Köylüleşen Şehirliler
Title:
Köylüleşen Şehirliler
Source:
Halkçı (Yeni Ulus), "Amerika'dan Mektup" s. 4
Date:
1954-11-09
Location:
Milli Kütüphane
Text:
Amerikadan mektup:
Köylüleşen şehirliler
HEM ŞEHİRLİ HEM KÖYLÜ, HEM MAKİNALAŞMIŞ HEM TABİATA DÖNMÜŞ, HEM TABİATIN ORTASINDA HEM TABİATTTAN AYRI
Bülend ECEVİT
EĞER bütün dünya bugün Amerika'nın açmakta olduğu yoldan geçecekse, ayakların yerini otomobillerin, başka eğlencelerin yerini televizyonun almasiyle dünyada pek çok şey değişecek demektir.
Bundan önceki yazımda dediğim gibi, şimdiden Amerika'da şehirler, başka memleketlerde taşıdıkları manayı, insan hayatında oynadıkları rolü kaybetmiye başlamıştır. Günlük hayatın merkezi olmaktan çıkıp sadece günlük çalışmanın merkezi hâline gelmişler.
Hava kararınca bütün hareketi durulan şehir, mesai saati sona ermiş bir daire gibi boşalıp mahzunlaşıveriyor.
Ne sokaklarında piyasaya çıkanlar, ne sinemaya, kahveye gidenler, ne barlar, ne gazinolar, ne gece kulüpleri..
Otomobil, Amerika'lının evini şehirden alıp uzaklara götürmüş. Televizyon, eğlenceyi sinemadan, sahneden, gece kulübünden alıp Amerika’lının evine getirmiş. Ve böylece Amerika’lı, otomobil ve televizyonu yüzünden, geceleri bir kırın ortasındaki yahut bir dağ başındaki evine kapanıp kalan bir insan oluvermiş.
Hollywood filimlerindeki gürültülü, eğlenceli. Amerikan hayatını Amerika’lı da ancak televizyonda gösterilen Hollywood filmlerinde görebiliyor. Öyle bir hayat belki birkaç büyük şehirde hâlâ vardır ama küçük Amerikan şehirlerinde yok artık.
Amerika’lı, Tanrının kırındaki evine kapanıp kalınca aile bağları perçinlenmiş. Aile bağları perçinleştikçe Amerika’lı muhafazakâr olmuş. Aralarında dansı bile hoş karşılamıyan, hiç değilse mânâsız bulanlar pek çok. İçki düşmanlığı son haddine varmış. Güney eyaletlerinden bir çoğunda içkili lokanta, gazino, bar açmak, hattâ kimi yerlerde dükkânlarda içki bile satmak halkın isteğiyle yasak edilmiş.
Dans edemiyen, içki içemiyen, gidecek eğlence bulamıyan Amerika'lı, mazbut ve durgun bir insan olmuş.
*
AMERlKA'lı, hususi hayatında şehirlerden uzak ve şehirlerin hareket ve faaliyetinden yoksun kalınca, dağ başındaki yahut Tanrının kırındaki komşularıyla bir araya gelip küçük topluluklar kurmıya başlamış. Bu toplulukların bir - iki kilisesi, bir okulu, küçücük bir çarşısı, aralarında toplanan parayla satın alınmış ve bizdeki tulumbacı usûlü gönüllülere emanet edilmiş bir yangın arabası, bir de basit aile kulübü var.
Bu şartlar altında Amerika'lı, aslında şehirli de olsa, konforlu bir köy hayatı yaşamıya koyulmuş. Pek ender yapılan toplu eğlenceleri de bir basit köy eğlencesinin çerçevesi içinde kalıyor.
Kısacası, köylünün şehirlileşmesi çağı zirvesine vardıktan sonra, Amerika’da şimdi şehirlinin köylüleşmesi çağı başlamış.
Fakat altında otomobil oldukça, ve otomobil hızını alamadıkça, Amerikalı, bu köy hayatından da kaçmak, Cumartesi gelir gelmez otomobiline binip gitmek, uzaklara çok uzaklara gitmek istiyor. Sabah çoluğunu çocuğunu otomobile doldurup en güzel dağların üstünden, en güzel ormanların içinden, kuytu göllerin kıyısından, bütün bu yerleri bir sinema perdesinde seyredermiş gibi hızla geçip, 60 kilometre, 70 kilometre, 100 kilometre ötelere gidiyor.
