Kanaat ve Durum
Başlık:
Kanaat ve Durum
Kaynak:
Ulus, "Günaydın" ss. 1, 2
Tarih:
1961-01-19
Lokasyon:
Rahşan Ecevit Arşivi, "Günaydın Yazı Dizisi 1960-61"
Metin:
Kanaat ve durum
Değerli gazeteci arkadaşım Hayri Alpar, 15 Ocak günü Dünya Gazetesinde çıkan bir yazısı ile şöyle bir sitemde bulunuyor:
«Bülent Ecevit, İsmet Giritli gibi, biri gazeteci, diğeri eski doçent olan iki temsilci ve fikir adamının Ulus ve Öncü gazetelerinde yazdıkları yazılarda «Bu kanunların (basınla ilgili son iki kanun) hiç biri hürriyeti tahdit etmemektedir» diye, günün havasına kapılarak, toptan inkârcılığa sapmalarını hayretle karşıladık!.. Bilhassa dostumuz Ecevit'in daha önce bizimle aynı görüşleri savunduğu halde, bugün başka türlü bir kanaat gütmesine bir türlü mâna veremedik doğrusu!..»
Bu sitem karşısında, «kanaat» imin ne noktalarda değişmediğini, fakat durumun — kendi görüşüme göre — ne yönde değişmiş olduğunu belirtmek isterim :
1 — 12 Temmuz 1960 günü bu köşede çıkan «Türk basınının hastalık yuvaları» başlıklı yazımda, resmî ilânların gazetelerde yayınlanmasına son verilmesini öne sürmüş,
«Artık iyice anlaşılıyor ki, resmî ilân dağıtımı, ne kadar âdil ölçülere bağlanırsa bağlansın, Türk basını için, Türk toplumu için ve
Türk demokrasisi için zararlı bir unsur olmaktan kurtarılamıyacaktır», demiştim. Resmî ilân dağıtımının, bazı gazeteleri, gazetecilik ödevlerini yapmaksızın ve okuyucunun ilgi ve saygısını çekmeksizin de yaşatan bir unsur olduğunu söylemiştim.
Bugün de aynı düşüncedeyim. Yaşamayı hak eden gazetelere, hakları olan yardım, resmî ilân yolu ile değil, kâğıt fiyatlarını normal seviyeye indirmekle yapılmalı idi!
Fakat şunu da itiraf etmek zorundayım ki, resmî ilân dağıtımı bakımından durum bugün iyi bir yönde değişmiştir. Resmî ilân dağıtımına son verme düşüncesi kabul edilmemekle beraber, Basın - İlân Kurumu ile kurulacak ilân rejimi, herhalde bugüne kadar uygulanandan çok daha âdil bir rejim olacaktır. Böylece resmî ilân dağıtımı, hükümetlerin keyfine bağlı olmaktan kurtularak, daha objektif ölçülere bağlanacaktır. Kötü niyetli bir hükümetin bu Kurum vasıtasiyle yapması mümkün görülebilecek haksızlık, herhalde bütüne kadar süregelen haksızlık imkânlarından çok daha azdır.
2 — 6 Ekim 1960 günü çıkan yazımda, basının sosyalleştirileceği söylentileri üzerinde durmuş, bunun, hür basını sona erdirecek bir yol olduğuna inandığımı belirtmiştim. Bugün de aynı düşünce ve inançtayım. Fakat sevinerek gördüm ki, yürürlüğe giren kanunlarda, basını sosyalleştirmek yoluna gidilmemiştir.Sadece, çalışan gazetecilerin sosyal güvenlikleri genişletilip sağlamlaştırılmıştır.
3 — Aynı yazıda, gazete ihtiyaçları dağıtımının devletleştirilmesindeki tehlikeleri belirtmiştim. Fakat Basın İlân Kurumu ile, bu malzemenin dağıtımı belki ideal bir hâl şekline bağlanmış sayılmasa bile, herhalde bugüne kadar süregelen sistemden çok daha az sakıncalı, çok daha az tehlikeli bir sistem kurulmuş olmaktadır. Bu malzemenin dağıtımı, şimdiye kadar, doğrudan doğruya hükümetin yetkisinde idi; Basın - İlân Kurumu ise, hükümetin yetkilerini, baskı veya haksızlık imkânlarını çok daraltmaktadır.
