Köy mü Köylü mü?
Başlık:
Köy mü Köylü mü?
Kaynak:
Ulus, "Günaydın" ss. 1, 5
Tarih:
1960-07-31
Lokasyon:
Rahşan Ecevit Arşivi
Metin:
GÜNAYDIN
BÜLENT ECEVİT
Köy mü köylü mü?
Devrimlerin yurt ölçüsünde kökleşip boy verebilmesini, demokrasinin verimli işleyebilmesini, ekonomimizin yeteri kadar hızla gelişebilmesini sağlamak için başta gelen şartın köylüyü kalkındırmak olduğu biliniyor. Ama köylüyü kalkındırmanın ne yoldan başarılabileceği üzerinde gereğince düşünülmüş değil.
Köylüyü eğitmenin, her türlü sosyal hizmetten, kamu hizmetlerinden yararlandırabilmenin devlet için kaçınılmaz bir ödev olduğu da biliniyor. Ama eldeki çok dar imkânlarla bu çok geniş ihtiyacın nasıl karşılanabileceği çözülmüş değil.
Örneğin, 27 Mayıs hareketinden beri üzerinde en çok durulan konular arasında köylü eğitimini hızlandırmak, köylü sağlığını korumak geliyor. Ama Türkiye'de kırk bin koy var. Kırk bin köye öğretmen, doktor, hastabakıcı nasıl sağlanacak? Daha şehirlerin öğretmen ve doktor ihtiyacı tam karşılanamazken köylerinki nasıl karşılanacak? Doktorluğu devletleştirmek insanca ve ileri bir düşünce! Ama köy sayısının dörtte birini bulmayan doktorla bu sistem köyleri kapsayabilir mi?
Başka bütün hizmetlerin de köylere uzatılmasında böyle sayı yetersizlikleriyle, maddî güçlükler, hattâ imkânsızlıklarla karşı karşıyayız.
Durum bir bakıma çıkmaz gibidir: Bütün kamu hizmetleri, bütün sosyal hizmetler köylere kadar uzatılmadan Türkiye kalkındırılamaz, Türkiye kalkındırılmadan da bu hizmetler köylere kadar uzatılamaz gibi gürünür!
Fakat durumun çıkmaz gibi görünmesi belki de bir noktanın gözden kaçmasından; yapılması mümkün, hattâ gerekli bir ayırımın yapılmamasından ileri geliyordur: Köyü kalkındırmakla köylüyü kalkındırmak bir tutulmakta, ikisinin ayrı ayrı meseleler olabileceği gözden kaçmaktadır.
Mesele köyün kalkındırılması olarak ele alınınca karşımıza ayrı ayrı kırk bin topluluk çıkar. Bu kırk bin topluluğu kalkındırmak için, her hizmet kolunun şehir ve kasabalardaki ihtiyacı karşıladıktan sonra kırk bine bölünmesi, kırk bin yere birden yetişmesi gerekir. Güçlük, hattâ bazı hizmetler bakımından imkânsızlık, bu çokluktan ve dağınıklıktan doğmaktadır.
Fakat mesele köyün değil de köylünün kalkındırılması olarak ele alınırsa, meseleyi çözmek için iki yönden birden harekete geçilebilir: Bir yandan köy denilen küçük ve dağınık topluluklar daha büyük topluluklar halinde birleştirilerek sayıları azaltılmağa, bir yandan da gerekli hizmetleri bu yeni topluluklarda kurmağa çalışabilir.
Köylerimizin büyük çoğunluğu nice yüzyılların, hattâ bin yılların köyleridir. Bu topluluklar tarımın makinalaşmadığı çağlarda ortaya çıkmıştır. Çok sayıda küçük küçük topluluklar halindeki bu yayılma, makinasız tarımın zaruretleri yüzünden oluşmuşdur. Tarım makinalaştıkça, ulaştırma da hızlanıp kolaylaştıkça, tarımcı köylünün süreceği tarlaya, bakacağı bahçeye yakınlık mecburiyetindeki ölçü değişmektedir. Onun için, bir yanda tarım makinalaşır, ulaştırma imkânları gelişirken, öte yanda şehirlilik ileri toplumların hâkim vasfı halinde iken, atalardan kalma kırk bin köy sayısına saplanıp kalmak çok yersiz olsa gerektir.
Öyle ise ne yapılsın?.. Kırk bin köy zorla boşaltılıp yerlerine, daha büyük toplulukları barındıracak on bin büyük köy ya da beş bin yeni kasaba mı kurulsun? Buna elbette imkân yoktur.
Fakat zamanla aralarında birleşmeleri mümkün görülebilecek köyler gruplar halinde ayrılıp, gerekli kamu hizmetleriyle sosyal hizmetler bu grupların merkezî yerlerinde toplanabilir. Bazı durumlarda ilce ve bucak merkezleri de bu merkezlerin yerini tutablr. Köy yolları yapımında, her gruptaki köylerin bu merkezlere kolayca ulaşabilecek duruma gelmeleri ön plânda gözetilebilir.
