D. Grubu ve Devlet Sergileri
Başlık:
D. Grubu ve Devlet Sergileri
Kaynak:
Ulus, "Sanat Köşesi", ss. 4, 5
Tarih:
1952-05-02
Lokasyon:
İstanbul Üniversitesi / Atatürk Kitaplığı, 152/21
Metin:
SANAT KÖŞESİ
Resim:
D. Grupu ve devlet sergileri
Bülent ECEVİT
Onüçüncü Devlet Resim ve Heykel Sergisinin açılısını bildiren kısa bir yazımda (Ulus — 15.4.1952), geçen yıl olduğu gibi bu yıl da D. Grubu ressamlarının sergiye katılmadıklarını belirtmiş ve bu konuya tekrar döneceğimi söylemiştim.
D. Grubu 1933 yılında, Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Abidin Dino, Cemal Tollu, Elif Naci ve Zühtü Müridoğlu tarafından kurulmuş, sonraları aralarına Eşref Üren, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Eren Eyuboğlu, Arif Kaptan, Salih Urallı, Hakkı Anlı, Sabri Berkel, Fahrünnisa Zeyd ve Nusret Suman da katılmıştır (1). Bu ressam ve heykeltrasları eserleriyle tanıyanlar da bilirler ki D. Grupuna bir okul hattâ mütecanis bir topluluk denemez. D Grubu, Türk resmine belirli bir görüş getirmemiş, ancak Türk resminin görüş ufkunu genişletmiştir. Batı resmiyle aramızdaki son engelleri de yıkarak, bize, Batıda çıkmış ve çıkabilecek bütün plâstik sanat cereyanlarını assimile etme gücünü kazandırmıştır.
Grupun belirli bir sanat görüşü olmadıktan başka, Grupa bağlı sanatkârlardan birçoğunun da sanat anlayışları, tarzları zaman zaman değişmiştir. Aralarında bir yön tutturup ilerliyenler çıktığı gibi hep yeni yollar arıyanlar da, her yeni rüzgârın önüne katılanlar da olmuş, kısacası bu Grup ressamlarından çoğu, daima hayattar, genç kalmasını, azamî tolerans sahibi olmasını bilmişlerdir. Bir büyük meziyetleri de modernlikte yapmacığa, sathîliğe kaçmamaları, modern resmin yüzyıllarca eskiye inen köklerini tanımalarıdır.
Bu ressamlardan bir kısmı şimdi dağılmıştır. Belki aralarında yıllarca birbirini görmemiş olanlar vardır. Fakat "D. Grupu" adı sembolik bir şekilde de olsa yaşamaktadır.
Ve yaşamalıdır! Çünkü, "D. Grubu", yurdumuzda ressam hürriyetini korumak için dikilmiş ilk kalenin adıdır.
*
Mesele, D Grupu ile resmî makamların sanat anlayışları arasındaki bir uyuşmazlıktan ibaret sayılamaz. Mesele, halkla, bugünün sanat anlayışını temsil eden ressamlar arasındaki uyuşmazlıktır. Ve bu uyuşmazlık, zamanımızda sanatla toplumun ayrılışından ileri gelmektedir. Aslına bakarsanız, tarihin belki hiçbir çağında sanatkârlar toplumla bugünkü kadar yakından ilgilenmemişlerdir. Ortada bir ilgisizlik varsa bu, sanatkârın topluma değil, toplumun sanata karşı ilgisizliğidir.
Sanat tarihi, insanlık tarihinden ayrı bir evrimin hikâyesidir. Her iki tarih de birbirleri üzerine tesir edegelmişlerdir.. ama mecraları ayrı kalmıştır. İnsanlık gibi sanat da tekâmül eder, değişir. Fakat insanlar şimdi sanatla okadar ilgisizler ki, sanata bu tekâmül, bu değişme hakkını tanımak gerektiğini bile düşünmüyorlar. Yahut bu tekâmülün ne olduğunu düşünmek, bu konuda kafa yormak istemiyorlar. Evlerimizin şekli değişiyor, esvaplarımız, şapkalarımız değişiyor Devlet şekilleri, hattâ harbler sulhler değişiyor. Herşey değişiyor da yalnız sanat mı değişmesin, 16 ncı. 17. yüzyılda nasılsa öyle kalsın?.. Sanır mısınız ki Leonardo Da Vinci Tiziano yahut Rubens bugün yaşasalardı bildiğimiz tarzlarında resim yaparlardı?..
