NATO'dan Haber 1: NATO Ruhu
Title:
NATO'dan Haber 1: NATO Ruhu
Source:
Ulus
Date:
1953-06-17
Location:
Atatürk Kitaplığı, 152/25
Text:
Nato'dan Haberler: 1
NATO RUHU
İnsanları barış içinde yaşatma ülküsü gerçekleşmeğe başlamış, Nato, insanlık tarihinde yep yeni bir bahsin başlığı olmuştu
Yazan: Bülent ECEVİT
Fotoğraf altı: Chaillot sarayında hangimiz İzlandalı, hangimiz Türk, hangimiz Yunanlıydık, bilinmez olmuştu."
PARİS'te Kuzey Atlantik Konseyinin Chaillot Sarayındaki merkezine girince, kendimi, hayatta ilk olarak, milliyet, sınırlarının dışında duydum. Burada herşey insana, tek bir milletin değil, mukadderatı birbirininkine bağlanmış 14 milletin ferdi olduğunu düşündürüyordu.
6 Türk gazetecisi, Yunanlı meslekdaşlarımızla bir otelde kalıyorduk. Birlikte Chaillot Sarayına girerken, Belçikalı, Fransalı, İngiltereli, İzlândalı, Lüksenburglu gazetecilerle de birleştik.
Sarayda, Konsey adına, 7 NATO memleketinden gelmiş 25 gazeteci karşılanıyordu. Hangimizin Türk, hangimizin Yunanlı, hangimizin Lüksemburglu olduğu belli bile değildi.
Bizi kapıda karşılayanlar ne millettendiler, onu da bilmiyordum. Merak bile etmiyordum.
Chaillot Sarayının geniş holünde, 14 millet, bir anda, tek bir millet oluvermişti.
O anda içimden, yabancılık duygusuyla beraber misafirlik duygusu da silindi. Beni karşılayan İngiliz, Amerikalı yahut Hollandalı memur kadar ben de oranın ev sahibiydim.
O güne kadar zayıf, korkulu bir ümit olarak kafamda yaşayan bir düşünce, bütün insanlığın tek bir aile gibi barış ve anlayış içinde yaşayabilmeleri düşüncesi, birden bire, en beklenmedik bir sırada gerçekleşmiş bir arzu sıcaklığıyla vücudumu sarıverdi.
NATO siyasi bir teşekkülmüş, askerî bir kuvvetmiş, bütün bunları unuttum. İçimde sadece, NATO'nun 14 milleti kaynatıp eritmesi karşısında duyduğum hayretle barışık sevinç vardı.
Bu sanki bir mucizeydi!
Hani insan, mucizeye benzer şeyler karşısında, uyanık olduğuna, rüya görmediğine inanabilmek için, bir şeyler yapmak, bir yerini acıtmak, kendine iğne batırmak ister. Ben de o ihtiyacı duydum.
Bu ilk defa girdiğim binada, gerçekten oranın sahibi gibi rahat davranabilecek miydim? Ve gerçekten beni kimse yadırgamıyacak, öyle kendi evimde gibi dolaşışımı garipsemiyecek miydi?
Bunu anlamak için birşeyler yapmak istedim. Gözle kaş arası gidip, susamadığım halde, büfeden soğuk birşey içtim. Sigaram olduğu halde, sigara satılan yerden bir paket sigara aldım. Bir ara, binanın gazinosunda bir kahve içtim. Birkaç arkadaşımı çağırıp, onlara da kahve içirttim. Bulduğum açık kapılardan girip canımın çektiği koltuklara oturdum. Yaşım küçük olsaydı belki merdivenlerin trabzanlarından da kayardım. İçimden gelmedi değil!
Bizi, basın konferanslarının yapıldığı salona götürdüler. 4 milletten memur izahat verdi. 7 milletin gazetecisi, birbirlerinin en hayatî meselelerine dair, kendi meseleleriymiş gibi sorular sordular.
Konseyin lokantasında, 14 milletten insan yemek yedik. Yanıma bir İzlandalı gazeteci düşmüştü. Gene, sarışın, tertemiz bakışlı, güler yüzlü ve çekingendi. Dedim ki içimden, Türkiye nerede, İzlanda nerede?. Biz gerçekten bir ailenin fertleri olabilir miyiz? Yoksa bu, sadece su belki de büyülü sarayın verdiği bir illüzyon mu ? Yanımdaki İzlandalı belli ki iyi bir adam; bildiğim kadar benim de içimde bir kötülük yok! Ama, Challiot Sarayının, bu saraydaki topluluk havasının dışına çıkınca da biribirimize böyle yakın olabilir miyiz? Ben Avrupa'nın bir ucundayım, o bir ucunda. Kuzey Kutbunun yakınında! Haydi ben hiç değilse İzlanda'nın yerini, başkentinin Rekyavik, ve kış gecelerinin uzun olduğunu bilirim; ama bu İzlandalı genç gazeteci kim bilir Türkiye'yi ne sanır? Türk olduğumu öğrense ne düşünür?
