Makina Duvarı Gerisinde İnsan
Title:
Makina Duvarı Gerisinde İnsan
Source:
Halkçı (Yeni Ulus), "Amerika'dan Mektup" s. 4
Date:
1954-10-30
Location:
Milli Kütüphane
Text:
Amerika'dan mektup: Makina duvarı gerisinde insan
Amerika'lının bugünü, belkide bütün insanlığın yarınıdır
Yazan: Bülent ECEVİT
EN zor anlaşılan, insanları en güç tanınan memleket Amerika olmalı! Hayat burada öyle hızlı, öyle makinalaşmış ki hiçbir şey ele avuca sığmıyor, insanlar hızla gelip geçen bir trenin penceresindeki yolcular kadar belirsiz. Ne parklarda oturanlar, ne kahvelerde, gazinolarda eğlenenler, ne aşıklar.. Anıglo - Saksonların içe kapalılığı Yeni Dünyanın baş döndürücü hızıyla birleşince, insan büsbütün ortadan silinmiş, görünürde yalnız iş ve hareket kalmış.
Amerikalı duyar, düşünür mü, sever sevinir mi, acır üzülür mü? Gelip geçici bir yabancı, yahut buranın büyük şehirlerinde Amerikalılarla kaynaşmadan yaşıyan bir yabancı, bu sorulan kolay kolay cevaplandıramasa gerek.
Yolladığım ilk mektuptan sonra, New York’ta kaldığını 3 gün, VVashington’da kaldığım 10 gün, bir satır daha yazmaya elim varmadı. Kendimi zorlayıp yazdıklarım oldu ama hepsini yırtıp attım. Çünkü ne yazsam hepsi, cevabı verilememiş sorular oluyordu.
**
AMERİKA'da insan dilsiz de yaşıyabilir. İnsan burada hemen bütün ihtiyaçlarını bir kelime lâf etmeden de görebilir. Sigaralar, posta pulları makinadan alınabilir, kahveler, şerbetler makinadan içilebilir, yemekler makinadan yenebilir. Otobüste, yol parası makinaya atılır. Bakkallarda her şey belirli bir düzene göre ortaya dizilmiş, kapının yanındaki el arabalarından biriyle dolaşılarak bir kelime lâf etmeden alışveriş edilebilir. Yeter ki ihtiyaçlarınız vasatın içinde kalsın, yeter ki ne yapmak, ne yiyip içmek, ne satın almak, nereye gitmek istediğinizi bilesiniz. Amerika’lı da bunların hepsini sabah kalktığı zaman biliyor olmalı.. Hemen her şeyin, her işin hesabı yapılmış, hızı ayarlanmış, yolu çizilmiş, düzeni kurulmuş..
İnsanlar arasında, bizim alıştığımız münasebetlerden birçoğu sıfıra inmiş.
Tütüncüden bir paket sigara almanın, otobüste biletçiyle münakaşa etmenin, lokantada garsonla çekişmenin insanları biribirine ne kadar yaklaştırdığını, konuşarak, hattâ kavga ederek yapılan bir alışverişin aslında ne kadar mânevi bir alışveriş olduğunu insan Amerika’da anlıyor.
Hızdan ve hareketten İnsan’ı görememiş, makinaları aşıp da İnsan’a ulaşamamış bir yabancı, Amerika'dan, bu kadar hız, bu kadar makinalaşma içinde İnsan'ın, insan ruhun yok olduğunu sanarak ayrılırsa kimse bir şey diyemez.
Fakat insan yaratıcılığı, insan düşüncesi, insan duyarlığı tükenmiş olsa, makinaların ardında insan kalbi çarpmasa, bu göz karartan hızın içinde insan olmasa, Amerika’yı Amerika yapan bütün düzen bir anda bozuluvermez, bu toplum çözülüp dağılıvermez miydi?
Bütün iş o hız perdesini, o makina duvarını aşıp Amerika'daki İnsan’a ulaşabilmekte!. Bu, bir korkulu rüyadan uyanmak kadar tatil oluyor.
