MBK ve Dış Siyaset
Başlık:
MBK ve Dış Siyaset
Kaynak:
Ulus, "Günaydın" ss. 1, 3
Tarih:
1960-09-13
Lokasyon:
Rahşan Ecevit Arşivi
Metin:
GÜNAYDIN
BÜLENT ECEVİT
M.B.K. ve dış siyaset
Millî Birlik Komitesi, «Memleket Meseleleri Hakkındaki Temel Görüşler» inde, ve bu görüşler açısından bir program hazırlayabilmesi için yeni Hükümete verdiği «Direktif» de, dış siyasetinin de temel ilkelerini ve yönünü, özlü ve kesin bir dille belirtmiştir.
Millî Birlik Komitesine göre:
1. Dış siyasetimiz, millî menfaatler, milletlerarası barış, emniyet, huzur ve hürriyet gerçeği ve inancı içinde tanzim ve esaslandırılmalıdır!
2. Mevcut anlaşmalara samimi olarak riayet olunmalıdır!
3. Komşularımızla dostluk ve iyiniyet münasebetleri samimiyetle devam ettirilmelidir!
4. Milletlerin hürriyet uğrundaki mücadeleleri desteklenmelidir!
27 Mayıs sabahı, Devrim hareketinin daha ilk dakikalarından itibaren Devlet Radyoları ile açıklandığı üzere, Batı'nın kollektif güvenlik sistemi içinde kalmağa kararlı olduğumuz, böylece, bir kere daha doğrulanmış bulunuyor.
Batı'nın kollektif güvenlik sistemi içinde yer almakla, kendi meşru menfaatlerimizi korumaktan, bağımsızlık ve güvenliğimizi teminat altına almaktan, dünya barışına ve hürriyet ülküsüne hizmet edebilmekten başka bir amaç gözetmediğimize göre, o güvenlik sistemi içinde bulunsun, bulunmasın, bütün komşularımızla dostluk aramamız da pek tabiîdir.
Demokrat Parti iktidarının dış siyaseti ise, bütün komşularımıza her vakit bu konuda inanç verebilmiş değildir.
Bunun bir sebebi, D.P. iktidarının, uzun yıllar, Ortadoğu'da önderlik hevesine kapılmış, Arap ülkelerinin gerek kendi aralarındaki gerek bazı Batılı Devletlerle aralarındaki, bizi doğrudan doğruya ilgilendirmeyen ve bizim müdahalemizle çözülmesi mümkün olmayan meselelere lüzumsuz yere karışmış, Batılılar gözündeki değerimizi ve yardım istihkakımızı bu yoldan arttırmağa kalkışmış olmasıdır.
Bir başka sebebi de, iktisadi durumumuz bozuldukça ve yurdumuzda demokrasinin gerilemesi yüzünden Batıdaki itibarımız düştükçe, D.P. iktidarının, Batılı müttefiklerimiz tarafından desteklenme ve yardım edilme umutlarını, dünya huzursuzluğunun milletlerarası gerginliğin devamına bağlamış olmasıdır. Barış içinde yanyana yaşama imkânlarını arttırma, milletlerarası barışı sağlamlaştırma yolundaki çabalara karşı, D.P. iktidarı, zaman zaman, komşularımıza olduğu kadar müttefiklerimize de kaygı verecek ölçüde menfi, hiç değilse soğuk bir tavır takınmıştır.
Kendine güvenen, Türkiye'nin kuvvetini ve dış itibarını her şeyden önce demokrasiye bağlılığında gören, ve iktisadi alanda olsun, dış siyasette olsun maceralardan kaçınan dürüst bir idarenin bu gibi yakışıksız ve tehlikeli taktiklere başvurması tasavvur bile edilemez.
Onun için, bu nitelikleri kendinde toplayan Millî Birlik İdaresi altında, Türkiye'nin, gerek NATO'da gerek CENTO'da sadık ve dürüst bir müttefik olarak kalmasından, iyiniyetli herhangi bir komşumuzun kaygı duyması için, bu ittifaklara bağlılığımızın, komşularımızla karşılıklı iyiniyete dayanan bir dostluğa engel olması için, hiç sebep yoktur.
