İyi Bir Kadın Gibi Adalet
Başlık:
İyi Bir Kadın Gibi Adalet
Kaynak:
Halkçı (Yeni Ulus), "Amerika'dan Mektup" ss. 4, 5
Tarih:
1954-11-17
Lokasyon:
Milli Kütüphane
Metin:
Amerikadan mektup:
İyi bir kadın gibi adalet
Yargıcın tükürük hokkası — Teklifsiz avukat — Rahat mübaşir — Ve 5 dakikada dâvası görülüp kokakolasını içen kadın.
Yazan: Bülend ECEVİT
AMERİKA’dan bugüne kadar yolladığım mektuplar, daha çok umumî intibalar, 20-25 günün birikmiş görgülerinden çıkarılmış sonuçlardı. Fakat bundan böyle görgülerimin üstünden, sonuç ar çıkarabilecek kadar vakit geçmiyecek. Zaten böyle sonuçlar çıkarmak, genellemeler yapmak, insanı ağır sorumluluk altına sokan bir iş. İyisi mi bu sorumluluğu bu mektupların -eğer varsa- okurlarına bırakıp, yalnız, Winston - Salem adındaki bu küçük Amerikan şehrinde 3 ay, şehrin her hangi bir ferdi gibi bir işe gidip gelirken gördüğüm şeyleri, yaşadığım olayları anlatmakla yetineceğim.
★
★ ★
MESELÂ bugün günlerden Pazartesi..
Sabah, «Twin City Sentinel»in (çalıştığım yayın müessesesinin akşam gazetesinin adı) polis muhabiriyle birlikte, yanımıza Yazı işleri Müdürünün o güne kadar mahkeme görmemiş eşini de alarak bir mahkemeye gittik.
Her binada olduğu gibi, mahkeme binasının da avlusunda soğuk su içecek iki fıskiye vardı. Dünyada su içmeyi bizler kadar seven bir millet daha varsa o da Amerikan milleti. Neden iki fıskiye derseniz, nedeni üstlerinde yazılı: Biri beyazlara biri zencilere mahsus!
Binanın birinci katında vergi dairesi, veraset işlerine bakan bir daire, ve daha karışık bir takım işlere bakan bir - iki başka daire vardı. Yolumuzun üstünde iken verasetle ilgili daireye uğradık. Orta yaşlı bir kadın müdürü var, Yazı İşleri Müdürümüzün hanımı beni kendisiyle tanıştırdı. Zeki yüzlü, kendi hâlinde bir kadındı. Seçimlere hazırlanıyordu. Veraset İşleri Dairesi Müdiresi siyasetle nasıl uğraşırmış diyeceksiniz ama, ne yapsın, o da bu mevkie seçimle geliyor. Bu memlekette en akla gelmiyecek mevkiler için bile seçim yapmak âdet..
— Böyle karışık bir işin başına seçilirken bu işlerden anlıyor olmak şart mı? dedim.
Değilmiş! Tek şart, halkın güvenini kazanmakmış. Yalnız, seçilen kimseden, iş başında her hangi bir yolsuzluk yapması ihtimaline karşı bir miktar depozito alınırmış.
★
★ ★
MÜDİREYE veda edip yolumuza devam ettik. Yukarıya çıkan merdivenin başında zengin bir büfe vardı.
Selefon kâğıtlar içinde sandöviçlerden kokakola ve kahveye, çikolata, şeker ve sigaraya kadar ne kadar aburcubur akla gelirse burada satılıyordu. Amerika'lılar suya oldugu kadar aburcubura da düşkünler.
İkinci katta mahkeme salonuna girdik.
Binanın her tarafı gibi burası da temiz, geniş ve iç açıcıydı. Bizdeki adliye binalarının ve mahkemelerin insan korkutan, ürküten, bedbaht eden havasından burada iz yoktu.
Ne suçsuzların bile yüreğine bütün suçların ağırlığını çöreklendiren acı ziller çalınıyor, ne koridorlarda mübaşirler haykırıyordu, ne peykelerde bir adalet kâbusu içine düşmüş soluk benizli insanlar, ne kapı kenarlarında traşı uzamış odacılar uyukluyordu.
Zaten Amerika’da bugüne kadar girdiğim resmî dairelerle hususî müesseselerden hiç birinde odacıya rastlamadım. Bundan sonra rastlarsam yazarım. Bizde odacıların yaptığı işleri burada kimler görür, bilemem. Öğrenirsem onu da yazarım.
