Suçlu Kim?

Başlık: 
Suçlu Kim? 
Kaynak: 
Ulus, "Günün Işığında" s. 3 
Tarih: 
1956-11-04 
Lokasyon: 
Rahşan Ecevit Arşivi 
Metin: 
GÜNÜN IŞIĞINDA

Suçlu kim?

İsrail'i, Mısır'a tecavüz ettiği için alkışlıyamayız. Ama bu, Mısır tecavüze uğradı diye üzülmemizi gerektirmez.

İngiltere ve Fransa'nın, Birleşmiş Milletleri hiçe sayarak, Mısır'a karşı kuvvet kullanmalarını mazur göremeyiz. Ama bu, Mısırı mağdur durumda görmemizi gerektirmez.

İngiltere de, Fransa da, İsrail de haksız olabilir. Ama bu, Mısır'ı haklı çıkarmaz.

Bunlar birer paradoks değildir. Süveyş bölgesinde kopan harb, yeryüzünde birçok insanları böyle bir iç çatışmasına düşürmüş olmalıdır. Çünkü bu meselede hak ve haksızlık, tecavüz ve mağdurluk, kesin sınırlarla iki safa ayrılmamıştır.

Süveyş hâdisesi karşısında, bir eski zaman trajedisini seyreden tiyatro seyircileri gibi, iyiyle kötüyü ayırd etmek, hangi taraf protagonist'tir, hangi taraf antagonist, bunu bir bakışta görüp protagonist'i alkışlamak kolay değildir. Ortada ne «iyi» ne «kötü» taraf, ne «haklı» ne «haksız» taraf, ne bir protagonist ne de bir antagonist vardır. Ortada ancak bir düzensizlik vardır. Tecavüz eden de tecavüze uğrayan da aynı derecede bu düzensizliğin kurbanıdırlar, ve bu düzensizlikten yalnız tecavüz edenlerle tecavüze uğrayan değil, bütün dünya milletleri sorumludur.

Süveyş'te patlıyan harb, şimdiye kadar herkesin görmezlikten gelmeğe çalıştığı bu düzensizliği trajik bir şekilde ortaya çıkarmağa yaramıştır. Bu trajedi, bugün Süveyş sahnesinde olmasa, yarın başka bir sahnede oynanacaktı.

Eskiden yeryüzünde kötü de olsa bir düzen bir dereceye kadar, kuvvetler dengesiyle sağlanabiliyordu. Başlıbaşına haklı taraf, haksız taraf diye bir şey yoktu. Hakkın tek ölçüsü kuvvetti. Kuvvetler arasında denge bozuldu mu harb çıkardı. Her millet kendisinin ve komşularının kuvvetini az çok bilir. ve ona göre bir siyaset çizmeğe, ona göre ittifaklar yapmağa çalışırdı.

Hakkın kuvvete dayanması, hiç şüphesiz, hoç bir şey değildi. İnsanlık tekâmül ettikçe demiyelim de, daha realist olup, silâhlar tekâmül ettikçe diyelim, harbler en kuvvetlilerin bile kolay kolay göze alamıyacakları kadar tehlikeli bir faaliyet haline geldi, ve böylece hakkın kuvvete dayandığı kuralı eski hükmünü kaybetti. Hele Büyük devletler arasında harb, büsbütün göze alınması güç bir şey oldu. Çünkü böyle bir harb, dünya harbine yol açacaktı. Dünya harblerindense, galiplerin de, hattâ tarafsızların da, mağlûplar kadar zararlı çıktıkları, iki acı deneme sonunda anlaşılmıştı.

Fakat hakkın kuvvete dayandığı kuralı hükümsüz kalmakla, onun yerini başka bir kural almadı. Şimdi hak kuvvete dayanmıyorsa neye dayanmaktadır? Bunun hâlâ bir cevabı yoktur. Bunun bir cevabı olmadığına en yeni delillerden biir de, Mısır diktatörü Albay Cemal Abdülnasır'ın mütecaviz politikasıdır.

