Türk Gücünü Seferber Edebilmenin Sırrı
Başlık:
Türk Gücünü Seferber Edebilmenin Sırrı
Kaynak:
Ulus, "Günaydın" ss. 1, 5
Tarih:
1960-08-30
Lokasyon:
Rahşan Ecevit Arşivi
Metin:
GÜNAYDIN
BÜLENT ECEVİT
Türk Gücünü Seferber Edebilmenin Sırrı
Geçen yıl bugün çıkan yazımı şu sözlerle bitirmiştim:
«Birinci Dünya Harbi galiplerine yenilen milletle, o devletlere karşı Kurtuluş Savaşında galip çıkan ayni milletti. Başındaki kumandanlar bile çoğunlukla ayni kumandanlardı. Elindeki maddî ve askerî imkânlar belki daha azdı, fakat daha çok değildi. Değişen sadece şu idi. Kurtuluş Savaşında Türk Milleti, otokratik bir padişah idaresinin vesayetinden çıkıp kendi idaresine sahip kılınmıştı!
Sadece bu değişiklik başka, bütün şartlar ayni olduğu halde. belki daha kötü olduğu halde, Türk Milletinin, Birinci Dünya Harbi yenilgisinden silkinip Kurtuluş Savaşı mucizesini yaratabilmesine yetmişti.
Bu bakımdan, 30 Ağustos Zaferi, askerî olduğu kadar siyasî bir zaferdir de. Türk Milletinin savaş gücünün olduğu kadar siyasî erginliğinin de zaferidir.
Çünkü o zaferle, Türk Milleti, demokratik idareye liyakat sınavını, demokrasi ile bağdaşması en güç sanılan bir alanda, savaş alanında, en büyük başarı ile vermiştir.»
Gerçekten Türk Kurtuluş Savaşının, en çetin engellere karşı kazanılan o savaşın, büyük özelligi, ulus iradesini temsil eden bir parlamentonun, savaş içinde bulunan en ileri demokrasilerle bile kolay kolay rastlanamıyacak bir açıklık ve serbestlikle memleket meselelerini tartışabildiği parlamento binasından düşman topları duyulurken Başkumandanın kıyasıya tenkid edilebildiği bir siyasal düzen içinde yürütmüş olmasıdır.
Türk Ulusu için demokrasinin, güç işleri başarma yolunda bir engel değil, tersine, kaçınılmaz şart olduğu Kurtuluş Savaşıyla denenmiş, 30 Ağustos Zaferiyle ispat edilmiştir.
Gerçi Türk toplumunun dünya görüşünü, yönelişini, yaşayışını çağımızın isterlerine uydurabilmek için gerekli devrimleri tutundurmak üzere, Zaferden sonra, toplum yapısına, ağır fakat hayatî bir ameliyattan farksız bir müdahale yapılmışsa da bu müdahale, devrimleri benimseyen bir kuşak yetişir yetişmez sona erdirilerek, ulus iradesinin serbestçe işleyebileceği bir demokratik düzene geçilmiştir.
27 Mayıs 1960 Devrimini, Türk toplumunda demokrasinin bir yenilgisi olarak görenler veya göstermek isteyenler var. Bunlara göre, Türk toplumunda demokrasinin yürümeyeceği, Türk halkının henüz demokrasiye hazır bulunmadığı belli olduğu içindir ki 27 Mayıs Devrimini yapmak gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Bu kötümserlik yersiz, bu iddia temelsizdir, Türk halkı demokrasiden başka bir yönetim yoluna artık katlanamıyacak duruma geldiği, Türk toplum yapısı diktatörlük eğilimi karşısında en sert tepkiyi gösterecek bir siyasal erginlik ve sıhhat kazandığı içindir ki 27 Mayıs Devrimi olmuştur. Bunun tersini ileri sürmek, 27 Mayıs sabahı vurulan son darbeyi, toplum içinde öncesi ve kaynağı bulunmayan, gücünü halktan almayan bir hareket gibi göstermek, sorumluluğuna ulusun katılmadığı bir alelâde hükümet darbesi saymak olur.
Gerçek hiç de böyle değildir. 27 Mayıs darbesi ulusun darbesidir. 30 Ağustos 1922'de düşmanı yenen asker süngüsündeki güç nasıl Türk ulusunun irade ve gücünden ayrı düşünülemezse, 27 Mayıs 1960'da diktatörlük zihniyetini deviren askerî güç de Türk Ulusunun irade ve gücünden ayrı düşünülmez. 30 Ağustos 1922 Zaferi, Türk Ulusunun bağımsızlıktan yoksun yaşamayı reddedişinin, 27 Mayıs 1960 Devrimi de, Türk toplumunun hürriyetsiz yaşamayı reddedişinin belirtisidir.