Mahkeme salonundaki uzun kürsüde cübbesiz bir yargıç oturuyordu. Tabiî o da bu kürsüye halkın oyu ile gelmişti. Kürsünün hemen önünde mübaşire benzer üniformalı bir adam vardı. Ara sıra kalkıp dâvası görüleceklerin adını okuyor usule dair bir şeyler söylüyordu. Güneylilerin aksanına alışamadığım, mahkeme tâbirlerini de zaten bilmedigim için neler söylediğini pek anlıyamadım.
Her halde bir çeşit mübaşir olacak bu üniformalı adam, söyliyeceklerini bitir bitirmez sandalyasında çöküp arkaya kaykılıyor, ellerini ensesinde kavuşturuyor, bacak bacak üstüne atıp bir ayağını da yargıcın burnuna doğru uzatıyordu. O da seçilerek mi bu mevkie gelmişti, bilmiyorum.
★
★ ★
Kürsünün önüne dizilmiş masaların çevresine 20,den fazla avukât oturmuştu. Avluda içtikleri su ayrı giden beyaz ve zenci avukatlar, mahkeme salonunda bir aradaydılar. Onlar da cübbesiz, ve kendi oturma odalarındaymış kadar rahat ve teklifsizdiler. Yargıca bir şey söyliyecekleri zaman ceketlerinin önü açık ve elleri ceplerinde konuşuyorlardı. Bazısı konuşurken yerinden bile kalkmıyor hattâ büsbütün arkaya kaykılıp rahatlıyordu.
Yargıç da bir o kadar teklifsiz ve rahattı. Kürsünün altına bir tükürük tablası kondurmuş olmalıydı ki ara sıra hafifçe eğilip haşa huzurdan tükürüyordu.
Yargıcın soluna düşen duvarın dibinde jüri heyeti yerini almıştı. Kimi resmî giyinmişti, kiminin sırtında bir iş gömleği vardı. Onlar da zenci - beyaz beraber oturuyorlardı.
Oturum açılınca ilkin avukatlar birer birer söz alıp ellerindeki dâvaların mahiyetini, mahkemede bu dâvalara bakılmasının tahminen kaç dakka, yahut kaç saat, yahut da kaç gün süreceğini söylediler. Dâvalar galiba buna göre sıraya diziliyordu.
İşe boşanma dâvalarından başlandı.
Boşanmak için müracaatta bulunanlar da dinleyiciler arasındaydılar. Adları çağırıldıkça, yanlarındaki bir şahitle beraber yargıcın karşısına gidiyorlardı. Önce boşanmak isteyen kadın yahut erkek, yargıcın önündeki uzun kürsünün yan tarafına çıkıyor, adını, adresini, kaç yıldır evli olduğunu, eşinden kaç yıldır ayrı yaşadığını söylüyordu. Eğer bir kimse eşinden en az 2 yıldır ayrı yaşadığını söyler, bir şahit bunu doğrular, karşı taraf da itiraz etmezse, kanunen boşanmaya hak kazanırmış. Bu durumda jüriye de el kaldırmaktan başka bir iş düşmüyordu. Başlangıçta yargıç kanunu jüriye anlattı, ve:
— Bu kanun sizce iyi olmayabilir ama, ne yapalım, kanun kanundur, dedi.
Böylelikle 20 dakika içinde 4 çiftin boşanma dâvası karara bağlandı. Kararı dinliyen mahkemeden çıkıp gidiyordu.
İlerde daha meraklı dâvalar olursa gene gelmek üzere biz de çıktık. Boşanma kararını almış kadınlardan biri aşağıdaki büfede şahidiyle beraber kokakola içiyordu.
Canı istedikçe tükürük hokkasına tüküren yargıç rahat, yargıçla oturduğu yerden konuşan avukat rahat, ayaklarını yargıcın burnuna uzatarak kaykılan mübaşir rahat, 5 dakikada dâvası görülüp mahkemenin büfesinde şahidiyle beraber kokakola içen dâvacı kadın rahattı. Adaleti ilk defa, adalet timsalindeki geniş gönüllü, huzur verici, iyi bir kadın hâliyle görmüştüm. Ben de rahattım.