4 — 9 Kasım günü çıkan «Yapıdan önce temel» başlıklı yazımda, Anayasa hazırlanmadan, rejimle ilgili kanunlar çıkarmanın sakıncalarını belirtmiş,
«. . . . dileriz ki, Millî Birlik Komitesi, yeni bazı kanunlarla rejimi yapısını kurmağa başlamadan önce, bu yapının temeli olacak kanunu, yani Anayasayı beklesin!.. Elindeki, rejimi ilgilendiren kanun tasarılarını da, Anayasaya son şeklini verecek olan Kurucu Meclise bıraksın, ve Kurucu Meclis ancak Anayasaya son şeklini verdikten sonra bu tasarıları ele alsın!.. Hazırlanacak temele uygun olup olmadıklarına göre, bu tasarıları kabul, red veya tadil edebilsin!..»,
demiştim. Bugün de aynı düşüncedeyim. Kurucu Meclisin açılmasına yakın, Millî Birlik Komitesi, gereksiz bir telâş ile, bazısı rejimi yakındın ilgilendiren kanunlar (o arada basınla ilgili son iki kanun) çıkartmış, M. K. B.'nin alelacele çıkarttığı bu kanunlar, Kurucu Meclis açıldıktan sonra bile, günlerce, Resmî Gazetede yayınlanmağa devam etmiştir. Bu tutumun hatâlı olduğuna inanıyorum. Madem ki, M. B. K., Anayasa gibi, devletin ve rejimin temeli olacak kanunun hazırlanması hususunda Kurucu Meclise güveniyordu, bu temel üzerindeki yapıyı meydana getirecek kanunların hazırlanması bakımından da Kurucu Meclise aynı güveni göstermeli idi!
Aceleye geldiği için bir çok noktalarda yorumlanmağa muhtaç kalan bu kanunlar, kanun yorumlanmasına ışık tutan görüşme tutanaklarından da yoksun bulunmaktadır. Daha şimdiden, örneğin, gazeteci kendisi istifa ederse tazminat verilip verilmiyeceği konusunda anlayış ayrılığı ortaya çıkmıştır. Aynı kanun metnine bakarak, bazı gazete sahipleri, kendilerine böyle bir mükellefiyet yüklendiğini, çalışan gazetecilerse kendilerine böyle bir hak tanınmadığını öne sürüyorlar. Kanun bu konuda o kadar şaşırtıcıdır ki, hangi yorumun doğru olduğunu kestirmek gerçekten imkânsızdır. Oysa kanun Kurucu Meclise bırakılarak açıkta tartışılmış olsa idi, böyle karanlık noktaları ya hiç kalmaz, ya da çok azalırdı.
Kanunların Kurucu Meclise bırakılmayışının iyi olmadığını, 11 Ocak 1961 günü çıkan ve 9 gazete sahibinin protestosunu tenkid eden yazımda da belirtmiştim.
Sayın Hayri Alpar'ın, «günün havasına kapılarak toptan inkârcılığa» saptığım iddiasına gelince, ben, tersine, hele 12, 13 Ocak günleri çıkan yazılarımda, «günün havasına» ve o havanın heyecanına kapılan bazı kimselerin içlerinde hürriyet mücadelesine çok büyük hizmetleri geçmiş kimseler de bulunan gazele sahiplerinin bu hizmetlerini toptan inkâr etmelerindeki haksızlığa işaret etmiştim. Bu yoldaki haksız inkâr ve ithamlara bir gazeteci olarak çok üzüldüğümü, bu vesile ile bir kere daha belirtmeyi de borç bilirim.