Siz, Picasso'nun resmiyle alay eden hanımefendi, alın Rubens'in bir albümünü, götürün terzinize; oradaki 17 nci yüzyıl kıyafetlerine bakıp, eteği yerleri süpüren atlas bir entari diksin size, kalça hizasına bir geniş çember koyup eteği üstünden geçirsin, üzerine kat kat sırmalı kadifeler eklesin, atlaslı dantelalı boğum boğum kollar taksın, sonra bu esvabı giyip, elinize de bir yelpaze alıp Atatürk Bulvarında yahut Bağdad Caddesinde güpegündüz piyasaya çıkın! Siz, Paul Klee'nin resimlerini alelacayip karikatürler sanıp gülen beyefendi, kuşanın üstünüze bir zırh, elinize üç arşın boyu bir mızrak alın, ucuna armalı bir sancak geçirin, sırma eğerli bir ata binip salma salına Çankaya'dan Kızıly'a doğru bir inin!..
Alay edilmez mi o hâlinizle, gülünmez mi size?
Picasso ile alay eden, Klee'ye gülen, non-figurative'ci ressamları deli sananlar. zaman sizler için değişiyor, sizin kılık kıyafetiniz için değişiyor da ressamlar için, ressamların tarzı için değişmiyor mu?
Gerektiği kadar sanat kültürü olan bir modern ressam, 16 ncı, 17 nci yüzyılların resmini, bütün ressam olmıyanlardan daha iyi anlar, daha çok sever, daha çok takdir eder. Kopuk sandığımız Picasso, bazan en büyük dersini Rönesans ustalarından meselâ Paolo Ucello'dan, Piero della Franceska'dan alır. Bunun tersi de doğrudur. Meselâ, ömrünün büyük bir kısmını eski çağların resmiyle başbaşa geçirmiş, Rönesans devrinin freskolarını Michael Angelo'nun tavan resimlerini restore etmek için alın teri dökmüş, müzelere yıllarca kapanıp Rubens'in, Rembrandt'ın resimlerini temizlemiş, klâsikler dediğimiz ressam hakkında cilt cilt kitaplar yazmış, onları övüp anlatmış, yaşlı başlı, ak saçlı sanat tarihçileri tanıdım, derslerine girdim. Picasso'yu ve Cezanne'dan bu yana bütün modern resmi en iyi anlıyan, en çok tadir eden insanlar arasında o sanat tarihçileri de vardır
*
Devlet sanatla ilgilenirken, yalnız bizde değil, hemen her memlekette, sanatkârdan önce halkın zevkini aksettirir. Öylece de sanatkâra karşı, ilerlemeyi, değişmeyi, araştırmalar yapmayı imkânsız kılan bir tavır takınmış olur. Bu mahzur ancak, sanatın bir ihtisas işi olduğunu, resimden, heykelden anlamanın da bir özel kültürü gerektirdiğini idrak etmekle ortadan kalkabilir. Herkesin ihtisasına, kendi sahasındaki görüşüne saygımız büyüktür, ama herkes de ressamların ihtisasına saygı göstermeli değil midir? Ressamların karşısında, çözmeğe çalıştıkları türlü sanat meseleleri vardır. O yola sapamazsın, bu yol çirkindir, şu yol deliliktir diye önlerindeki bütün yollara kaleler dikersek bu meseleleri nasıl çözerler?.
Bizde sanatkâr, birçok Batı memleketlerindekinden daha cok devlet himayesine muhtaçtır. Ama bu himaye sanatkârı köstekleyici bir himaye olursa işe yaramaz.