Ekimin son günleri olmasına rağmen dışarıda hava güneşli ve ılık, sokaktan geçen insanlar kaygısızdı.
İyi bir kadın gibi adalet
Yargıcın tükürük hokkası — Teklifsiz avukat — Rahat mübaşir — Ve 5 dakikada dâvası görülüp kokakolasını içen kadın.
Yazan: Bülend ECEVİT
AMERİKA’dan bugüne kadar yolladığım mektuplar, daha çok umumî intibalar, 20-25 günün birikmiş görgülerinden çıkarılmış sonuçlardı. Fakat bundan böyle görgülerimin üstünden, sonuç ar çıkarabilecek kadar vakit geçmiyecek. Zaten böyle sonuçlar çıkarmak, genellemeler yapmak, insanı ağır sorumluluk altına sokan bir iş. İyisi mi bu sorumluluğu bu mektupların -eğer varsa- okurlarına bırakıp, yalnız, Winston - Salem adındaki bu küçük Amerikan şehrinde 3 ay, şehrin her hangi bir ferdi gibi bir işe gidip gelirken gördüğüm şeyleri, yaşadığım olayları anlatmakla yetineceğim.
★
★ ★
MESELÂ bugün günlerden Pazartesi..
Sabah, «Twin City Sentinel»in (çalıştığım yayın müessesesinin akşam gazetesinin adı) polis muhabiriyle birlikte, yanımıza Yazı işleri Müdürünün o güne kadar mahkeme görmemiş eşini de alarak bir mahkemeye gittik.
Her binada olduğu gibi, mahkeme binasının da avlusunda soğuk su içecek iki fıskiye vardı. Dünyada su içmeyi bizler kadar seven bir millet daha varsa o da Amerikan milleti. Neden iki fıskiye derseniz, nedeni üstlerinde yazılı: Biri beyazlara biri zencilere mahsus!
Binanın birinci katında vergi dairesi, veraset işlerine bakan bir daire, ve daha karışık bir takım işlere bakan bir - iki başka daire vardı. Yolumuzun üstünde iken verasetle ilgili daireye uğradık. Orta yaşlı bir kadın müdürü var, Yazı İşleri Müdürümüzün hanımı beni kendisiyle tanıştırdı. Zeki yüzlü, kendi hâlinde bir kadındı. Seçimlere hazırlanıyordu. Veraset İşleri Dairesi Müdiresi siyasetle nasıl uğraşırmış diyeceksiniz ama, ne yapsın, o da bu mevkie seçimle geliyor. Bu memlekette en akla gelmiyecek mevkiler için bile seçim yapmak âdet..
— Böyle karışık bir işin başına seçilirken bu işlerden anlıyor olmak şart mı? dedim.
Değilmiş! Tek şart, halkın güvenini kazanmakmış. Yalnız, seçilen kimseden, iş başında her hangi bir yolsuzluk yapması ihtimaline karşı bir miktar depozito alınırmış.
★
★ ★
MÜDİREYE veda edip yolumuza devam ettik. Yukarıya çıkan merdivenin başında zengin bir büfe vardı.
Selefon kâğıtlar içinde sandöviçlerden kokakola ve kahveye, çikolata, şeker ve sigaraya kadar ne kadar aburcubur akla gelirse burada satılıyordu. Amerika'lılar suya oldugu kadar aburcubura da düşkünler.
İkinci katta mahkeme salonuna girdik.
Binanın her tarafı gibi burası da temiz, geniş ve iç açıcıydı. Bizdeki adliye binalarının ve mahkemelerin insan korkutan, ürküten, bedbaht eden havasından burada iz yoktu.
Ne suçsuzların bile yüreğine bütün suçların ağırlığını çöreklendiren acı ziller çalınıyor, ne koridorlarda mübaşirler haykırıyordu, ne peykelerde bir adalet kâbusu içine düşmüş soluk benizli insanlar, ne kapı kenarlarında traşı uzamış odacılar uyukluyordu.
Zaten Amerika’da bugüne kadar girdiğim resmî dairelerle hususî müesseselerden hiç birinde odacıya rastlamadım. Bundan sonra rastlarsam yazarım. Bizde odacıların yaptığı işleri burada kimler görür, bilemem. Öğrenirsem onu da yazarım.