***
BEN bu korkulu rüyadan, Amerika’ya vardığımın 15'inci günü, küçük bir Amerikan şehrinde uyandım. Şehrin adı Wiston-Salem’di, eyaleti Kuzey Carolina.. 3 ay bu şehirde yaşıyacak, bu şehirde çıkan bir Amerikan gazetesinde, gazetenin herhangi bir üyesi gibi çalışacaktım.
O hız perdesinin ve makine duvarının gerisindeki İnsan'ı, o güne kadar göremediğim Amerika'yı, daha işe başladığım gün, yanıbaşımda buldum.
Bu, kaygılı bir insandı.. Hayatına makinalar girdikçe makinalaşmaktan korkan, ve korktukça kendini makinaya karşı daha çok savunan bir insandı. Makinayla savaşmaya, ona hâkim olmaya azmetmişti.
Yalnız bir insandı.. Günlük bayatının hızı ve makinalar, onu çevresindeki insanlardan koparıp ayırmaya, yalnız bırakmaya çalışıyordu. Bu yalnızlığın acısını duyduğu, korkusunu çektiği için, insanlara dört elle sarılmış, insanlarla arasında kopan her bağın yenine yenilerini kurmak istiyordu.
Doymuş bir insandı.. Otomobilse otomobili, evse evi, paraysa parası vardı. Ve gözlerine, doymuş insanların kimseyi incitmemek, kimsenin hayatını bozmamak isteği gelmişti.
Amerika’lının bugünü, belki bütün insanlığın yarınıdır. Bu yarının uzaktan sanıldığı kadar korkulu olmadığını, makinanın insanı hiçbir zaman yenemiyeceğini, bu küçük Amerikan şehrinde görmeye başladım.
Bu şehrin, New York’taki hayat kadar hayatı makinalaşmış bu küçük endüstri şehrinin insanları bütün Amerika’yı temsil eder mi etmez mi, bilemem! Fakat Winston-Salem'deki Amerika’lının yaptığını zamanla başka Amerikalılar niçin yapamasın? Ve bugün Amerikalının yaptığını, yarın, bizim de hayatımız bu kadar makinalaştığı zaman, biz niçin yapamıyalım?
Makinaların ardındaki insan, duyan ve düşünen, seven ve sevinen, açıyan ve üzülen, bildiğimiz İnsan.. Hatta belki biraz daha temiz, biraz daha kuvvetli..
Amerika'lının bugünü, belkide bütün insanlığın yarınıdır
Yazan: Bülent ECEVİT
EN zor anlaşılan, insanları en güç tanınan memleket Amerika olmalı! Hayat burada öyle hızlı, öyle makinalaşmış ki hiçbir şey ele avuca sığmıyor, insanlar hızla gelip geçen bir trenin penceresindeki yolcular kadar belirsiz. Ne parklarda oturanlar, ne kahvelerde, gazinolarda eğlenenler, ne aşıklar.. Anıglo - Saksonların içe kapalılığı Yeni Dünyanın baş döndürücü hızıyla birleşince, insan büsbütün ortadan silinmiş, görünürde yalnız iş ve hareket kalmış.
Amerikalı duyar, düşünür mü, sever sevinir mi, acır üzülür mü? Gelip geçici bir yabancı, yahut buranın büyük şehirlerinde Amerikalılarla kaynaşmadan yaşıyan bir yabancı, bu sorulan kolay kolay cevaplandıramasa gerek.
Yolladığım ilk mektuptan sonra, New York’ta kaldığını 3 gün, VVashington’da kaldığım 10 gün, bir satır daha yazmaya elim varmadı. Kendimi zorlayıp yazdıklarım oldu ama hepsini yırtıp attım. Çünkü ne yazsam hepsi, cevabı verilememiş sorular oluyordu.
**
AMERİKA'da insan dilsiz de yaşıyabilir. İnsan burada hemen bütün ihtiyaçlarını bir kelime lâf etmeden de görebilir. Sigaralar, posta pulları makinadan alınabilir, kahveler, şerbetler makinadan içilebilir, yemekler makinadan yenebilir. Otobüste, yol parası makinaya atılır. Bakkallarda her şey belirli bir düzene göre ortaya dizilmiş, kapının yanındaki el arabalarından biriyle dolaşılarak bir kelime lâf etmeden alışveriş edilebilir. Yeter ki ihtiyaçlarınız vasatın içinde kalsın, yeter ki ne yapmak, ne yiyip içmek, ne satın almak, nereye gitmek istediğinizi bilesiniz. Amerika’lı da bunların hepsini sabah kalktığı zaman biliyor olmalı.. Hemen her şeyin, her işin hesabı yapılmış, hızı ayarlanmış, yolu çizilmiş, düzeni kurulmuş..
