveira Salazar, kapandığı dört duvar içinde, ülkenin tek ve kayıtsız şartsız hakimidir.
PORTEKİZ halkının on dokuzuncu yüzyıl başından 1926'ya kadar çetin ve kanlı siyasî kavgalar, ayaklanmalar, ihtilâller içinde yetişmiş olduğu da düşünülürse, bütün bunlar nasıl bağdaşıyor? Memlekette nasıl olup da baskısız bir otorite kurulabiliyor.
Bu bilmecenin çözümü Salazar'ın şahsındadır.
Ve onun için, Salazar ömrünü doldurduktan sonra, bu bilmece tek çözüm şeklini yitirmiş, Portekiz halkını baskıya yer kalmaksızın tek bir otorite altında birleştiren başlıca manevî kuvvet ortadan kalkmış olacaktır.
Türkiye'nin Atatürk çağı ile Portekiz'in Salazar çağı arasında benzerlik olduğu, Atatürk'ten sonra Türklerin yaptığı gibi, Salazar'dan sonra Portekizlilerin de kendi başlarına yollarını bulabilecekleri. söylenemez.
Çünkü, Atatürk rejiminin otoriterliği, demokrasinin temellerini hazırlamaya vakit bulmak için baş vurulmuş geçici bir rejimdi. Bu geçici otoriter rejim içinde, sağlam bir demokrasinin mekanizması kuruluyor, o mekanizmayı işletebilecek kimselerin ortaya çıkmasına imkân veriliyordu.
Salazar'ın rejimi öyle değli. Salazar, faşizmi olduğu kadar demokrasiyi de reddediyor, ve Portekiz'de kurduğu "Estado Novo'nun (Yeni Devlet) başarıları görüldükçe başka Batı devletlerinin de kendininki gibi bir otoriterliğe gideceğine nanıyor, yahut inanıyor görünüyor.
Salazar'a göre, bir ülkede, millî birliğe dayanan bir otoriter devlet gerektir. Salazar, çok partili rejimi millî birlikle bağdaşamaz saymakta, ve, nasıl Amerika, İngiltere gibi ülkelerde başlıca siyasî partiler önemli dış siyaset konularında tek bir cephe kuruyorlarsa, dış meseleler kadar önemli olan iç meselelerde de böyle tek bir cephenin gerekli olduğunu ileri sürmektedir.
Salazar'a göre bu, ancak kollektif şuurun gelişmesile olabilecek bir şeydir.
DEVLET otoritesini zorlaştırıcı bireysel (ferdî) gelişmeyi önleyen bir kollektif şuur yaratmak, için, Salazar, üniformalı gençlik kurullarına, Naziler, Faşistler kadar önem vermek zorunu duymuyor; halkı, din, aile, milliyet gibi kollektif kavramlar çevresinde toplamaya çalışıyor.
Salazar'a göre "Estado Novo" otoriterdir, fakat totaliter değildir. Totaliterlikte devlet her şey demektir. Salazar'ın otoriter devleti ise "pluralist" tir. Bu "pluralist" bünyeyi ortaya getirenler, kilise ile aile, mahkemeler, ve meslek ticaret ve eğitim kuruluşlarıdır. Salazar'ın ve onu savunanların iddiası böyle!
Ama bu çeşitli kurum ve kuruluşların, devlet otoritesinden onu gerektiği gibi kontrol edebilecek kadar bağımsız oldukları söylenemez.
Öyleyse Portekiz'de, devlet otoritesi karşısında hiç bir kuvvet yok mudur?
Salazar'ın sistemini savunanlar, "var" diyorlar. Onlara göre, Salazar'ın otoriter devletinin yetkilerini kısan kuvvet, hem de, hür muhalefet partilerinden, halkın istediği gibi oy kullanma yetkisinden, ve hür basından çok daha tesirli bir kuvvetmiş. Bu kuvvet, bir kanunmuş: Ne halkın, ne idarecilerin, ne de Parlâmentonun değiştirebileceği bir kanun!
Bu büyülü kanun, "Ahlâk Kanunu" imiş! Tanrının koyduğu, ve, ölümlü kullar şöyle dursun, "bizzat Tanrının bile artık değiştiremeyeceği" bir kanun, "Katolü Ahlâk: Kanunu"....
Bu kanunun da hükümlerini bilen, Portekiz'de ancak bir kişi olsa gerek: Salazar!