«Mevcut anlaşmalara samimi olarak riayet» i kararlaştırılınca, Millî Birlik idaresinin, üçlü Balkan Paktına da gereken önemi vermesi, D.P. iktidarının nedense uyutmak istediği bu paktı yeniden canlandırması beklenebilir. Bu Paktın gerek Türkiye ve Balkanlar için gerek Batılı müttefiklerimiz için başlıca önemi, Komünist rejime bağlı kalmakla beraber Sovyetler Birliğinden ayrı, bağımsız bir siyaset güdebilmenin tek başarılı örneğini vermiş olan Yugoslavya'ya bir destek sağlaması idi; Yugoslavya'yı yalnızlıktan kurtarması, Yugoslavya ile Batı arasında bir bağlantı kurması idi. Pakt, önce, Kıbrıs meselesi yüzünden Türk - Yunan münasebetlerinin gerginleşmesi üzerine işlemez duruma gelmişti. Fakat, bu münasebetler düzeldikten sonra da, D.P. iktidarının Yugoslavya'ya karşı —izah edilmeyen sebeplerle— soğuk davranışı, Paktın yeniden işler duruma gelmesine imkân vermemiştir. Yakın tarihin tatsız anılarına rağmen, Yunanistan'la Yugoslavya ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki münasebetler bile normalleşebildiği halde, Türk - Yugoslav münasebetlerinde niçin gereken ve mümkün görünen ölçüde yakınlık sağlanamadığı anlaşılamamıştır. Millî Birlik idaresinin bu mesele üzerine de açık görüşlülükle eğileceği umulur.
Millî Birlik idaresinin, «Milletlerin hürriyet uğrundaki mücadelelerini destekleme» kararına gelince, bu, D.P. iktidarının dış politika tutumundan bir noktada kesin bir ayrılış ifade etmektedir. Fakat bu ayrılış, Batılı müttefiklerimizden Fransayı üzse bile, Batılılarla bir ittifak sistemi içinde bulunuşumuzun başlıca etkenlerinden biri olan hürriyet ülküsüne bağlılığımızın, ve Dünya üzerinde itibarlı bir devlet olarak kalabilmemizin kaçınılmaz bir şartıdır.
M.B.K. sözcüleri, bu arada Türkiye'nin Cezayir'deki hürriyet mücadelesini de destekliyeceğini açıkça belirtmiş, böylelikle, Başkan Gürsel'in bu konu da daha önce vermiş olduğu bir demeci teyid etmişlerdir.
Fransa ile ittifakımız ve NATO daki üyeliğimiz yüzünden, kendimizi, Fransız sömürgeciliğinin sorumluluğunu paylaşmağa mecbur hissetmemiz için sebep yoktur. Nitekim Birleşik Amerika da kendini buna mecbur hissetmemektedir.
Kaldı ki, Cezayir'in bir ân önce bağımsızlığına kavuşması, Batı dünyası için bir kayıp değil, ancak bir kazanç olacaktır.
İç siyasette ve sosyal ve ekonomik meselelere bakışında olduğu kadar, dış siyasette de gerici bir davranışdan ve dar görüşlülükten kendini kurtaramıyan D.P. iktidarının, hürriyetlerine yeni kavuşan veya kavuşmak isteyen uluslara karşı kayıtsız ve soğuk davranışı, hattâ, Cezayir konusunda olduğu gibi, zaman zaman menfi tavır takınışı, Türk ulusunun itibarını zedelediği kadar, Kurtuluş Savaşımızın Asya ve Afrika halkları gözündeki şerefli hatırasını da lekeliyordu. Bu davranış, üstelik, bağımsızlığına yeni kavuşan ulusların yıldan yıla çoğalması ile dünya durumunda meydana gelen değişikliğe uyabilmemizi güçleştiriyor, dünyada kazandıkları önemin bir sonucu olarak Birleşmiş Milletlerde de gitgide ağır basar duruma gelen yeni devletlerin bizim için pek değerli olan güven ve dostluğundan bizi yok yere yoksun bırakıyordu.
27 Mayıs hareketi ile kendi bünyesinde devrimci karekterine yeniden kavuşan Türkiye, «Milletlerin hürriyet uğrundaki mücadelelerini destekleme» kararı ile, dünya gözünde de devrimci karakterine yeniden kavuşmuş olacaktır.