Ressamlarımıza da düşen, pasif mukavemet değildir; hele küsüp köşesine çekilmek hiç değildir. Küsüyorlar da ne oluyor? "Fare dağa küsmüş, dağın haberi olmamış!" Gerçi ne D. Grupu ressamları fareye, ne de karşılarındaki zihniyet dağa benzetilebilir. Ama gene de bu söz ortadaki durumu iyi ifade ediyor. Onların sergiye katılmaması çoğunluğun umurunda olsa neyse; ama değil! Sadece günden güne adlarını, sanatlarını unutturmuş oluyorlar. Yani, küskünlükle geçirdikleri her yıldan biraz daha mağlup çıkıyorlar. Usanmadan, alınmadan, gücenmeden, her yıl Devlet Resim ve Heykel Sergisine resim yollamaları gerekir! Tatbikat nasıl olursa olsun, bu sergiler üstünde kimse onlardan fazla hak sahibi sayılamaz. Gönderecekleri resimlerin hepsi de reddedilecek değil a! Üçü, beşi girse kârdır.. O güne kadar resim görgüsü zayıf kalmış, resim zevki üzerinde işlenmemiş birkaç seyircinin gönlünü, bakarsınız, o üç-beş resmin celivereceği tutar. Bakarsınız, bir Bedri Rahmi tablosuyla, yaldız çerçeveli, kartpostal eflâtunlu, ağaç ağaç denizi deniz bir tabloyu yanyana gören öyle bir seyirci, yapacağı kıyaslamada Bedri Rahmi'ye hak veriverir.
Bizim cemiyetimiz başka Batı cemiyetlerine benzemez. Bizim, bir yeniden doğuş idrâk etmekte olan cemiyetimiz, onlara nazaran henüz gençtir, kemikleri yumuşak, karakter çizgileri keskinleşmemiştir. Bir gencin üstünde işlenebileceği gibi bizim cemiyetimiz üstünde de işlenebilir.
İşte böyle bir zamanda küsmek, köşesine çekilmek, bir daha ele geçmez bir fırsatı kaçırmak olur!
--------
(1) "La Peinture Turque": Nurullah Berk (Basın_Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü, 1950).
Resim:
D. Grupu ve devlet sergileri
Bülent ECEVİT
Onüçüncü Devlet Resim ve Heykel Sergisinin açılısını bildiren kısa bir yazımda (Ulus — 15.4.1952), geçen yıl olduğu gibi bu yıl da D. Grubu ressamlarının sergiye katılmadıklarını belirtmiş ve bu konuya tekrar döneceğimi söylemiştim.
D. Grubu 1933 yılında, Nurullah Berk, Zeki Faik İzer, Abidin Dino, Cemal Tollu, Elif Naci ve Zühtü Müridoğlu tarafından kurulmuş, sonraları aralarına Eşref Üren, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Eren Eyuboğlu, Arif Kaptan, Salih Urallı, Hakkı Anlı, Sabri Berkel, Fahrünnisa Zeyd ve Nusret Suman da katılmıştır (1). Bu ressam ve heykeltrasları eserleriyle tanıyanlar da bilirler ki D. Grupuna bir okul hattâ mütecanis bir topluluk denemez. D Grubu, Türk resmine belirli bir görüş getirmemiş, ancak Türk resminin görüş ufkunu genişletmiştir. Batı resmiyle aramızdaki son engelleri de yıkarak, bize, Batıda çıkmış ve çıkabilecek bütün plâstik sanat cereyanlarını assimile etme gücünü kazandırmıştır.
Grupun belirli bir sanat görüşü olmadıktan başka, Grupa bağlı sanatkârlardan birçoğunun da sanat anlayışları, tarzları zaman zaman değişmiştir. Aralarında bir yön tutturup ilerliyenler çıktığı gibi hep yeni yollar arıyanlar da, her yeni rüzgârın önüne katılanlar da olmuş, kısacası bu Grup ressamlarından çoğu, daima hayattar, genç kalmasını, azamî tolerans sahibi olmasını bilmişlerdir. Bir büyük meziyetleri de modernlikte yapmacığa, sathîliğe kaçmamaları, modern resmin yüzyıllarca eskiye inen köklerini tanımalarıdır.