Salazar, "Portekizde aklın gereklerine göre kurduğumuz siyasî prensipler elbet gelecekte de faydalı olmaya devam edecektir," diyor; "yeter ki bu prensiplerin tatbiki ile görevli olanlar, ehliyetsiz kimseler olmasın!"
Fakat bütün mesele de orada! Salazar'dan sonra "prensipler" i tatbik görevini yüklenecek kimselerin ehliyetli olmaları nasıl sağlanacak?
Portekiz'deki siyasî sistem bu soruyu cevapsız bırakıyor.
Patriarkal aile düzeninin yaşatılmasından tutun da o mistik ve değişmez "Ahlâk Kanunu"na ve otoriter devlet idaresine kadar her şey, Portekiz'de Salazar'ın yerini tutacak kimseler yetişmesine engel olmaktadır.
SALAZAR'ın millî birlik prensibini, Batı dünyasının birleşme eğilimi ile de bağdaştırmak güçtür. Gerek NATO, gerek Batıda kurulmasına çalışılan çeşitli ekonomik ve siyasî birlikler, millî egemenlikten fedakârlık istedikçe, Salazar, Portekiz'i büsbütün kendi kabuğuna çekmeye çalışacaktır. Çünkü "Estado Novo" da milliyet, halkın şuurunu kolektifleştirmek için istifade edilen başlıca kavramlardan biridir.
Otoriter rejimlerin, halktan çok ülkeyi kalkındırmaya yaradığını, insan, Portekiz'de de görüyor.
Salazar Başbakan olduğundan ve Portekiz maliyesini eline aldığından beri, Portekiz'in büyük bir ekonomik kalkınma geçirdiği, günden güne bayındırlaştığı gözle görülebilmektedir. Portekiz parası, dünyanın sağlam paraları arasına yükselmiştir.
Bunlara karşılık harbten hasar görmemiş olan ve bir çok denizaşırı toprakları bulunan Portekiz'de, Salazar'ın "Estado Novu" sunda, halk yoksuldur, geçim zordur, el işi sudan ucuzdur.
Portekiz halkı, kollektif şuurun uykusu, ve bir evliya kılığındaki Salazar'a beslediği hayranlık duygusu içinde, şimdilik bu maddî sıkıntılara sızlanmadan katladır görünmektedir.
" Viva Salazar!"
Çünkü Salazar'dan sonra Portekiz'in ne olacağı bilinemez.
«VİVA SALAZAR!»
Portekiz Diktatörü, faşizmi olduğu kadar demokrasiyi de reddediyor ve Portekiz'de kurduğu "Yeni Devlet"in başarıları karşısında başka batı devletlerinin de aynı yola gideceklerine inanıyor
Yazan: BÜLENT ECEVİT
PORTEKİZ'de yollar boyunca duvarlara, tebeşirle, kimi düzgün kimi çarpık yazılarla, "Viva Salazar!" yazılı. Bu yazılardan hiç biri elle silinmemiş. Artık okunmaz olanları zaman ve yağmurlar öyle yapmış. Zaman ve yağmur bir yandan sile dursun halk başka yerler bulup yenilerini yazıyor: "Viva Salazar! Viva Salazar!"
Salazar bir dost ülkenin en büyük devlet adamı. Gönül ister ki daha uzun yıllar yaşasın!
Ama halkın, içinden gelerek duvarlara yazdığı "Viva Salazar!'" (Yaşa Salazar) sözlerini silen zaman, gün gelip Antonio de Oliveira Salazar'ı da tarihten değilse bile, dünyadan silecektir.
Uzak olması dilediğimiz o günden sonra Portekiz halkı duvarlara ne yazacaktır?
PORTEKİZ'e giden bir yabancının en çok duyduğu sey, "Salazar" adı. Ülkeyi çöküntüden kurtaran da o, Portekiz halkını yaşatan da o, şu barajı yapan, bu fabrikayı kuran da o! Salazar şöyle dedi... Salazar böyle istedi... Salazar olmasaydı.. Salazar'ın sayesinde..
Her yerde bu sözler!
Salazar bir evliya gibi halkın ruhuna sinmiş, ve cismini, gene bir evliya gibi, efsane sisleri ardında gözden sildirmiş. Bir münzevî hayatı sürüyor. Ne bir taşkınlık, ne bir eğlence!.... Halk arasında yüzü ender görülen bu insanın bütün düşüncesi, Portekiz halkının iyiliği! Herkes bu inançta.