Bundan böyle her derdimizin çaresi, ancak demokratik düzen içinde ve ancak ulusun serbest iradesi ile aranabilecek ve bulunacaktır
Uzun tarihi boyunca Türk Ulusu, yabancılar elinde de kendi içinde de bir kölelik devresinden geçmemiştir. Zaman zaman yabancılar elinde ya da kendi içinde kölelik devirlerinden geçmiş, öylece doğası köleliğe yatkın duruma gelmiş uluslar, baskı idaresi altında verimli, hattâ kendi iradelerini serbestçe kullanabilmeleri halinde olacaklarından daha verimli olabilirler.
Ama Türk Ulusunun doğası köleliğe yatkın değildir. Tarih boyunca Türk toplumunda, dışardan yabancı unsurlardan devşirilenlerin bile köleliği geçici kalmış, babadan oğula aktarılmamıştır. Onun içindir ki baskı idaresi, bütün örneklerinden görülebileceği üzere, Türk Ulusunu gevşekliğe sürüklemeden, hareketsiz, verimsiz kılmaktan geri bırakmadan başka sonuç doğurmamıştır.
Önümüzde başarılacak çetin işler, aşılacak uzun yollar olduğuna şüphe yok. Bütün gücümüzü kalkınma yolunda seferber etmenin, ilerleme çabamıza olanca hızı vermenin gerekliliğine şüphe yok.
İşte bu seferberliğin, bu hızın Türk toplumunda tek ve kaçınılmaz şartı, ulus iradesini serbest bırakmak, kayıtsız şartsız eğemen kılmaktır.
Türk Ulusunun bütün gücünü seferber etmenin ulusal iradeyi serbest bırakmadan başka çaresi olmadığı, iradesi serbest ve eğemen kılındığında ise Türk Ulusunun mucizeler yaratabildiği, hem öyle mucize ki, cansız yere serilmişse yeniden canlanıp kendini yere serenleri devirebildiği, 30 Ağustos 1922'de görülmüştür.
Temel dâvalarımızı demokrasi yolu ile çözebilmenin imkânsızlığını düşünenlere ve telkine çalışanlara, son basın toplantısında verdiği kesin cevapta,
«Böyle düşünenler Türk Milletine bühtanda bulunmaktadırlar», demekle, Sayın Cemal Gürsel de, genç yaşında Kurtuluş Savaşına katılmış uyanık bir asker, olgunluk çağında Devrim Hareketinin başına geçmiş ergin bir önder olarak, Türk gücünün sırrını, bu gücü seferber edebilmenin yolunu, tek yolunu, bilir kişi olduğunu anlatmıştır.
BÜLENT ECEVİT
Türk Gücünü Seferber Edebilmenin Sırrı
Geçen yıl bugün çıkan yazımı şu sözlerle bitirmiştim:
«Birinci Dünya Harbi galiplerine yenilen milletle, o devletlere karşı Kurtuluş Savaşında galip çıkan ayni milletti. Başındaki kumandanlar bile çoğunlukla ayni kumandanlardı. Elindeki maddî ve askerî imkânlar belki daha azdı, fakat daha çok değildi. Değişen sadece şu idi. Kurtuluş Savaşında Türk Milleti, otokratik bir padişah idaresinin vesayetinden çıkıp kendi idaresine sahip kılınmıştı!
Sadece bu değişiklik başka, bütün şartlar ayni olduğu halde. belki daha kötü olduğu halde, Türk Milletinin, Birinci Dünya Harbi yenilgisinden silkinip Kurtuluş Savaşı mucizesini yaratabilmesine yetmişti.
Bu bakımdan, 30 Ağustos Zaferi, askerî olduğu kadar siyasî bir zaferdir de. Türk Milletinin savaş gücünün olduğu kadar siyasî erginliğinin de zaferidir.
Çünkü o zaferle, Türk Milleti, demokratik idareye liyakat sınavını, demokrasi ile bağdaşması en güç sanılan bir alanda, savaş alanında, en büyük başarı ile vermiştir.»
Gerçekten Türk Kurtuluş Savaşının, en çetin engellere karşı kazanılan o savaşın, büyük özelligi, ulus iradesini temsil eden bir parlamentonun, savaş içinde bulunan en ileri demokrasilerle bile kolay kolay rastlanamıyacak bir açıklık ve serbestlikle memleket meselelerini tartışabildiği parlamento binasından düşman topları duyulurken Başkumandanın kıyasıya tenkid edilebildiği bir siyasal düzen içinde yürütmüş olmasıdır.
Türk Ulusu için demokrasinin, güç işleri başarma yolunda bir engel değil, tersine, kaçınılmaz şart olduğu Kurtuluş Savaşıyla denenmiş, 30 Ağustos Zaferiyle ispat edilmiştir.