Bu ressamlardan bir kısmı şimdi dağılmıştır. Belki aralarında yıllarca birbirini görmemiş olanlar vardır. Fakat "D. Grupu" adı sembolik bir şekilde de olsa yaşamaktadır.
Ve yaşamalıdır! Çünkü, "D. Grubu", yurdumuzda ressam hürriyetini korumak için dikilmiş ilk kalenin adıdır.
*
Mesele, D Grupu ile resmî makamların sanat anlayışları arasındaki bir uyuşmazlıktan ibaret sayılamaz. Mesele, halkla, bugünün sanat anlayışını temsil eden ressamlar arasındaki uyuşmazlıktır. Ve bu uyuşmazlık, zamanımızda sanatla toplumun ayrılışından ileri gelmektedir. Aslına bakarsanız, tarihin belki hiçbir çağında sanatkârlar toplumla bugünkü kadar yakından ilgilenmemişlerdir. Ortada bir ilgisizlik varsa bu, sanatkârın topluma değil, toplumun sanata karşı ilgisizliğidir.
Sanat tarihi, insanlık tarihinden ayrı bir evrimin hikâyesidir. Her iki tarih de birbirleri üzerine tesir edegelmişlerdir.. ama mecraları ayrı kalmıştır. İnsanlık gibi sanat da tekâmül eder, değişir. Fakat insanlar şimdi sanatla okadar ilgisizler ki, sanata bu tekâmül, bu değişme hakkını tanımak gerektiğini bile düşünmüyorlar. Yahut bu tekâmülün ne olduğunu düşünmek, bu konuda kafa yormak istemiyorlar. Evlerimizin şekli değişiyor, esvaplarımız, şapkalarımız değişiyor Devlet şekilleri, hattâ harbler sulhler değişiyor. Herşey değişiyor da yalnız sanat mı değişmesin, 16 ncı. 17. yüzyılda nasılsa öyle kalsın?.. Sanır mısınız ki Leonardo Da Vinci Tiziano yahut Rubens bugün yaşasalardı bildiğimiz tarzlarında resim yaparlardı?..
Siz, Picasso'nun resmiyle alay eden hanımefendi, alın Rubens'in bir albümünü, götürün terzinize; oradaki 17 nci yüzyıl kıyafetlerine bakıp, eteği yerleri süpüren atlas bir entari diksin size, kalça hizasına bir geniş çember koyup eteği üstünden geçirsin, üzerine kat kat sırmalı kadifeler eklesin, atlaslı dantelalı boğum boğum kollar taksın, sonra bu esvabı giyip, elinize de bir yelpaze alıp Atatürk Bulvarında yahut Bağdad Caddesinde güpegündüz piyasaya çıkın! Siz, Paul Klee'nin resimlerini alelacayip karikatürler sanıp gülen beyefendi, kuşanın üstünüze bir zırh, elinize üç arşın boyu bir mızrak alın, ucuna armalı bir sancak geçirin, sırma eğerli bir ata binip salma salına Çankaya'dan Kızıly'a doğru bir inin!..
Alay edilmez mi o hâlinizle, gülünmez mi size?
Picasso ile alay eden, Klee'ye gülen, non-figurative'ci ressamları deli sananlar. zaman sizler için değişiyor, sizin kılık kıyafetiniz için değişiyor da ressamlar için, ressamların tarzı için değişmiyor mu?