Diyelim ki 5 köyden bir grup meydana getirilmiştir. Bu 5 köye 5 okul yerine, 5 köyün ihtiyacını karşılayacak bir tek okul yapılabilir. 5 okul yapısı yerine bir okul yapısı kurmakla arttırılacak maddî imkândan 5 köyün öğrencilerini okula getirip götürecek taşıtlar sağlanabilir. 5 köyün her birinde birer öğretmenle ve üç sınıflı birer ilk okulla çok yetersiz bir eğitim hizmeti görüleceğine 5 köyün bir tek okulu olur, fakat, bu okulda beş sınıf ve imkânlar geliştikçe, her sınıfa bir öğretmen bulunur.
Eğitimden başka hizmetler de (sağlık, adalet, tapu kadastro gibi) bu merkezlerde toplandıkça, köylünün daha büyük topluluklar halinde birleşerek şehirlileşmesi eylemi, hiç bir zorlamaya ihtyaç kalmaksızın, zamanla ve imkânlar nispetinde kendiliğinden gerçekleşir.
Gene bu yoldan, tarımda kooperatifleşme teşvik edilmiş, öylelikle, toprağın küçük ünitelere bölünmesiyle tarımın makinalaşması arasındaki çelişmenin giderilmesi mkânı da bulunmuş olabilir.
Nüfus çoğalıp tarım makinalaştıkça köylerimizde süratli olarak artan iş gücü fazlasının büyük bir kısmı, büyük şehirlere akın edip sefalete, ezilmeğe, benliğini ve köyündeki efendi mevkîini yitirmeğe mahkûm olmaktansa, bu merkezlerde zamanla ve ihtiyaçla kendiliğinden doğacak iş alanlarında kalabilir. Böylece, hem tarımın makinalaşması yüzünden köylerde artan iş gücünün şehirlileşmesi ve endüstriye geçişi kendiliğinden ve sıhhatli bir şekilde kademelendirilmiş, hem de köylünün şehirlileşmesi ile köyün şehirleşmesi bir arada yürütülmüş, ekonomik yapımızın değişimi sosyal ve kültürel değişimle âhenkleştirilmiş olur.
Bu düşüncelerin gerçekleştirilme yeteneği ne ölçüdedir, bilemeyiz! Ama çıkmaz gibi görünen bir duruma uzmanların ve yetkililerin bu açıdan da bakmalarında; köyün kalkındırılması olarak ele alınınca çözülmesi imkânsız gibi, bir değilse çok güç gibi görünen bir meseleyi, bir de, köyün değil, köylünün kalkındırılması meselesi olarak incelemeyi denemelerinde zarar olmasa gerektir.
BÜLENT ECEVİT
Köy mü köylü mü?
Devrimlerin yurt ölçüsünde kökleşip boy verebilmesini, demokrasinin verimli işleyebilmesini, ekonomimizin yeteri kadar hızla gelişebilmesini sağlamak için başta gelen şartın köylüyü kalkındırmak olduğu biliniyor. Ama köylüyü kalkındırmanın ne yoldan başarılabileceği üzerinde gereğince düşünülmüş değil.
Köylüyü eğitmenin, her türlü sosyal hizmetten, kamu hizmetlerinden yararlandırabilmenin devlet için kaçınılmaz bir ödev olduğu da biliniyor. Ama eldeki çok dar imkânlarla bu çok geniş ihtiyacın nasıl karşılanabileceği çözülmüş değil.
Örneğin, 27 Mayıs hareketinden beri üzerinde en çok durulan konular arasında köylü eğitimini hızlandırmak, köylü sağlığını korumak geliyor. Ama Türkiye'de kırk bin koy var. Kırk bin köye öğretmen, doktor, hastabakıcı nasıl sağlanacak? Daha şehirlerin öğretmen ve doktor ihtiyacı tam karşılanamazken köylerinki nasıl karşılanacak? Doktorluğu devletleştirmek insanca ve ileri bir düşünce! Ama köy sayısının dörtte birini bulmayan doktorla bu sistem köyleri kapsayabilir mi?
Başka bütün hizmetlerin de köylere uzatılmasında böyle sayı yetersizlikleriyle, maddî güçlükler, hattâ imkânsızlıklarla karşı karşıyayız.
Durum bir bakıma çıkmaz gibidir: Bütün kamu hizmetleri, bütün sosyal hizmetler köylere kadar uzatılmadan Türkiye kalkındırılamaz, Türkiye kalkındırılmadan da bu hizmetler köylere kadar uzatılamaz gibi gürünür!
Fakat durumun çıkmaz gibi görünmesi belki de bir noktanın gözden kaçmasından; yapılması mümkün, hattâ gerekli bir ayırımın yapılmamasından ileri geliyordur: Köyü kalkındırmakla köylüyü kalkındırmak bir tutulmakta, ikisinin ayrı ayrı meseleler olabileceği gözden kaçmaktadır.