Çıkan kanunların mükemmel olmaktan uzak bulunduğunu, bunlarda «bazı aksaklıklar göze çarpmakta» olduğunu ise 11 Ocak tarihli yazımda bilhassa belirttim. Aynı gün, Temsilciler Meclisindeki gazeteci arkadaşlarımızla yayınladığımız müşterek demeçte de, böyle aksaklıkların giderilmesi için Kurucu Mecliste teşebbüse geçilebileceği yazılıdır. Bu kanunlar hazırlanırken Basın — Yayın ve Turizm Genel Müdürü olan M.B.K. üyesi Sayın Ahmet Yıldız, kanunlar açıklandıktan sonra çıkan tartışma üzerine,
«Kanunlar tatbik edilirken bazı aksaklıklar görülüp değişiklikler icap ederse Temsilci arkadaşların yapacakları teklife imza koymayı vazife telâkki ederim», demekle, kendisine yaraşan anlayışlılığı ve geniş görüşlülüğü göstermiştir. Kurucu Mecliste bir kanun veya tâdil teklifi için bir M.B.K. üyesinin de imzası şart olduğuna göre, Ahmet Yıldız'ın bu demeci, kanunlardaki aksaklıkların düzeltilmesi yoluna gidilebileceği hususunda bir teminattır.
Fakat, düzeltilmesi, hem de, çalışan gazetecilere tanının haklarda bir kısıntı yapılmaksın düzeltilmesi mümkün olan bu aksaklıklardan hiç birinin, 9 gazete sahibinin iddia etmiş oldukları gibi, «basını emsali görülmemiş bir tehlike içine atmış» olduğunu, «temel hak ve hürriyetlerimizi kısıntıya sokabilecek bir mahiyet» taşıdığını sanmıyorum. Kanunların açıklandığı gün de sanmıyordum, bugün, kanunları birkaç defa daha okuduktan, karşılıklı görüşleri öğrendikten sonra da sanmıyorum.
Kaldı ki, bazı gazete sahiplerince iddia edildiği gibi, bu kanunlarda gerçekten «temel hak ve hürriyetleri kısıntıya sokabilecek» hükümler bulunsa bile, yeni hazırlanacak Anayasa herhalde bu temel hak ve hürriyetleri kesin teminat altına alacağına, Anayasaya aykırı kanun hükümleri herhalde bir Anayasa mahkemesi tarafından kaldırılabileceğine göre, böyle bir durumun da düzeltilmesi imkânı olacak demektir.
Değerli gazeteci arkadaşım Hayri Alpar, 15 Ocak günü Dünya Gazetesinde çıkan bir yazısı ile şöyle bir sitemde bulunuyor:
«Bülent Ecevit, İsmet Giritli gibi, biri gazeteci, diğeri eski doçent olan iki temsilci ve fikir adamının Ulus ve Öncü gazetelerinde yazdıkları yazılarda «Bu kanunların (basınla ilgili son iki kanun) hiç biri hürriyeti tahdit etmemektedir» diye, günün havasına kapılarak, toptan inkârcılığa sapmalarını hayretle karşıladık!.. Bilhassa dostumuz Ecevit'in daha önce bizimle aynı görüşleri savunduğu halde, bugün başka türlü bir kanaat gütmesine bir türlü mâna veremedik doğrusu!..»
Bu sitem karşısında, «kanaat» imin ne noktalarda değişmediğini, fakat durumun — kendi görüşüme göre — ne yönde değişmiş olduğunu belirtmek isterim :
1 — 12 Temmuz 1960 günü bu köşede çıkan «Türk basınının hastalık yuvaları» başlıklı yazımda, resmî ilânların gazetelerde yayınlanmasına son verilmesini öne sürmüş,
«Artık iyice anlaşılıyor ki, resmî ilân dağıtımı, ne kadar âdil ölçülere bağlanırsa bağlansın, Türk basını için, Türk toplumu için ve
Türk demokrasisi için zararlı bir unsur olmaktan kurtarılamıyacaktır», demiştim. Resmî ilân dağıtımının, bazı gazeteleri, gazetecilik ödevlerini yapmaksızın ve okuyucunun ilgi ve saygısını çekmeksizin de yaşatan bir unsur olduğunu söylemiştim.
Bugün de aynı düşüncedeyim. Yaşamayı hak eden gazetelere, hakları olan yardım, resmî ilân yolu ile değil, kâğıt fiyatlarını normal seviyeye indirmekle yapılmalı idi!
