Düzenlenmiş Yaramazlık
Başlık:
Düzenlenmiş Yaramazlık
Kaynak:
Halkçı (Yeni Ulus), "Amerika'dan Mektup" ss. 4, 5
Tarih:
1954-12-03
Lokasyon:
Milli Kütüphane
Metin:
Amerikadan mektup:
Düzenlenmiş yaramazlık
Azizler Gecesinde Amerika'lı ana babaların cocuklara yaptığı azizlik - Elimde tepsi kadar pastayla sokakta nasıl kalakaldım!
Yazan: Bülend ECEVİT
EKİM sonlarına doğru idi, bir papaz gazeteye telefon etti:
- Sizi 3O ekimde Azizler Gecesine davet etmek istiyordum, dedi.
— Hangi kiliseye? dedim.
— Kiliseye değil, bir ilkokula! dedi.
— Azizler Gecesi niçin kilisede değil de ilkokulda kutlanıyor?
— Çünkü, dedi, Amerika'da Azizler Gecesi çocukların yaramazlık gecesidir.
Sonradan öğrendiğime göre, Azizlerin ruhlarını dünyaya yollayarak muziplik, daha doğrusu, bizim dilimize girmiş bir deyimle "azizlik" yaptıkları rivayet olunan bu gecede Amerikalı çocukların da Azizlerle beraber coşması ve hor türlü haşarılık yapması âdetmiş. Öyle ki bu yüzden yakın zamanlara kadar çocuklar arasında ölümle sona eren şakalar bile olurmuş.
Amerikalıların tehlikeli olaylarla başa çıkmak için iki usulleri var: Birincisi tehlike âmilini ortadan kaldırmak; ikincisi, tehlikeyi düzene sokmak.
Birincisini başaramazlarsa ikincisini deniyorlar. Azizler Gecesinde de, Azizlere söz geçirip tehlike âmilini ortadan kaldıramıyacakları için, ikinci yolu seçmiş, çocukların yaramazlığını düzene sokmayı kararlaştırmışlar.
Hem böylelikle yılın başka günlerinde de çocukların fazla yaramazlık yapması önleniyormuş. Çünkü, işi biraz azıtmaya başlıyan bir çocuğa, annesiyle babası, «çocuğum sabret, Azizler Gecesine şunun şurasında -meselâ- 340 gün kaldı, hele o gece gelsin, dilediğin kadar yaramazlık edersin», diyorlarmış, çocuk da ekseriya bunu makûl karşılayıp Azizler Gecesini bekliyormuş.
İşte telefondaki papaz da beni, kilise ve ilkokul himayasinde çocuklar için tertiplenen böyle bir yaramazlık gecesine davet ediyordu. Buraya gelişimin hikmeti öğrenmek, ne olursa olsun öğrenmek olduğu için, nazik papazın davetini hemen kabul ettim.
30 Ekim akşamı beni gazete idarehanesinden alacaktı.
O akşam saat 7 de, üniversite öğrencisine benziyen, spor giyinmiş, genç ve sevimli bir adam geldi. Buranın papazları böyle! Sokak için özel kılıkları, kareketleri, âdetleri yok. Herkes gibi yaşayıp, herkes gibi giyiniyor, herkes gibi gülüp eğleniyorlar. Avrupa’nın kendini ağırdan satan karalar giyinmiş, ciddî papazları yanında bu iddiasız, şen, hafifmeşrep Amerikan papazları insanın içini ferahlatıyor.
Otomobilde genç papazın hanımı da vardı. O da herhangi bir genç Amerikan kadını gibi iddiasız, neşeli ve şıktı.
İlkokula varınca doğru yemekhaneye girdik. Bütün anne babalar, abla ve ağebeyler ve o gece Azizler şerefine azizlik yapmakla mükellef küçük çocuklar, akşam yemeği yiyorlardı. Biz de kafeteryadan yemeğimizi alıp uzun masalardan birine oturduk.
Büyükler aralarında konuşup gülüşüyor, çocuklarsa sakin sakin onlara bakıyorlardı.
- Yaramazlıklar ne zaman başlıyacak? diye sordum.
Meğer okulun başka bir târafında başlamış bile! Yemeğimizi bitirdikten sonra, bir çocuğun ikram ettiği horoz şekerlerimizi eme eme, papaz ve hanımıyla birlikte okulun yaramazlıklar tarafına geçtik.
Uzun bir koridor boyunca tezgâhlar kurulmuştu. Bu tezgâhların başında canavar kılığına girmiş babalarla, erkek kılığına girmiş maskeli anneler oturuyori küçük büyük kim olursa olsun her geçen gün bir bahaneyle para alıyorlardı. Böylece elde edilen gelirle okulun çeşitli ihtiyaçları karşılanırmış.