Gerektiği kadar sanat kültürü olan bir modern ressam, 16 ncı, 17 nci yüzyılların resmini, bütün ressam olmıyanlardan daha iyi anlar, daha çok sever, daha çok takdir eder. Kopuk sandığımız Picasso, bazan en büyük dersini Rönesans ustalarından meselâ Paolo Ucello'dan, Piero della Franceska'dan alır. Bunun tersi de doğrudur. Meselâ, ömrünün büyük bir kısmını eski çağların resmiyle başbaşa geçirmiş, Rönesans devrinin freskolarını Michael Angelo'nun tavan resimlerini restore etmek için alın teri dökmüş, müzelere yıllarca kapanıp Rubens'in, Rembrandt'ın resimlerini temizlemiş, klâsikler dediğimiz ressam hakkında cilt cilt kitaplar yazmış, onları övüp anlatmış, yaşlı başlı, ak saçlı sanat tarihçileri tanıdım, derslerine girdim. Picasso'yu ve Cezanne'dan bu yana bütün modern resmi en iyi anlıyan, en çok tadir eden insanlar arasında o sanat tarihçileri de vardır
*
Devlet sanatla ilgilenirken, yalnız bizde değil, hemen her memlekette, sanatkârdan önce halkın zevkini aksettirir. Öylece de sanatkâra karşı, ilerlemeyi, değişmeyi, araştırmalar yapmayı imkânsız kılan bir tavır takınmış olur. Bu mahzur ancak, sanatın bir ihtisas işi olduğunu, resimden, heykelden anlamanın da bir özel kültürü gerektirdiğini idrak etmekle ortadan kalkabilir. Herkesin ihtisasına, kendi sahasındaki görüşüne saygımız büyüktür, ama herkes de ressamların ihtisasına saygı göstermeli değil midir? Ressamların karşısında, çözmeğe çalıştıkları türlü sanat meseleleri vardır. O yola sapamazsın, bu yol çirkindir, şu yol deliliktir diye önlerindeki bütün yollara kaleler dikersek bu meseleleri nasıl çözerler?.
Bizde sanatkâr, birçok Batı memleketlerindekinden daha cok devlet himayesine muhtaçtır. Ama bu himaye sanatkârı köstekleyici bir himaye olursa işe yaramaz.
Ressamlarımıza da düşen, pasif mukavemet değildir; hele küsüp köşesine çekilmek hiç değildir. Küsüyorlar da ne oluyor? "Fare dağa küsmüş, dağın haberi olmamış!" Gerçi ne D. Grupu ressamları fareye, ne de karşılarındaki zihniyet dağa benzetilebilir. Ama gene de bu söz ortadaki durumu iyi ifade ediyor. Onların sergiye katılmaması çoğunluğun umurunda olsa neyse; ama değil! Sadece günden güne adlarını, sanatlarını unutturmuş oluyorlar. Yani, küskünlükle geçirdikleri her yıldan biraz daha mağlup çıkıyorlar. Usanmadan, alınmadan, gücenmeden, her yıl Devlet Resim ve Heykel Sergisine resim yollamaları gerekir! Tatbikat nasıl olursa olsun, bu sergiler üstünde kimse onlardan fazla hak sahibi sayılamaz. Gönderecekleri resimlerin hepsi de reddedilecek değil a! Üçü, beşi girse kârdır.. O güne kadar resim görgüsü zayıf kalmış, resim zevki üzerinde işlenmemiş birkaç seyircinin gönlünü, bakarsınız, o üç-beş resmin celivereceği tutar. Bakarsınız, bir Bedri Rahmi tablosuyla, yaldız çerçeveli, kartpostal eflâtunlu, ağaç ağaç denizi deniz bir tabloyu yanyana gören öyle bir seyirci, yapacağı kıyaslamada Bedri Rahmi'ye hak veriverir.
Bizim cemiyetimiz başka Batı cemiyetlerine benzemez. Bizim, bir yeniden doğuş idrâk etmekte olan cemiyetimiz, onlara nazaran henüz gençtir, kemikleri yumuşak, karakter çizgileri keskinleşmemiştir. Bir gencin üstünde işlenebileceği gibi bizim cemiyetimiz üstünde de işlenebilir.
İşte böyle bir zamanda küsmek, köşesine çekilmek, bir daha ele geçmez bir fırsatı kaçırmak olur!
--------
(1) "La Peinture Turque": Nurullah Berk (Basın_Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü, 1950).
Koleksiyon
Alıntı
“D. Grubu ve Devlet Sergileri,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 21 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/356 ulaşıldı.