Salazar bir diktatördür ama, Hitler'e Mussolini'ye benzemez. Portekiz'de, Nazi Almanya'sındaki yahut Faşist İtalya'sındaki gibi, bir korku havası yaratmak, halkın açıktan açığa baskı altında tutmak isteği sezilmiyor.
Meselâ, yüksek memurların, polislerin, yüksek rütbeli subayların, astlarına ve halka davranışında, bir alçak gönüllülük var. Bir küçük rütbeli subay bir albayla, bir küçük memur bir genel müdürle, sokaktaki bir kılıksız adam bir polisle, yerine göre disiplin, yerine göre nezaket çerçevesi içinde rahat konuşuyor. Bir daire müdürü bir bakanın karşısına elleri cebinde çıkabiliyor.
Subaylar, polisler, gençlik teşkilâtı liderleri, üniformaları içinde kasılmıyorlar. Yüz çizgileri kadar adımları, hareketleri de yumuşak.
En yüksek makamlar bile şatafatsız, dekorsuz.
Bir resmî memur, kendisine Portekiz hakkında bir ekonomik yahut siyasî soru sorulunca, çekinmeden cevap verebiliyor. Her şeyi gül pembe göstermek ihtiyacını duymuyor.
Salazar'ın, metinlerini okudum siyasî demeçlerinde, - dogmalar bol olmakla beraber- demagoji çok az. Bu demeçlerde ton yumuşak; millî duvguları uyandırıcı sözler bile hafif geçiliyor: fikir ve dogmaları halka zorla değil, kendi gönül rızaları ile benimsetmeyi gözeten bir dil kullanılıyor.
Öte yandan Portekiz'de sıkı bir sansür vardır. Siyasî partilere yaşama hakkı verilmemektedir. Seçimler tek listelidir. Parlâmentoda muhalefet diye bir şey yoktur. Ve 64 yaşında, nur yüzlü bir maliyeci, Antonio de Oliveira Salazar, kapandığı dört duvar içinde, ülkenin tek ve kayıtsız şartsız hakimidir.
PORTEKİZ halkının on dokuzuncu yüzyıl başından 1926'ya kadar çetin ve kanlı siyasî kavgalar, ayaklanmalar, ihtilâller içinde yetişmiş olduğu da düşünülürse, bütün bunlar nasıl bağdaşıyor? Memlekette nasıl olup da baskısız bir otorite kurulabiliyor.
Bu bilmecenin çözümü Salazar'ın şahsındadır.
Ve onun için, Salazar ömrünü doldurduktan sonra, bu bilmece tek çözüm şeklini yitirmiş, Portekiz halkını baskıya yer kalmaksızın tek bir otorite altında birleştiren başlıca manevî kuvvet ortadan kalkmış olacaktır.
Türkiye'nin Atatürk çağı ile Portekiz'in Salazar çağı arasında benzerlik olduğu, Atatürk'ten sonra Türklerin yaptığı gibi, Salazar'dan sonra Portekizlilerin de kendi başlarına yollarını bulabilecekleri. söylenemez.
Çünkü, Atatürk rejiminin otoriterliği, demokrasinin temellerini hazırlamaya vakit bulmak için baş vurulmuş geçici bir rejimdi. Bu geçici otoriter rejim içinde, sağlam bir demokrasinin mekanizması kuruluyor, o mekanizmayı işletebilecek kimselerin ortaya çıkmasına imkân veriliyordu.
Salazar'ın rejimi öyle değli. Salazar, faşizmi olduğu kadar demokrasiyi de reddediyor, ve Portekiz'de kurduğu "Estado Novo'nun (Yeni Devlet) başarıları görüldükçe başka Batı devletlerinin de kendininki gibi bir otoriterliğe gideceğine nanıyor, yahut inanıyor görünüyor.
Salazar'a göre, bir ülkede, millî birliğe dayanan bir otoriter devlet gerektir. Salazar, çok partili rejimi millî birlikle bağdaşamaz saymakta, ve, nasıl Amerika, İngiltere gibi ülkelerde başlıca siyasî partiler önemli dış siyaset konularında tek bir cephe kuruyorlarsa, dış meseleler kadar önemli olan iç meselelerde de böyle tek bir cephenin gerekli olduğunu ileri sürmektedir.
Salazar'a göre bu, ancak kollektif şuurun gelişmesile olabilecek bir şeydir.