Sonra meselâ 100 kilometre ötede, kendi evinin 100 adım ötesinden hiç de farklı olmayan bir yerde durup bir saat nefes alıyor.
Cumartesi ve Pazar günleri evlerinden kaçacak bu aileler için dağlar, ormanlar da teşkilâtlandırılmış. Birkaç kilometre mesefeyle ağaçların altına kaba tahtadan birer piknik masası, birer taş ocak, içecek su fıskiyesi, birer de helâ kurulmuş.
Amerika'lı aile burada etini kızartıp yedikten, suyunu, koka - kolasını içtikten sonra gene yolu gene hızla aşıp karanlıkla evine dönüyor.
Belki kendi evinin az ilerisinde ağaçların altında da öyle bir piknik masasiyle bir taş ocak vardır ama, oraya da 100 kilometre uzakta oturan bir başka aile gelip yemek yiyecektir.
O güzelim dağ yollarına, o uçsuz bucaksız kırlara insan ayağı değmez olmuş. Yürüyerek temiz hava almayı, sevgilisiyle açık havada, ıssız yollarda gezinmeyi, bir ağacın altında uzun uzun oturup tabiatla kaynaşmayı unutmuş Amerika'lı.
En romantik bir Amerika'lının sevgilisiyle yapabileceği tek şey kalmış artık: Gece 30 kilometre ötedeki, bir otomobilli açık hava sinemasına gidip otomobilin içine kapanarak beyaz perdede iki başka sevgilinin sevişmesini seyretmek..
Otomobil Amerika'lıyı şehir hayatından uzaklaştırıp bir çeşit köy hayatına çekmiş ama, tabiatla da arasına otomobil pencerelerinin camını getirip koymuş. Çalışma saatleri dışında tabiata koşan Amerika'lı, tabiatı ancak bu camların ardından, bir sinema şeridi seyreder gibi görebiliyor.
Hem şehirli hem köylü, hem makinalaşmış, hem tabiata dönmüş, hem tabiatın ortasında hem tabiattan ayrı.
İşte Yirminci Yüzyılın ikinci yarısında Amerika'lı, bu zıtları uzlaştırıp yeni bir medeniyet, yeni bir toplum, yeni bir ahlâk ve yaşama düzeni kurmaya, hayatı makinalaştıkça kaybolan eski mutluluğun yerine yeni bir mutluluk bulmaya çalışıyor.
Köylüleşen şehirliler
HEM ŞEHİRLİ HEM KÖYLÜ, HEM MAKİNALAŞMIŞ HEM TABİATA DÖNMÜŞ, HEM TABİATIN ORTASINDA HEM TABİATTTAN AYRI
Bülend ECEVİT
EĞER bütün dünya bugün Amerika'nın açmakta olduğu yoldan geçecekse, ayakların yerini otomobillerin, başka eğlencelerin yerini televizyonun almasiyle dünyada pek çok şey değişecek demektir.
Bundan önceki yazımda dediğim gibi, şimdiden Amerika'da şehirler, başka memleketlerde taşıdıkları manayı, insan hayatında oynadıkları rolü kaybetmiye başlamıştır. Günlük hayatın merkezi olmaktan çıkıp sadece günlük çalışmanın merkezi hâline gelmişler.
Hava kararınca bütün hareketi durulan şehir, mesai saati sona ermiş bir daire gibi boşalıp mahzunlaşıveriyor.
Ne sokaklarında piyasaya çıkanlar, ne sinemaya, kahveye gidenler, ne barlar, ne gazinolar, ne gece kulüpleri..
Otomobil, Amerika'lının evini şehirden alıp uzaklara götürmüş. Televizyon, eğlenceyi sinemadan, sahneden, gece kulübünden alıp Amerika’lının evine getirmiş. Ve böylece Amerika’lı, otomobil ve televizyonu yüzünden, geceleri bir kırın ortasındaki yahut bir dağ başındaki evine kapanıp kalan bir insan oluvermiş.
Hollywood filimlerindeki gürültülü, eğlenceli. Amerikan hayatını Amerika’lı da ancak televizyonda gösterilen Hollywood filmlerinde görebiliyor. Öyle bir hayat belki birkaç büyük şehirde hâlâ vardır ama küçük Amerikan şehirlerinde yok artık.