İçimden geçenleri duymuş gibi, iyi yüzlü İzlandalı:
— Siz nereden geliyorsunuz? diye sordu bana.
— Türkiye'den, dedim.
İzlandalı, birden bire, birşey hatırlamak, meselâ Türkiye'nin haritadaki yerini hatırlamak istermiş gibi, başını havaya kaldırdı, biraz düşündü, sonra, gözlerinin içi gülerek bana dönüp, kulağıma, alçak sesle, ve tertemiz bir Türkçeyle, bir türkü söylemeye başladı:
— Hamsiyi koydum ta-ta-taaa-vaya....
*
DÜNYANIN bir bucağından gelmiş bu İzlandalı gazeteciyi, o canlı Trabzon türküsünü söylerken, kendi yurdumdan saydım. Saçlarının sarılığını, yüzünün hafif kırmızılığını, Karadenizliliğe yordum.
Chaillot Sarayında hangimiz İzlandalı, hangimiz Türk, hangimiz Yunanlıydık ? Bilinmez olmuştu bu! Bilinse de farketmez olmuştu.
İmkânsız sanılan bir şeyin özü kurulmuş, çekirdeği dikilmişti.
Karşı cephenin en büyük propaganda silâhlarından biri olan, bütün insanları barış içinde yaşatma ülküsü, demir-perde gerisinde bir kölelik sistemi haline getirilirken, batıda, 14 millet arasında, bu ülkü sessiz sadasız gerçekleşmeye başlamıştı bile. Bu 14 millet arasında kimse kimsenin ne efendisi ne kölesiydi.
NATO, insanlık tarihinde, yepyeni bir bahsin başlığı olmuştu.
Paris yakınındaki Fontainebleu'de, Avrupa Yüksek Müttefik Karargâhında, yeni Başkomutan General Gruenther, gözlerinde az rastladığım bir samimilik ve heyecan parlayarak bize NATO'nun meselelerini anlatırken, yamaçlarına yeni varılmış bir ülkünün üzerine titreyen bir insan olduğu belliydi.
Bize, NATO'nun karşılaştığı birçok güçlükleri sayıp döktükten sonra, âdeta yalvarır gibi.
— Bütün bunlar geçecektir, dedi: yeter ki NATO'ya karşı ilgi sönmesin!
Üzerinde güneşin battığı sanılan batı dünyasına yeni bir ruh doğuyordu.
NATO RUHU
İnsanları barış içinde yaşatma ülküsü gerçekleşmeğe başlamış, Nato, insanlık tarihinde yep yeni bir bahsin başlığı olmuştu
Yazan: Bülent ECEVİT
Fotoğraf altı: Chaillot sarayında hangimiz İzlandalı, hangimiz Türk, hangimiz Yunanlıydık, bilinmez olmuştu."
PARİS'te Kuzey Atlantik Konseyinin Chaillot Sarayındaki merkezine girince, kendimi, hayatta ilk olarak, milliyet, sınırlarının dışında duydum. Burada herşey insana, tek bir milletin değil, mukadderatı birbirininkine bağlanmış 14 milletin ferdi olduğunu düşündürüyordu.
6 Türk gazetecisi, Yunanlı meslekdaşlarımızla bir otelde kalıyorduk. Birlikte Chaillot Sarayına girerken, Belçikalı, Fransalı, İngiltereli, İzlândalı, Lüksenburglu gazetecilerle de birleştik.
Sarayda, Konsey adına, 7 NATO memleketinden gelmiş 25 gazeteci karşılanıyordu. Hangimizin Türk, hangimizin Yunanlı, hangimizin Lüksemburglu olduğu belli bile değildi.
Bizi kapıda karşılayanlar ne millettendiler, onu da bilmiyordum. Merak bile etmiyordum.
Chaillot Sarayının geniş holünde, 14 millet, bir anda, tek bir millet oluvermişti.
O anda içimden, yabancılık duygusuyla beraber misafirlik duygusu da silindi. Beni karşılayan İngiliz, Amerikalı yahut Hollandalı memur kadar ben de oranın ev sahibiydim.
O güne kadar zayıf, korkulu bir ümit olarak kafamda yaşayan bir düşünce, bütün insanlığın tek bir aile gibi barış ve anlayış içinde yaşayabilmeleri düşüncesi, birden bire, en beklenmedik bir sırada gerçekleşmiş bir arzu sıcaklığıyla vücudumu sarıverdi.
NATO siyasi bir teşekkülmüş, askerî bir kuvvetmiş, bütün bunları unuttum. İçimde sadece, NATO'nun 14 milleti kaynatıp eritmesi karşısında duyduğum hayretle barışık sevinç vardı.
Bu sanki bir mucizeydi!