BÜLENT ECEVİT
M.B.K. ve dış siyaset
Millî Birlik Komitesi, «Memleket Meseleleri Hakkındaki Temel Görüşler» inde, ve bu görüşler açısından bir program hazırlayabilmesi için yeni Hükümete verdiği «Direktif» de, dış siyasetinin de temel ilkelerini ve yönünü, özlü ve kesin bir dille belirtmiştir.
Millî Birlik Komitesine göre:
1. Dış siyasetimiz, millî menfaatler, milletlerarası barış, emniyet, huzur ve hürriyet gerçeği ve inancı içinde tanzim ve esaslandırılmalıdır!
2. Mevcut anlaşmalara samimi olarak riayet olunmalıdır!
3. Komşularımızla dostluk ve iyiniyet münasebetleri samimiyetle devam ettirilmelidir!
4. Milletlerin hürriyet uğrundaki mücadeleleri desteklenmelidir!
27 Mayıs sabahı, Devrim hareketinin daha ilk dakikalarından itibaren Devlet Radyoları ile açıklandığı üzere, Batı'nın kollektif güvenlik sistemi içinde kalmağa kararlı olduğumuz, böylece, bir kere daha doğrulanmış bulunuyor.
Batı'nın kollektif güvenlik sistemi içinde yer almakla, kendi meşru menfaatlerimizi korumaktan, bağımsızlık ve güvenliğimizi teminat altına almaktan, dünya barışına ve hürriyet ülküsüne hizmet edebilmekten başka bir amaç gözetmediğimize göre, o güvenlik sistemi içinde bulunsun, bulunmasın, bütün komşularımızla dostluk aramamız da pek tabiîdir.
Demokrat Parti iktidarının dış siyaseti ise, bütün komşularımıza her vakit bu konuda inanç verebilmiş değildir.
Bunun bir sebebi, D.P. iktidarının, uzun yıllar, Ortadoğu'da önderlik hevesine kapılmış, Arap ülkelerinin gerek kendi aralarındaki gerek bazı Batılı Devletlerle aralarındaki, bizi doğrudan doğruya ilgilendirmeyen ve bizim müdahalemizle çözülmesi mümkün olmayan meselelere lüzumsuz yere karışmış, Batılılar gözündeki değerimizi ve yardım istihkakımızı bu yoldan arttırmağa kalkışmış olmasıdır.
Bir başka sebebi de, iktisadi durumumuz bozuldukça ve yurdumuzda demokrasinin gerilemesi yüzünden Batıdaki itibarımız düştükçe, D.P. iktidarının, Batılı müttefiklerimiz tarafından desteklenme ve yardım edilme umutlarını, dünya huzursuzluğunun milletlerarası gerginliğin devamına bağlamış olmasıdır. Barış içinde yanyana yaşama imkânlarını arttırma, milletlerarası barışı sağlamlaştırma yolundaki çabalara karşı, D.P. iktidarı, zaman zaman, komşularımıza olduğu kadar müttefiklerimize de kaygı verecek ölçüde menfi, hiç değilse soğuk bir tavır takınmıştır.
Kendine güvenen, Türkiye'nin kuvvetini ve dış itibarını her şeyden önce demokrasiye bağlılığında gören, ve iktisadi alanda olsun, dış siyasette olsun maceralardan kaçınan dürüst bir idarenin bu gibi yakışıksız ve tehlikeli taktiklere başvurması tasavvur bile edilemez.
Onun için, bu nitelikleri kendinde toplayan Millî Birlik İdaresi altında, Türkiye'nin, gerek NATO'da gerek CENTO'da sadık ve dürüst bir müttefik olarak kalmasından, iyiniyetli herhangi bir komşumuzun kaygı duyması için, bu ittifaklara bağlılığımızın, komşularımızla karşılıklı iyiniyete dayanan bir dostluğa engel olması için, hiç sebep yoktur.