Amerika’lı, Tanrının kırındaki evine kapanıp kalınca aile bağları perçinlenmiş. Aile bağları perçinleştikçe Amerika’lı muhafazakâr olmuş. Aralarında dansı bile hoş karşılamıyan, hiç değilse mânâsız bulanlar pek çok. İçki düşmanlığı son haddine varmış. Güney eyaletlerinden bir çoğunda içkili lokanta, gazino, bar açmak, hattâ kimi yerlerde dükkânlarda içki bile satmak halkın isteğiyle yasak edilmiş.
Dans edemiyen, içki içemiyen, gidecek eğlence bulamıyan Amerika'lı, mazbut ve durgun bir insan olmuş.
*
AMERlKA'lı, hususi hayatında şehirlerden uzak ve şehirlerin hareket ve faaliyetinden yoksun kalınca, dağ başındaki yahut Tanrının kırındaki komşularıyla bir araya gelip küçük topluluklar kurmıya başlamış. Bu toplulukların bir - iki kilisesi, bir okulu, küçücük bir çarşısı, aralarında toplanan parayla satın alınmış ve bizdeki tulumbacı usûlü gönüllülere emanet edilmiş bir yangın arabası, bir de basit aile kulübü var.
Bu şartlar altında Amerika'lı, aslında şehirli de olsa, konforlu bir köy hayatı yaşamıya koyulmuş. Pek ender yapılan toplu eğlenceleri de bir basit köy eğlencesinin çerçevesi içinde kalıyor.
Kısacası, köylünün şehirlileşmesi çağı zirvesine vardıktan sonra, Amerika’da şimdi şehirlinin köylüleşmesi çağı başlamış.
Fakat altında otomobil oldukça, ve otomobil hızını alamadıkça, Amerikalı, bu köy hayatından da kaçmak, Cumartesi gelir gelmez otomobiline binip gitmek, uzaklara çok uzaklara gitmek istiyor. Sabah çoluğunu çocuğunu otomobile doldurup en güzel dağların üstünden, en güzel ormanların içinden, kuytu göllerin kıyısından, bütün bu yerleri bir sinema perdesinde seyredermiş gibi hızla geçip, 60 kilometre, 70 kilometre, 100 kilometre ötelere gidiyor.
Sonra meselâ 100 kilometre ötede, kendi evinin 100 adım ötesinden hiç de farklı olmayan bir yerde durup bir saat nefes alıyor.
Cumartesi ve Pazar günleri evlerinden kaçacak bu aileler için dağlar, ormanlar da teşkilâtlandırılmış. Birkaç kilometre mesefeyle ağaçların altına kaba tahtadan birer piknik masası, birer taş ocak, içecek su fıskiyesi, birer de helâ kurulmuş.
Amerika'lı aile burada etini kızartıp yedikten, suyunu, koka - kolasını içtikten sonra gene yolu gene hızla aşıp karanlıkla evine dönüyor.
Belki kendi evinin az ilerisinde ağaçların altında da öyle bir piknik masasiyle bir taş ocak vardır ama, oraya da 100 kilometre uzakta oturan bir başka aile gelip yemek yiyecektir.
O güzelim dağ yollarına, o uçsuz bucaksız kırlara insan ayağı değmez olmuş. Yürüyerek temiz hava almayı, sevgilisiyle açık havada, ıssız yollarda gezinmeyi, bir ağacın altında uzun uzun oturup tabiatla kaynaşmayı unutmuş Amerika'lı.
En romantik bir Amerika'lının sevgilisiyle yapabileceği tek şey kalmış artık: Gece 30 kilometre ötedeki, bir otomobilli açık hava sinemasına gidip otomobilin içine kapanarak beyaz perdede iki başka sevgilinin sevişmesini seyretmek..
Otomobil Amerika'lıyı şehir hayatından uzaklaştırıp bir çeşit köy hayatına çekmiş ama, tabiatla da arasına otomobil pencerelerinin camını getirip koymuş. Çalışma saatleri dışında tabiata koşan Amerika'lı, tabiatı ancak bu camların ardından, bir sinema şeridi seyreder gibi görebiliyor.
Hem şehirli hem köylü, hem makinalaşmış, hem tabiata dönmüş, hem tabiatın ortasında hem tabiattan ayrı.
İşte Yirminci Yüzyılın ikinci yarısında Amerika'lı, bu zıtları uzlaştırıp yeni bir medeniyet, yeni bir toplum, yeni bir ahlâk ve yaşama düzeni kurmaya, hayatı makinalaştıkça kaybolan eski mutluluğun yerine yeni bir mutluluk bulmaya çalışıyor.
Collection
Citation
“Köylüleşen Şehirliler,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, accessed November 23, 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/319.