Fakat şunu da itiraf etmek zorundayım ki, resmî ilân dağıtımı bakımından durum bugün iyi bir yönde değişmiştir. Resmî ilân dağıtımına son verme düşüncesi kabul edilmemekle beraber, Basın - İlân Kurumu ile kurulacak ilân rejimi, herhalde bugüne kadar uygulanandan çok daha âdil bir rejim olacaktır. Böylece resmî ilân dağıtımı, hükümetlerin keyfine bağlı olmaktan kurtularak, daha objektif ölçülere bağlanacaktır. Kötü niyetli bir hükümetin bu Kurum vasıtasiyle yapması mümkün görülebilecek haksızlık, herhalde bütüne kadar süregelen haksızlık imkânlarından çok daha azdır.
2 — 6 Ekim 1960 günü çıkan yazımda, basının sosyalleştirileceği söylentileri üzerinde durmuş, bunun, hür basını sona erdirecek bir yol olduğuna inandığımı belirtmiştim. Bugün de aynı düşünce ve inançtayım. Fakat sevinerek gördüm ki, yürürlüğe giren kanunlarda, basını sosyalleştirmek yoluna gidilmemiştir.Sadece, çalışan gazetecilerin sosyal güvenlikleri genişletilip sağlamlaştırılmıştır.
3 — Aynı yazıda, gazete ihtiyaçları dağıtımının devletleştirilmesindeki tehlikeleri belirtmiştim. Fakat Basın İlân Kurumu ile, bu malzemenin dağıtımı belki ideal bir hâl şekline bağlanmış sayılmasa bile, herhalde bugüne kadar süregelen sistemden çok daha az sakıncalı, çok daha az tehlikeli bir sistem kurulmuş olmaktadır. Bu malzemenin dağıtımı, şimdiye kadar, doğrudan doğruya hükümetin yetkisinde idi; Basın - İlân Kurumu ise, hükümetin yetkilerini, baskı veya haksızlık imkânlarını çok daraltmaktadır.
4 — 9 Kasım günü çıkan «Yapıdan önce temel» başlıklı yazımda, Anayasa hazırlanmadan, rejimle ilgili kanunlar çıkarmanın sakıncalarını belirtmiş,
«. . . . dileriz ki, Millî Birlik Komitesi, yeni bazı kanunlarla rejimi yapısını kurmağa başlamadan önce, bu yapının temeli olacak kanunu, yani Anayasayı beklesin!.. Elindeki, rejimi ilgilendiren kanun tasarılarını da, Anayasaya son şeklini verecek olan Kurucu Meclise bıraksın, ve Kurucu Meclis ancak Anayasaya son şeklini verdikten sonra bu tasarıları ele alsın!.. Hazırlanacak temele uygun olup olmadıklarına göre, bu tasarıları kabul, red veya tadil edebilsin!..»,
demiştim. Bugün de aynı düşüncedeyim. Kurucu Meclisin açılmasına yakın, Millî Birlik Komitesi, gereksiz bir telâş ile, bazısı rejimi yakındın ilgilendiren kanunlar (o arada basınla ilgili son iki kanun) çıkartmış, M. K. B.'nin alelacele çıkarttığı bu kanunlar, Kurucu Meclis açıldıktan sonra bile, günlerce, Resmî Gazetede yayınlanmağa devam etmiştir. Bu tutumun hatâlı olduğuna inanıyorum. Madem ki, M. B. K., Anayasa gibi, devletin ve rejimin temeli olacak kanunun hazırlanması hususunda Kurucu Meclise güveniyordu, bu temel üzerindeki yapıyı meydana getirecek kanunların hazırlanması bakımından da Kurucu Meclise aynı güveni göstermeli idi!