«Mevcut anlaşmalara samimi olarak riayet» i kararlaştırılınca, Millî Birlik idaresinin, üçlü Balkan Paktına da gereken önemi vermesi, D.P. iktidarının nedense uyutmak istediği bu paktı yeniden canlandırması beklenebilir. Bu Paktın gerek Türkiye ve Balkanlar için gerek Batılı müttefiklerimiz için başlıca önemi, Komünist rejime bağlı kalmakla beraber Sovyetler Birliğinden ayrı, bağımsız bir siyaset güdebilmenin tek başarılı örneğini vermiş olan Yugoslavya'ya bir destek sağlaması idi; Yugoslavya'yı yalnızlıktan kurtarması, Yugoslavya ile Batı arasında bir bağlantı kurması idi. Pakt, önce, Kıbrıs meselesi yüzünden Türk - Yunan münasebetlerinin gerginleşmesi üzerine işlemez duruma gelmişti. Fakat, bu münasebetler düzeldikten sonra da, D.P. iktidarının Yugoslavya'ya karşı —izah edilmeyen sebeplerle— soğuk davranışı, Paktın yeniden işler duruma gelmesine imkân vermemiştir. Yakın tarihin tatsız anılarına rağmen, Yunanistan'la Yugoslavya ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki münasebetler bile normalleşebildiği halde, Türk - Yugoslav münasebetlerinde niçin gereken ve mümkün görünen ölçüde yakınlık sağlanamadığı anlaşılamamıştır. Millî Birlik idaresinin bu mesele üzerine de açık görüşlülükle eğileceği umulur.
Millî Birlik idaresinin, «Milletlerin hürriyet uğrundaki mücadelelerini destekleme» kararına gelince, bu, D.P. iktidarının dış politika tutumundan bir noktada kesin bir ayrılış ifade etmektedir. Fakat bu ayrılış, Batılı müttefiklerimizden Fransayı üzse bile, Batılılarla bir ittifak sistemi içinde bulunuşumuzun başlıca etkenlerinden biri olan hürriyet ülküsüne bağlılığımızın, ve Dünya üzerinde itibarlı bir devlet olarak kalabilmemizin kaçınılmaz bir şartıdır.
M.B.K. sözcüleri, bu arada Türkiye'nin Cezayir'deki hürriyet mücadelesini de destekliyeceğini açıkça belirtmiş, böylelikle, Başkan Gürsel'in bu konu da daha önce vermiş olduğu bir demeci teyid etmişlerdir.
Fransa ile ittifakımız ve NATO daki üyeliğimiz yüzünden, kendimizi, Fransız sömürgeciliğinin sorumluluğunu paylaşmağa mecbur hissetmemiz için sebep yoktur. Nitekim Birleşik Amerika da kendini buna mecbur hissetmemektedir.
Kaldı ki, Cezayir'in bir ân önce bağımsızlığına kavuşması, Batı dünyası için bir kayıp değil, ancak bir kazanç olacaktır.
İç siyasette ve sosyal ve ekonomik meselelere bakışında olduğu kadar, dış siyasette de gerici bir davranışdan ve dar görüşlülükten kendini kurtaramıyan D.P. iktidarının, hürriyetlerine yeni kavuşan veya kavuşmak isteyen uluslara karşı kayıtsız ve soğuk davranışı, hattâ, Cezayir konusunda olduğu gibi, zaman zaman menfi tavır takınışı, Türk ulusunun itibarını zedelediği kadar, Kurtuluş Savaşımızın Asya ve Afrika halkları gözündeki şerefli hatırasını da lekeliyordu. Bu davranış, üstelik, bağımsızlığına yeni kavuşan ulusların yıldan yıla çoğalması ile dünya durumunda meydana gelen değişikliğe uyabilmemizi güçleştiriyor, dünyada kazandıkları önemin bir sonucu olarak Birleşmiş Milletlerde de gitgide ağır basar duruma gelen yeni devletlerin bizim için pek değerli olan güven ve dostluğundan bizi yok yere yoksun bırakıyordu.
27 Mayıs hareketi ile kendi bünyesinde devrimci karekterine yeniden kavuşan Türkiye, «Milletlerin hürriyet uğrundaki mücadelelerini destekleme» kararı ile, dünya gözünde de devrimci karakterine yeniden kavuşmuş olacaktır.
Koleksiyon
Alıntı
“MBK ve Dış Siyaset,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 26 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1239 ulaşıldı.