İnsanlar arasında, bizim alıştığımız münasebetlerden birçoğu sıfıra inmiş.
Tütüncüden bir paket sigara almanın, otobüste biletçiyle münakaşa etmenin, lokantada garsonla çekişmenin insanları biribirine ne kadar yaklaştırdığını, konuşarak, hattâ kavga ederek yapılan bir alışverişin aslında ne kadar mânevi bir alışveriş olduğunu insan Amerika’da anlıyor.
Hızdan ve hareketten İnsan’ı görememiş, makinaları aşıp da İnsan’a ulaşamamış bir yabancı, Amerika'dan, bu kadar hız, bu kadar makinalaşma içinde İnsan'ın, insan ruhun yok olduğunu sanarak ayrılırsa kimse bir şey diyemez.
Fakat insan yaratıcılığı, insan düşüncesi, insan duyarlığı tükenmiş olsa, makinaların ardında insan kalbi çarpmasa, bu göz karartan hızın içinde insan olmasa, Amerika’yı Amerika yapan bütün düzen bir anda bozuluvermez, bu toplum çözülüp dağılıvermez miydi?
Bütün iş o hız perdesini, o makina duvarını aşıp Amerika'daki İnsan’a ulaşabilmekte!. Bu, bir korkulu rüyadan uyanmak kadar tatil oluyor.
***
BEN bu korkulu rüyadan, Amerika’ya vardığımın 15'inci günü, küçük bir Amerikan şehrinde uyandım. Şehrin adı Wiston-Salem’di, eyaleti Kuzey Carolina.. 3 ay bu şehirde yaşıyacak, bu şehirde çıkan bir Amerikan gazetesinde, gazetenin herhangi bir üyesi gibi çalışacaktım.
O hız perdesinin ve makine duvarının gerisindeki İnsan'ı, o güne kadar göremediğim Amerika'yı, daha işe başladığım gün, yanıbaşımda buldum.
Bu, kaygılı bir insandı.. Hayatına makinalar girdikçe makinalaşmaktan korkan, ve korktukça kendini makinaya karşı daha çok savunan bir insandı. Makinayla savaşmaya, ona hâkim olmaya azmetmişti.
Yalnız bir insandı.. Günlük bayatının hızı ve makinalar, onu çevresindeki insanlardan koparıp ayırmaya, yalnız bırakmaya çalışıyordu. Bu yalnızlığın acısını duyduğu, korkusunu çektiği için, insanlara dört elle sarılmış, insanlarla arasında kopan her bağın yenine yenilerini kurmak istiyordu.
Doymuş bir insandı.. Otomobilse otomobili, evse evi, paraysa parası vardı. Ve gözlerine, doymuş insanların kimseyi incitmemek, kimsenin hayatını bozmamak isteği gelmişti.
Amerika’lının bugünü, belki bütün insanlığın yarınıdır. Bu yarının uzaktan sanıldığı kadar korkulu olmadığını, makinanın insanı hiçbir zaman yenemiyeceğini, bu küçük Amerikan şehrinde görmeye başladım.
Bu şehrin, New York’taki hayat kadar hayatı makinalaşmış bu küçük endüstri şehrinin insanları bütün Amerika’yı temsil eder mi etmez mi, bilemem! Fakat Winston-Salem'deki Amerika’lının yaptığını zamanla başka Amerikalılar niçin yapamasın? Ve bugün Amerikalının yaptığını, yarın, bizim de hayatımız bu kadar makinalaştığı zaman, biz niçin yapamıyalım?
Makinaların ardındaki insan, duyan ve düşünen, seven ve sevinen, açıyan ve üzülen, bildiğimiz İnsan.. Hatta belki biraz daha temiz, biraz daha kuvvetli..
Collection
Citation
“Makina Duvarı Gerisinde İnsan,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, accessed November 23, 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/316.