Abdülnasır, haklıyla haksızı tâyinde kuvvet ölçüsünün yürürlükten kalktığını ve bunun yerini daha adilâne bir ölçünün almadığını görerek, bir başına dünyanın yarısına meydan okumağa başlamıştı. İsrail'e meydan okuyordu. Yarı demagoji yarı şantajla bütün Arap âlemini ardından sürüklemeğe çalışıp Batılı devletlere meydan okuyordu. Büyük bir imparatorluk kurmak sevdasındaydı. Hayalindeki bu imparatorluğun sınırları, Türk toprakları içinde Toros eteklerinden başlıyor.

Kuzey Afrikanın Atlantik kıyılarına kadar uzanıyordu. İsrail'in hayat hakkı yoktu. Mısır'a hoş görünmeyen devletlerin, Süveyş gibi hayatî bir milletlerarası su yolundan faydalanma hakkı yoktu. Pek yakın bir gelecekte, Albay Abdülnasır'ın her dediğine pekiyi demiyecek devletlerin Ortadoğu petrolünden istifade etmeğe bile hakkı olmıyacaktı.

Neye güvenerek bu hayallerini gercekleştirmeğe çalışıyordu Abdülnasır? Kuvvetine mi? Hayır!.. Kendi hakkına ve insanlığın adalet duygusuna mı? Hayır!.. Sadece hiç bir büyük devletin kendisine karşı silâh kullanamıyacağına güveniyordu.

Kendisi bir pasifist olsa, böyle bir menfî kuvvet kaynağına güvenmesi belki bir dereceye kadar hoş görülebilirdi. Fakat Abdülnasır, kendisini durdurmak için kuvvet kullanamıyacaklarına inandığı devletlere karşı sesini yükseltirken, bir pasifist Gandhi kılığına değil, bütün dünya ordularına meydan okuyan bir harb tanrısı kılığına bürünüyor. Mısır ordusuna, hayalî Arap Birliği ordusuna dayanıyordu.

Gerçekte ise ne bir Mısır ordusu ne bir Arap Birliği ordusu vardı. Bütün bunlar, tarihte hiç bir diktatörün, hiç bir muhteris emperyalistin göze alamamış olduğu kadar büyük bir blöftü. Ne kadar büyük bir blöf olduğu, küçücük İsrail ordusunun birkaç gün içinde hemen hiç bir mukavemetle karşılaşmaksızın Süveyş’e kadar bütün Kuzey - Doğu Mısır topraklarını işgal edivermesiyle ortaya çıktı.

Hak ölçüsü olarak, Abdülnasır, kuvvetten boşalan yere, blöfü, milletlerarası şantajı ve demagojiyi getirmek istiyordu. Blöfün de, santajın da, demagojinin de dünyada en büyük ustası olarak kendini gördüğü için zaferinden zerre kadar şüphesi yoktu.

Evet, İsrail’in, İngiltere’nin ve Fransa’nın, hak ölçüsü olarak gene kuvvete baş vurmalarını hoş göremeyiz, bunun taşıdığı tehlikeleri görmezlikten gelemeyiz. Ama şunu da itiraf etmeliyiz ki, Mısır’a karşı girişilen kuvvet gösterisi, öldüğü sanılan bir şeytanın dirilip, kendinden boş kalan koltuğa kurulmuş yeni bir oportünist şeytana haddini bildirmesinden başka bir şey değildir.

Hak ölçüsü olarak ortaya gene kuvvetin çıkması istenemez. Ama bu istenmiyorsa, haklıyla haksızı tâyinde, kuvvetin yerini alacak daha adilâne bir ölçü bulunmalı, meydan blöfe, şantaja, demagojiye bırakılmamalıdır. Birleşmiş Milletler Teşkilâtı böyle bir ölçü bulmağa bugüne kadar muvaffak olamamıştır. Onun için de, dünyada, yakın zamana kadar kuvvetler dengesinin yaşattığı tehlikeli ve adaletsiz düzen yerine daha iyi, daha adilâne bir düzen kurulamamıştır. Süveyş’te kopan harbin bizi görmeğe zorladığı acı gerçek budur. Onun için Süveyş hâdisesinde Mısır, İsrail, İngiltere ve Fransa kadar, bütün dünya milletleri de suçlu sayılır.

Bülent ECEVİT 

Dosyalar

1956.11.04.RE_B1.jpg
1956.11.04.RE_B2.jpg
1956.11.04.RE_B.txt

Koleksiyon

Alıntı

“Suçlu Kim?,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 21 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1416 ulaşıldı.