Koridor üzerindeki odalardan biri «cehennem» di. Paramızı verip «cehennem» e girdik. Karanlık odada bazı ana babalarla öğretmenler şeytan kılığına girmiş, küçüklü büyüklü günahkârları korkutuyorlardı. Fakat verdiğimiz paranın değerince korkmadan çıktık.
Öbür odalarda büfeler ve nişangâhlar vardı. Nişangâhların önünde çocuklar bütün paralarını harcıyor, fakat hiçbir şey kazanamıyorlardı. Armağanlar hep, ne de olsa daha iyi nişan alan büyüklere gidiyordu. Ben bir çift çorapla bir küçük şişe lâvanta kazandım.
Koridorun sonunda gene 10 sentimizi verip «danslı pasta» salonuna girdik. Talihini denemek istiyenler bir plâğın ahengine uyarak sıraların çevresinde dolanıyorlardı; müzik ansızın kesilince, hakemlerin gizlice işaretledikleri bir noktada bulunan kimse kocaman bir pasta kazanıyordu. Daha işin ne olduğunu anlayamadan beni de sıraya soktular. Aramızda tek bir çocuk yoktu. Hepsi bir köşeye sinmiş şaşkın şaşkın büyükleri seyrediyorlardı. Benim arkamda şeytan kılığına girmiş bir kadın, önümde de papaz vardı. Genç papaz; müziğin ahengine uyarak kâh havaya sıçrıyor, kâh zıplıya zıplıya yürüyor, kâh havada elini kolunu sallıyordu. İşin içyüzünü öğrendikten sonra, ya pasta bana çıkarsa diye içime bir korku girdi. Tek başıma o koca pastayla ne yapardım?
Korktuğum kadarda varmış! Müzik kesilidğinde adımımı uğurlu noktaya atmışım.. Çorabımla lâvanta şişeme, tepsi büyüklüğünde bir çikolatalı pasta da katıldı.
Danslı pasta salonundan da çıkınca büfeli odalardan birine girip koka-kola içtik. Koridoru bir boydan bir boya aşıncaya kadar epeyce yorulmuştuk.
- Burada oturacak bir yer yok mu? diye çevremize bakınırken, bir çocuk,
- Koridorun sonunda sağa dönün, orada bir «gevşeme odası» var, üstünde yazıyor, dedi.
«Gevşeme odası» hamam gibi sıcak, büyük bir sınıftı. Her sırada sıcaktan yüzü pancar gibi kızarmış biri oturuyordu. Bu «gevşe» yenlerden dört - beşi büyük, gerisi hep çocuktu. Çocuklardan kiminin uykusu geldiği için başı önünü sarkmıştı; kimi de, elinde yarısı içilmiş Bir koka-kola şişesiyle, sıraya dayanmış hayal kuruyordu. Bunlar, anneleriyle babalarının, yaramazlıklarını kâfi görüp de kendilerini eve götürmelerini bekliyen çocuklardı.
Biz de biraz gevşedikten sonra, artık yapacak biri şey kalmadığı için okuldan çıktık. Genç papazla hanımı beni matbaanın önünde bıraktılar.
Pastayı papazın hanımına hediye etmek istedim, almadı. Rica ettim, yalvardım, «ben bu pastayı bir başıma ne yaparım, ne olursunuz alın!» dedim dinletemedim. Benim kısmetimmiş, ben yiyecekmişim! Din adamları lâf dinlemiyor ki!
Papazla hamını otomobillerini sürüp gittikten sonra, gecenin dokuzunda, yağmurun altında, bir cebimde bir çift çorap, bir cebimde lâvanta şişesi, elimde de o tepsi kadar pastayla; sokağın ortasında kalakaldım. Pastamnın üstüne yağmur damlaları düştükçe çikolatası sulanıp eriyor, kollarıma bulaşıyordu. Atsan atılmaz, yesen yenilmezdi! Tek ümidim gazetede çalışanlarda idi. Akşam yemeklerini de yemişlerdi ama, bir bıçak bulup pastayı dilim dilim kestim, «bana ne, bu sizin icadınız» diyip, hepsine zorla birer parça yedirdim.
İşte Amerika'da bir Azizler Gecesi de böyle geçti!
Bizim bildiğimiz yaramazlık, çocukların kurulu düzen dışına çıkmasıdır. Fakat Amerika bir düzen, bir teşkilât memleketi olduğu için, burada ana babalar, öğretmen ve papazlar el ele verip yaramazlığı da böyle düzene sokmuşlardı.