Hani insan, mucizeye benzer şeyler karşısında, uyanık olduğuna, rüya görmediğine inanabilmek için, bir şeyler yapmak, bir yerini acıtmak, kendine iğne batırmak ister. Ben de o ihtiyacı duydum.
Bu ilk defa girdiğim binada, gerçekten oranın sahibi gibi rahat davranabilecek miydim? Ve gerçekten beni kimse yadırgamıyacak, öyle kendi evimde gibi dolaşışımı garipsemiyecek miydi?
Bunu anlamak için birşeyler yapmak istedim. Gözle kaş arası gidip, susamadığım halde, büfeden soğuk birşey içtim. Sigaram olduğu halde, sigara satılan yerden bir paket sigara aldım. Bir ara, binanın gazinosunda bir kahve içtim. Birkaç arkadaşımı çağırıp, onlara da kahve içirttim. Bulduğum açık kapılardan girip canımın çektiği koltuklara oturdum. Yaşım küçük olsaydı belki merdivenlerin trabzanlarından da kayardım. İçimden gelmedi değil!
Bizi, basın konferanslarının yapıldığı salona götürdüler. 4 milletten memur izahat verdi. 7 milletin gazetecisi, birbirlerinin en hayatî meselelerine dair, kendi meseleleriymiş gibi sorular sordular.
Konseyin lokantasında, 14 milletten insan yemek yedik. Yanıma bir İzlandalı gazeteci düşmüştü. Gene, sarışın, tertemiz bakışlı, güler yüzlü ve çekingendi. Dedim ki içimden, Türkiye nerede, İzlanda nerede?. Biz gerçekten bir ailenin fertleri olabilir miyiz? Yoksa bu, sadece su belki de büyülü sarayın verdiği bir illüzyon mu ? Yanımdaki İzlandalı belli ki iyi bir adam; bildiğim kadar benim de içimde bir kötülük yok! Ama, Challiot Sarayının, bu saraydaki topluluk havasının dışına çıkınca da biribirimize böyle yakın olabilir miyiz? Ben Avrupa'nın bir ucundayım, o bir ucunda. Kuzey Kutbunun yakınında! Haydi ben hiç değilse İzlanda'nın yerini, başkentinin Rekyavik, ve kış gecelerinin uzun olduğunu bilirim; ama bu İzlandalı genç gazeteci kim bilir Türkiye'yi ne sanır? Türk olduğumu öğrense ne düşünür?
İçimden geçenleri duymuş gibi, iyi yüzlü İzlandalı:
— Siz nereden geliyorsunuz? diye sordu bana.
— Türkiye'den, dedim.
İzlandalı, birden bire, birşey hatırlamak, meselâ Türkiye'nin haritadaki yerini hatırlamak istermiş gibi, başını havaya kaldırdı, biraz düşündü, sonra, gözlerinin içi gülerek bana dönüp, kulağıma, alçak sesle, ve tertemiz bir Türkçeyle, bir türkü söylemeye başladı:
— Hamsiyi koydum ta-ta-taaa-vaya....
*
DÜNYANIN bir bucağından gelmiş bu İzlandalı gazeteciyi, o canlı Trabzon türküsünü söylerken, kendi yurdumdan saydım. Saçlarının sarılığını, yüzünün hafif kırmızılığını, Karadenizliliğe yordum.
Chaillot Sarayında hangimiz İzlandalı, hangimiz Türk, hangimiz Yunanlıydık ? Bilinmez olmuştu bu! Bilinse de farketmez olmuştu.
İmkânsız sanılan bir şeyin özü kurulmuş, çekirdeği dikilmişti.
Karşı cephenin en büyük propaganda silâhlarından biri olan, bütün insanları barış içinde yaşatma ülküsü, demir-perde gerisinde bir kölelik sistemi haline getirilirken, batıda, 14 millet arasında, bu ülkü sessiz sadasız gerçekleşmeye başlamıştı bile. Bu 14 millet arasında kimse kimsenin ne efendisi ne kölesiydi.
NATO, insanlık tarihinde, yepyeni bir bahsin başlığı olmuştu.
Paris yakınındaki Fontainebleu'de, Avrupa Yüksek Müttefik Karargâhında, yeni Başkomutan General Gruenther, gözlerinde az rastladığım bir samimilik ve heyecan parlayarak bize NATO'nun meselelerini anlatırken, yamaçlarına yeni varılmış bir ülkünün üzerine titreyen bir insan olduğu belliydi.
Bize, NATO'nun karşılaştığı birçok güçlükleri sayıp döktükten sonra, âdeta yalvarır gibi.
— Bütün bunlar geçecektir, dedi: yeter ki NATO'ya karşı ilgi sönmesin!
Üzerinde güneşin battığı sanılan batı dünyasına yeni bir ruh doğuyordu.
Collection
Citation
“NATO'dan Haber 1: NATO Ruhu,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, accessed November 27, 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/375.