DEVLET otoritesini zorlaştırıcı bireysel (ferdî) gelişmeyi önleyen bir kollektif şuur yaratmak, için, Salazar, üniformalı gençlik kurullarına, Naziler, Faşistler kadar önem vermek zorunu duymuyor; halkı, din, aile, milliyet gibi kollektif kavramlar çevresinde toplamaya çalışıyor.
Salazar'a göre "Estado Novo" otoriterdir, fakat totaliter değildir. Totaliterlikte devlet her şey demektir. Salazar'ın otoriter devleti ise "pluralist" tir. Bu "pluralist" bünyeyi ortaya getirenler, kilise ile aile, mahkemeler, ve meslek ticaret ve eğitim kuruluşlarıdır. Salazar'ın ve onu savunanların iddiası böyle!
Ama bu çeşitli kurum ve kuruluşların, devlet otoritesinden onu gerektiği gibi kontrol edebilecek kadar bağımsız oldukları söylenemez.
Öyleyse Portekiz'de, devlet otoritesi karşısında hiç bir kuvvet yok mudur?
Salazar'ın sistemini savunanlar, "var" diyorlar. Onlara göre, Salazar'ın otoriter devletinin yetkilerini kısan kuvvet, hem de, hür muhalefet partilerinden, halkın istediği gibi oy kullanma yetkisinden, ve hür basından çok daha tesirli bir kuvvetmiş. Bu kuvvet, bir kanunmuş: Ne halkın, ne idarecilerin, ne de Parlâmentonun değiştirebileceği bir kanun!
Bu büyülü kanun, "Ahlâk Kanunu" imiş! Tanrının koyduğu, ve, ölümlü kullar şöyle dursun, "bizzat Tanrının bile artık değiştiremeyeceği" bir kanun, "Katolü Ahlâk: Kanunu"....
Bu kanunun da hükümlerini bilen, Portekiz'de ancak bir kişi olsa gerek: Salazar!
Salazar, "Portekizde aklın gereklerine göre kurduğumuz siyasî prensipler elbet gelecekte de faydalı olmaya devam edecektir," diyor; "yeter ki bu prensiplerin tatbiki ile görevli olanlar, ehliyetsiz kimseler olmasın!"
Fakat bütün mesele de orada! Salazar'dan sonra "prensipler" i tatbik görevini yüklenecek kimselerin ehliyetli olmaları nasıl sağlanacak?
Portekiz'deki siyasî sistem bu soruyu cevapsız bırakıyor.
Patriarkal aile düzeninin yaşatılmasından tutun da o mistik ve değişmez "Ahlâk Kanunu"na ve otoriter devlet idaresine kadar her şey, Portekiz'de Salazar'ın yerini tutacak kimseler yetişmesine engel olmaktadır.
SALAZAR'ın millî birlik prensibini, Batı dünyasının birleşme eğilimi ile de bağdaştırmak güçtür. Gerek NATO, gerek Batıda kurulmasına çalışılan çeşitli ekonomik ve siyasî birlikler, millî egemenlikten fedakârlık istedikçe, Salazar, Portekiz'i büsbütün kendi kabuğuna çekmeye çalışacaktır. Çünkü "Estado Novo" da milliyet, halkın şuurunu kolektifleştirmek için istifade edilen başlıca kavramlardan biridir.
Otoriter rejimlerin, halktan çok ülkeyi kalkındırmaya yaradığını, insan, Portekiz'de de görüyor.
Salazar Başbakan olduğundan ve Portekiz maliyesini eline aldığından beri, Portekiz'in büyük bir ekonomik kalkınma geçirdiği, günden güne bayındırlaştığı gözle görülebilmektedir. Portekiz parası, dünyanın sağlam paraları arasına yükselmiştir.
Bunlara karşılık harbten hasar görmemiş olan ve bir çok denizaşırı toprakları bulunan Portekiz'de, Salazar'ın "Estado Novu" sunda, halk yoksuldur, geçim zordur, el işi sudan ucuzdur.
Portekiz halkı, kollektif şuurun uykusu, ve bir evliya kılığındaki Salazar'a beslediği hayranlık duygusu içinde, şimdilik bu maddî sıkıntılara sızlanmadan katladır görünmektedir.
" Viva Salazar!"
Çünkü Salazar'dan sonra Portekiz'in ne olacağı bilinemez.
Koleksiyon
Alıntı
“NATO Ülkelerinde 3: "Viva Salazar!",” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 22 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/382 ulaşıldı.