Azizler Gecesinde çocuklar mı büyüklere, yoksa büyükler mi çocuklara azizlik etmiş oluyordu, artık orasını Azizler bilir!
Düzenlenmiş yaramazlık
Azizler Gecesinde Amerika'lı ana babaların cocuklara yaptığı azizlik - Elimde tepsi kadar pastayla sokakta nasıl kalakaldım!
Yazan: Bülend ECEVİT
EKİM sonlarına doğru idi, bir papaz gazeteye telefon etti:
- Sizi 3O ekimde Azizler Gecesine davet etmek istiyordum, dedi.
— Hangi kiliseye? dedim.
— Kiliseye değil, bir ilkokula! dedi.
— Azizler Gecesi niçin kilisede değil de ilkokulda kutlanıyor?
— Çünkü, dedi, Amerika'da Azizler Gecesi çocukların yaramazlık gecesidir.
Sonradan öğrendiğime göre, Azizlerin ruhlarını dünyaya yollayarak muziplik, daha doğrusu, bizim dilimize girmiş bir deyimle "azizlik" yaptıkları rivayet olunan bu gecede Amerikalı çocukların da Azizlerle beraber coşması ve hor türlü haşarılık yapması âdetmiş. Öyle ki bu yüzden yakın zamanlara kadar çocuklar arasında ölümle sona eren şakalar bile olurmuş.
Amerikalıların tehlikeli olaylarla başa çıkmak için iki usulleri var: Birincisi tehlike âmilini ortadan kaldırmak; ikincisi, tehlikeyi düzene sokmak.
Birincisini başaramazlarsa ikincisini deniyorlar. Azizler Gecesinde de, Azizlere söz geçirip tehlike âmilini ortadan kaldıramıyacakları için, ikinci yolu seçmiş, çocukların yaramazlığını düzene sokmayı kararlaştırmışlar.
Hem böylelikle yılın başka günlerinde de çocukların fazla yaramazlık yapması önleniyormuş. Çünkü, işi biraz azıtmaya başlıyan bir çocuğa, annesiyle babası, «çocuğum sabret, Azizler Gecesine şunun şurasında -meselâ- 340 gün kaldı, hele o gece gelsin, dilediğin kadar yaramazlık edersin», diyorlarmış, çocuk da ekseriya bunu makûl karşılayıp Azizler Gecesini bekliyormuş.
İşte telefondaki papaz da beni, kilise ve ilkokul himayasinde çocuklar için tertiplenen böyle bir yaramazlık gecesine davet ediyordu. Buraya gelişimin hikmeti öğrenmek, ne olursa olsun öğrenmek olduğu için, nazik papazın davetini hemen kabul ettim.
30 Ekim akşamı beni gazete idarehanesinden alacaktı.
O akşam saat 7 de, üniversite öğrencisine benziyen, spor giyinmiş, genç ve sevimli bir adam geldi. Buranın papazları böyle! Sokak için özel kılıkları, kareketleri, âdetleri yok. Herkes gibi yaşayıp, herkes gibi giyiniyor, herkes gibi gülüp eğleniyorlar. Avrupa’nın kendini ağırdan satan karalar giyinmiş, ciddî papazları yanında bu iddiasız, şen, hafifmeşrep Amerikan papazları insanın içini ferahlatıyor.
Otomobilde genç papazın hanımı da vardı. O da herhangi bir genç Amerikan kadını gibi iddiasız, neşeli ve şıktı.
İlkokula varınca doğru yemekhaneye girdik. Bütün anne babalar, abla ve ağebeyler ve o gece Azizler şerefine azizlik yapmakla mükellef küçük çocuklar, akşam yemeği yiyorlardı. Biz de kafeteryadan yemeğimizi alıp uzun masalardan birine oturduk.
Büyükler aralarında konuşup gülüşüyor, çocuklarsa sakin sakin onlara bakıyorlardı.
- Yaramazlıklar ne zaman başlıyacak? diye sordum.
Meğer okulun başka bir târafında başlamış bile! Yemeğimizi bitirdikten sonra, bir çocuğun ikram ettiği horoz şekerlerimizi eme eme, papaz ve hanımıyla birlikte okulun yaramazlıklar tarafına geçtik.
Uzun bir koridor boyunca tezgâhlar kurulmuştu. Bu tezgâhların başında canavar kılığına girmiş babalarla, erkek kılığına girmiş maskeli anneler oturuyori küçük büyük kim olursa olsun her geçen gün bir bahaneyle para alıyorlardı. Böylece elde edilen gelirle okulun çeşitli ihtiyaçları karşılanırmış.