Aceleye geldiği için bir çok noktalarda yorumlanmağa muhtaç kalan bu kanunlar, kanun yorumlanmasına ışık tutan görüşme tutanaklarından da yoksun bulunmaktadır. Daha şimdiden, örneğin, gazeteci kendisi istifa ederse tazminat verilip verilmiyeceği konusunda anlayış ayrılığı ortaya çıkmıştır. Aynı kanun metnine bakarak, bazı gazete sahipleri, kendilerine böyle bir mükellefiyet yüklendiğini, çalışan gazetecilerse kendilerine böyle bir hak tanınmadığını öne sürüyorlar. Kanun bu konuda o kadar şaşırtıcıdır ki, hangi yorumun doğru olduğunu kestirmek gerçekten imkânsızdır. Oysa kanun Kurucu Meclise bırakılarak açıkta tartışılmış olsa idi, böyle karanlık noktaları ya hiç kalmaz, ya da çok azalırdı.
Kanunların Kurucu Meclise bırakılmayışının iyi olmadığını, 11 Ocak 1961 günü çıkan ve 9 gazete sahibinin protestosunu tenkid eden yazımda da belirtmiştim.
Sayın Hayri Alpar'ın, «günün havasına kapılarak toptan inkârcılığa» saptığım iddiasına gelince, ben, tersine, hele 12, 13 Ocak günleri çıkan yazılarımda, «günün havasına» ve o havanın heyecanına kapılan bazı kimselerin içlerinde hürriyet mücadelesine çok büyük hizmetleri geçmiş kimseler de bulunan gazele sahiplerinin bu hizmetlerini toptan inkâr etmelerindeki haksızlığa işaret etmiştim. Bu yoldaki haksız inkâr ve ithamlara bir gazeteci olarak çok üzüldüğümü, bu vesile ile bir kere daha belirtmeyi de borç bilirim.
Çıkan kanunların mükemmel olmaktan uzak bulunduğunu, bunlarda «bazı aksaklıklar göze çarpmakta» olduğunu ise 11 Ocak tarihli yazımda bilhassa belirttim. Aynı gün, Temsilciler Meclisindeki gazeteci arkadaşlarımızla yayınladığımız müşterek demeçte de, böyle aksaklıkların giderilmesi için Kurucu Mecliste teşebbüse geçilebileceği yazılıdır. Bu kanunlar hazırlanırken Basın — Yayın ve Turizm Genel Müdürü olan M.B.K. üyesi Sayın Ahmet Yıldız, kanunlar açıklandıktan sonra çıkan tartışma üzerine,
«Kanunlar tatbik edilirken bazı aksaklıklar görülüp değişiklikler icap ederse Temsilci arkadaşların yapacakları teklife imza koymayı vazife telâkki ederim», demekle, kendisine yaraşan anlayışlılığı ve geniş görüşlülüğü göstermiştir. Kurucu Mecliste bir kanun veya tâdil teklifi için bir M.B.K. üyesinin de imzası şart olduğuna göre, Ahmet Yıldız'ın bu demeci, kanunlardaki aksaklıkların düzeltilmesi yoluna gidilebileceği hususunda bir teminattır.
Fakat, düzeltilmesi, hem de, çalışan gazetecilere tanının haklarda bir kısıntı yapılmaksın düzeltilmesi mümkün olan bu aksaklıklardan hiç birinin, 9 gazete sahibinin iddia etmiş oldukları gibi, «basını emsali görülmemiş bir tehlike içine atmış» olduğunu, «temel hak ve hürriyetlerimizi kısıntıya sokabilecek bir mahiyet» taşıdığını sanmıyorum. Kanunların açıklandığı gün de sanmıyordum, bugün, kanunları birkaç defa daha okuduktan, karşılıklı görüşleri öğrendikten sonra da sanmıyorum.
Kaldı ki, bazı gazete sahiplerince iddia edildiği gibi, bu kanunlarda gerçekten «temel hak ve hürriyetleri kısıntıya sokabilecek» hükümler bulunsa bile, yeni hazırlanacak Anayasa herhalde bu temel hak ve hürriyetleri kesin teminat altına alacağına, Anayasaya aykırı kanun hükümleri herhalde bir Anayasa mahkemesi tarafından kaldırılabileceğine göre, böyle bir durumun da düzeltilmesi imkânı olacak demektir.
Koleksiyon
Alıntı
“Kanaat ve Durum,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 22 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1321 ulaşıldı.