Mahkeme salonundaki uzun kürsüde cübbesiz bir yargıç oturuyordu. Tabiî o da bu kürsüye halkın oyu ile gelmişti. Kürsünün hemen önünde mübaşire benzer üniformalı bir adam vardı. Ara sıra kalkıp dâvası görüleceklerin adını okuyor usule dair bir şeyler söylüyordu. Güneylilerin aksanına alışamadığım, mahkeme tâbirlerini de zaten bilmedigim için neler söylediğini pek anlıyamadım.
Her halde bir çeşit mübaşir olacak bu üniformalı adam, söyliyeceklerini bitir bitirmez sandalyasında çöküp arkaya kaykılıyor, ellerini ensesinde kavuşturuyor, bacak bacak üstüne atıp bir ayağını da yargıcın burnuna doğru uzatıyordu. O da seçilerek mi bu mevkie gelmişti, bilmiyorum.
★
★ ★
Kürsünün önüne dizilmiş masaların çevresine 20,den fazla avukât oturmuştu. Avluda içtikleri su ayrı giden beyaz ve zenci avukatlar, mahkeme salonunda bir aradaydılar. Onlar da cübbesiz, ve kendi oturma odalarındaymış kadar rahat ve teklifsizdiler. Yargıca bir şey söyliyecekleri zaman ceketlerinin önü açık ve elleri ceplerinde konuşuyorlardı. Bazısı konuşurken yerinden bile kalkmıyor hattâ büsbütün arkaya kaykılıp rahatlıyordu.
Yargıç da bir o kadar teklifsiz ve rahattı. Kürsünün altına bir tükürük tablası kondurmuş olmalıydı ki ara sıra hafifçe eğilip haşa huzurdan tükürüyordu.
Yargıcın soluna düşen duvarın dibinde jüri heyeti yerini almıştı. Kimi resmî giyinmişti, kiminin sırtında bir iş gömleği vardı. Onlar da zenci - beyaz beraber oturuyorlardı.
Oturum açılınca ilkin avukatlar birer birer söz alıp ellerindeki dâvaların mahiyetini, mahkemede bu dâvalara bakılmasının tahminen kaç dakka, yahut kaç saat, yahut da kaç gün süreceğini söylediler. Dâvalar galiba buna göre sıraya diziliyordu.
İşe boşanma dâvalarından başlandı.
Boşanmak için müracaatta bulunanlar da dinleyiciler arasındaydılar. Adları çağırıldıkça, yanlarındaki bir şahitle beraber yargıcın karşısına gidiyorlardı. Önce boşanmak isteyen kadın yahut erkek, yargıcın önündeki uzun kürsünün yan tarafına çıkıyor, adını, adresini, kaç yıldır evli olduğunu, eşinden kaç yıldır ayrı yaşadığını söylüyordu. Eğer bir kimse eşinden en az 2 yıldır ayrı yaşadığını söyler, bir şahit bunu doğrular, karşı taraf da itiraz etmezse, kanunen boşanmaya hak kazanırmış. Bu durumda jüriye de el kaldırmaktan başka bir iş düşmüyordu. Başlangıçta yargıç kanunu jüriye anlattı, ve:
— Bu kanun sizce iyi olmayabilir ama, ne yapalım, kanun kanundur, dedi.
Böylelikle 20 dakika içinde 4 çiftin boşanma dâvası karara bağlandı. Kararı dinliyen mahkemeden çıkıp gidiyordu.
İlerde daha meraklı dâvalar olursa gene gelmek üzere biz de çıktık. Boşanma kararını almış kadınlardan biri aşağıdaki büfede şahidiyle beraber kokakola içiyordu.
Canı istedikçe tükürük hokkasına tüküren yargıç rahat, yargıçla oturduğu yerden konuşan avukat rahat, ayaklarını yargıcın burnuna uzatarak kaykılan mübaşir rahat, 5 dakikada dâvası görülüp mahkemenin büfesinde şahidiyle beraber kokakola içen dâvacı kadın rahattı. Adaleti ilk defa, adalet timsalindeki geniş gönüllü, huzur verici, iyi bir kadın hâliyle görmüştüm. Ben de rahattım.
Ekimin son günleri olmasına rağmen dışarıda hava güneşli ve ılık, sokaktan geçen insanlar kaygısızdı.
Koleksiyon
Alıntı
“İyi Bir Kadın Gibi Adalet,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 26 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/320 ulaşıldı.