Koridor üzerindeki odalardan biri «cehennem» di. Paramızı verip «cehennem» e girdik. Karanlık odada bazı ana babalarla öğretmenler şeytan kılığına girmiş, küçüklü büyüklü günahkârları korkutuyorlardı. Fakat verdiğimiz paranın değerince korkmadan çıktık.
Öbür odalarda büfeler ve nişangâhlar vardı. Nişangâhların önünde çocuklar bütün paralarını harcıyor, fakat hiçbir şey kazanamıyorlardı. Armağanlar hep, ne de olsa daha iyi nişan alan büyüklere gidiyordu. Ben bir çift çorapla bir küçük şişe lâvanta kazandım.
Koridorun sonunda gene 10 sentimizi verip «danslı pasta» salonuna girdik. Talihini denemek istiyenler bir plâğın ahengine uyarak sıraların çevresinde dolanıyorlardı; müzik ansızın kesilince, hakemlerin gizlice işaretledikleri bir noktada bulunan kimse kocaman bir pasta kazanıyordu. Daha işin ne olduğunu anlayamadan beni de sıraya soktular. Aramızda tek bir çocuk yoktu. Hepsi bir köşeye sinmiş şaşkın şaşkın büyükleri seyrediyorlardı. Benim arkamda şeytan kılığına girmiş bir kadın, önümde de papaz vardı. Genç papaz; müziğin ahengine uyarak kâh havaya sıçrıyor, kâh zıplıya zıplıya yürüyor, kâh havada elini kolunu sallıyordu. İşin içyüzünü öğrendikten sonra, ya pasta bana çıkarsa diye içime bir korku girdi. Tek başıma o koca pastayla ne yapardım?
Korktuğum kadarda varmış! Müzik kesilidğinde adımımı uğurlu noktaya atmışım.. Çorabımla lâvanta şişeme, tepsi büyüklüğünde bir çikolatalı pasta da katıldı.
Danslı pasta salonundan da çıkınca büfeli odalardan birine girip koka-kola içtik. Koridoru bir boydan bir boya aşıncaya kadar epeyce yorulmuştuk.
- Burada oturacak bir yer yok mu? diye çevremize bakınırken, bir çocuk,
- Koridorun sonunda sağa dönün, orada bir «gevşeme odası» var, üstünde yazıyor, dedi.
«Gevşeme odası» hamam gibi sıcak, büyük bir sınıftı. Her sırada sıcaktan yüzü pancar gibi kızarmış biri oturuyordu. Bu «gevşe» yenlerden dört - beşi büyük, gerisi hep çocuktu. Çocuklardan kiminin uykusu geldiği için başı önünü sarkmıştı; kimi de, elinde yarısı içilmiş Bir koka-kola şişesiyle, sıraya dayanmış hayal kuruyordu. Bunlar, anneleriyle babalarının, yaramazlıklarını kâfi görüp de kendilerini eve götürmelerini bekliyen çocuklardı.
Biz de biraz gevşedikten sonra, artık yapacak biri şey kalmadığı için okuldan çıktık. Genç papazla hanımı beni matbaanın önünde bıraktılar.
Pastayı papazın hanımına hediye etmek istedim, almadı. Rica ettim, yalvardım, «ben bu pastayı bir başıma ne yaparım, ne olursunuz alın!» dedim dinletemedim. Benim kısmetimmiş, ben yiyecekmişim! Din adamları lâf dinlemiyor ki!
Papazla hamını otomobillerini sürüp gittikten sonra, gecenin dokuzunda, yağmurun altında, bir cebimde bir çift çorap, bir cebimde lâvanta şişesi, elimde de o tepsi kadar pastayla; sokağın ortasında kalakaldım. Pastamnın üstüne yağmur damlaları düştükçe çikolatası sulanıp eriyor, kollarıma bulaşıyordu. Atsan atılmaz, yesen yenilmezdi! Tek ümidim gazetede çalışanlarda idi. Akşam yemeklerini de yemişlerdi ama, bir bıçak bulup pastayı dilim dilim kestim, «bana ne, bu sizin icadınız» diyip, hepsine zorla birer parça yedirdim.
İşte Amerika'da bir Azizler Gecesi de böyle geçti!
Bizim bildiğimiz yaramazlık, çocukların kurulu düzen dışına çıkmasıdır. Fakat Amerika bir düzen, bir teşkilât memleketi olduğu için, burada ana babalar, öğretmen ve papazlar el ele verip yaramazlığı da böyle düzene sokmuşlardı.
Azizler Gecesinde çocuklar mı büyüklere, yoksa büyükler mi çocuklara azizlik etmiş oluyordu, artık orasını Azizler bilir!
Koleksiyon
Alıntı
“Düzenlenmiş Yaramazlık,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 21 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/325 ulaşıldı.