Mesele köyün kalkındırılması olarak ele alınınca karşımıza ayrı ayrı kırk bin topluluk çıkar. Bu kırk bin topluluğu kalkındırmak için, her hizmet kolunun şehir ve kasabalardaki ihtiyacı karşıladıktan sonra kırk bine bölünmesi, kırk bin yere birden yetişmesi gerekir. Güçlük, hattâ bazı hizmetler bakımından imkânsızlık, bu çokluktan ve dağınıklıktan doğmaktadır.
Fakat mesele köyün değil de köylünün kalkındırılması olarak ele alınırsa, meseleyi çözmek için iki yönden birden harekete geçilebilir: Bir yandan köy denilen küçük ve dağınık topluluklar daha büyük topluluklar halinde birleştirilerek sayıları azaltılmağa, bir yandan da gerekli hizmetleri bu yeni topluluklarda kurmağa çalışabilir.
Köylerimizin büyük çoğunluğu nice yüzyılların, hattâ bin yılların köyleridir. Bu topluluklar tarımın makinalaşmadığı çağlarda ortaya çıkmıştır. Çok sayıda küçük küçük topluluklar halindeki bu yayılma, makinasız tarımın zaruretleri yüzünden oluşmuşdur. Tarım makinalaştıkça, ulaştırma da hızlanıp kolaylaştıkça, tarımcı köylünün süreceği tarlaya, bakacağı bahçeye yakınlık mecburiyetindeki ölçü değişmektedir. Onun için, bir yanda tarım makinalaşır, ulaştırma imkânları gelişirken, öte yanda şehirlilik ileri toplumların hâkim vasfı halinde iken, atalardan kalma kırk bin köy sayısına saplanıp kalmak çok yersiz olsa gerektir.
Öyle ise ne yapılsın?.. Kırk bin köy zorla boşaltılıp yerlerine, daha büyük toplulukları barındıracak on bin büyük köy ya da beş bin yeni kasaba mı kurulsun? Buna elbette imkân yoktur.
Fakat zamanla aralarında birleşmeleri mümkün görülebilecek köyler gruplar halinde ayrılıp, gerekli kamu hizmetleriyle sosyal hizmetler bu grupların merkezî yerlerinde toplanabilir. Bazı durumlarda ilce ve bucak merkezleri de bu merkezlerin yerini tutablr. Köy yolları yapımında, her gruptaki köylerin bu merkezlere kolayca ulaşabilecek duruma gelmeleri ön plânda gözetilebilir.
Diyelim ki 5 köyden bir grup meydana getirilmiştir. Bu 5 köye 5 okul yerine, 5 köyün ihtiyacını karşılayacak bir tek okul yapılabilir. 5 okul yapısı yerine bir okul yapısı kurmakla arttırılacak maddî imkândan 5 köyün öğrencilerini okula getirip götürecek taşıtlar sağlanabilir. 5 köyün her birinde birer öğretmenle ve üç sınıflı birer ilk okulla çok yetersiz bir eğitim hizmeti görüleceğine 5 köyün bir tek okulu olur, fakat, bu okulda beş sınıf ve imkânlar geliştikçe, her sınıfa bir öğretmen bulunur.
Eğitimden başka hizmetler de (sağlık, adalet, tapu kadastro gibi) bu merkezlerde toplandıkça, köylünün daha büyük topluluklar halinde birleşerek şehirlileşmesi eylemi, hiç bir zorlamaya ihtyaç kalmaksızın, zamanla ve imkânlar nispetinde kendiliğinden gerçekleşir.
Gene bu yoldan, tarımda kooperatifleşme teşvik edilmiş, öylelikle, toprağın küçük ünitelere bölünmesiyle tarımın makinalaşması arasındaki çelişmenin giderilmesi mkânı da bulunmuş olabilir.
Nüfus çoğalıp tarım makinalaştıkça köylerimizde süratli olarak artan iş gücü fazlasının büyük bir kısmı, büyük şehirlere akın edip sefalete, ezilmeğe, benliğini ve köyündeki efendi mevkîini yitirmeğe mahkûm olmaktansa, bu merkezlerde zamanla ve ihtiyaçla kendiliğinden doğacak iş alanlarında kalabilir. Böylece, hem tarımın makinalaşması yüzünden köylerde artan iş gücünün şehirlileşmesi ve endüstriye geçişi kendiliğinden ve sıhhatli bir şekilde kademelendirilmiş, hem de köylünün şehirlileşmesi ile köyün şehirleşmesi bir arada yürütülmüş, ekonomik yapımızın değişimi sosyal ve kültürel değişimle âhenkleştirilmiş olur.
Bu düşüncelerin gerçekleştirilme yeteneği ne ölçüdedir, bilemeyiz! Ama çıkmaz gibi görünen bir duruma uzmanların ve yetkililerin bu açıdan da bakmalarında; köyün kalkındırılması olarak ele alınınca çözülmesi imkânsız gibi, bir değilse çok güç gibi görünen bir meseleyi, bir de, köyün değil, köylünün kalkındırılması meselesi olarak incelemeyi denemelerinde zarar olmasa gerektir.
Koleksiyon
Alıntı
“Köy mü Köylü mü?,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 21 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1212 ulaşıldı.