Gerçi Türk toplumunun dünya görüşünü, yönelişini, yaşayışını çağımızın isterlerine uydurabilmek için gerekli devrimleri tutundurmak üzere, Zaferden sonra, toplum yapısına, ağır fakat hayatî bir ameliyattan farksız bir müdahale yapılmışsa da bu müdahale, devrimleri benimseyen bir kuşak yetişir yetişmez sona erdirilerek, ulus iradesinin serbestçe işleyebileceği bir demokratik düzene geçilmiştir.
27 Mayıs 1960 Devrimini, Türk toplumunda demokrasinin bir yenilgisi olarak görenler veya göstermek isteyenler var. Bunlara göre, Türk toplumunda demokrasinin yürümeyeceği, Türk halkının henüz demokrasiye hazır bulunmadığı belli olduğu içindir ki 27 Mayıs Devrimini yapmak gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Bu kötümserlik yersiz, bu iddia temelsizdir, Türk halkı demokrasiden başka bir yönetim yoluna artık katlanamıyacak duruma geldiği, Türk toplum yapısı diktatörlük eğilimi karşısında en sert tepkiyi gösterecek bir siyasal erginlik ve sıhhat kazandığı içindir ki 27 Mayıs Devrimi olmuştur. Bunun tersini ileri sürmek, 27 Mayıs sabahı vurulan son darbeyi, toplum içinde öncesi ve kaynağı bulunmayan, gücünü halktan almayan bir hareket gibi göstermek, sorumluluğuna ulusun katılmadığı bir alelâde hükümet darbesi saymak olur.
Gerçek hiç de böyle değildir. 27 Mayıs darbesi ulusun darbesidir. 30 Ağustos 1922'de düşmanı yenen asker süngüsündeki güç nasıl Türk ulusunun irade ve gücünden ayrı düşünülemezse, 27 Mayıs 1960'da diktatörlük zihniyetini deviren askerî güç de Türk Ulusunun irade ve gücünden ayrı düşünülmez. 30 Ağustos 1922 Zaferi, Türk Ulusunun bağımsızlıktan yoksun yaşamayı reddedişinin, 27 Mayıs 1960 Devrimi de, Türk toplumunun hürriyetsiz yaşamayı reddedişinin belirtisidir.
Bundan böyle her derdimizin çaresi, ancak demokratik düzen içinde ve ancak ulusun serbest iradesi ile aranabilecek ve bulunacaktır
Uzun tarihi boyunca Türk Ulusu, yabancılar elinde de kendi içinde de bir kölelik devresinden geçmemiştir. Zaman zaman yabancılar elinde ya da kendi içinde kölelik devirlerinden geçmiş, öylece doğası köleliğe yatkın duruma gelmiş uluslar, baskı idaresi altında verimli, hattâ kendi iradelerini serbestçe kullanabilmeleri halinde olacaklarından daha verimli olabilirler.
Ama Türk Ulusunun doğası köleliğe yatkın değildir. Tarih boyunca Türk toplumunda, dışardan yabancı unsurlardan devşirilenlerin bile köleliği geçici kalmış, babadan oğula aktarılmamıştır. Onun içindir ki baskı idaresi, bütün örneklerinden görülebileceği üzere, Türk Ulusunu gevşekliğe sürüklemeden, hareketsiz, verimsiz kılmaktan geri bırakmadan başka sonuç doğurmamıştır.
Önümüzde başarılacak çetin işler, aşılacak uzun yollar olduğuna şüphe yok. Bütün gücümüzü kalkınma yolunda seferber etmenin, ilerleme çabamıza olanca hızı vermenin gerekliliğine şüphe yok.
İşte bu seferberliğin, bu hızın Türk toplumunda tek ve kaçınılmaz şartı, ulus iradesini serbest bırakmak, kayıtsız şartsız eğemen kılmaktır.
Türk Ulusunun bütün gücünü seferber etmenin ulusal iradeyi serbest bırakmadan başka çaresi olmadığı, iradesi serbest ve eğemen kılındığında ise Türk Ulusunun mucizeler yaratabildiği, hem öyle mucize ki, cansız yere serilmişse yeniden canlanıp kendini yere serenleri devirebildiği, 30 Ağustos 1922'de görülmüştür.
Temel dâvalarımızı demokrasi yolu ile çözebilmenin imkânsızlığını düşünenlere ve telkine çalışanlara, son basın toplantısında verdiği kesin cevapta,
«Böyle düşünenler Türk Milletine bühtanda bulunmaktadırlar», demekle, Sayın Cemal Gürsel de, genç yaşında Kurtuluş Savaşına katılmış uyanık bir asker, olgunluk çağında Devrim Hareketinin başına geçmiş ergin bir önder olarak, Türk gücünün sırrını, bu gücü seferber edebilmenin yolunu, tek yolunu, bilir kişi olduğunu anlatmıştır.
Koleksiyon
Alıntı
“Türk Gücünü Seferber Edebilmenin Sırrı,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 22 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1229 ulaşıldı.