Yapmak ve Duyurmak
Başlık:
Yapmak ve Duyurmak
Kaynak:
Ulus, "Günaydın" No 13212, ss. 1, 5
Tarih:
1960-06-13
Lokasyon:
Rahşan Ecevit Arşivi / Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNAYDIN
BÜLENT ECEVİT
Yapmak ve duyurmak
27 Nisan'da üniversite nümayişleriyle başlıyan, hürriyetsiz yaşamayı, demokrasiden ayrılmayı reddedecek bir siyasi erginliğe erişmiş büyük halk kütlelerinin desteğiyle, işbirliğiyle, yer yer açıktan katılışıyla bir ay süren, ve 27 Mayıs sabahı Ordumuzun harikulâde darbesiyle kesin zafere ulaşan Türk demokratik ihtilâlini, yabancı basın, hele hür ülkeler basını, genel olarak yakın bir ilgiyle, derin bir hayranlıkla izledi. O bir aylık devre boyunca, hür ve müttefik ülkelerden birkaçının bir kısım basınında tek tük menfi yazılar görülmüşse de belli ki bunlar, hükümetten hükümete münasebetler dışında bir dostluğu kavrıyamıyan dar görüşlü bazı yabancı hükümetlerin veya elçiliklerin etkisinde kalınarak yazılmış yazılardan ibaretti.
27 Mayıs Ordu hareketinden sonra, birkaç gün, hür ülkeler basınında övgüler, anlayışlı ve umutlu yazılar devam etti. Fakat son günlerde, dost veya müttefik ülkelerin bazı gazete ve dergilerinde şüpheci bir hava esmeğe başlamıştır. Bu şüpheciliğin iyiniyetten doğduğuna inanmamak, haksızlık otur. İyi niyetten doğduğuna inanınca da, şüphelerin neden doğduğu, haklı olup olmadığı, haklı değilse nasıl giderilebileceği üzerinde düşünmemiz gerekir.
Hür ülkeler basınında şüphe ile karşılanan durumlardan biri, nezaret altına alınanların birkaç yüz kişiyi bulmasıdır. mokrat Partinin ileri gelenleri ve bütün Milletvekilleri nezaret altında iken, partilerin eşit şartlarla katıldıkları bir seçim olamıyacağını, Cumhuriyet Halk Partisinin rakipsiz kalacağını ve fiilen tek partili bir sisteme dönüleceğini düşünmektedirler.
Böyle düşünen yabancı meslekdaşlarımızın unutur göründükleri bir gerçek, 27 Mayıs günü Türkiye'de yer alan hâdisenin bir ihtilâl olduğudur. Bu, o kadar başarılı, o kadar kolay, o kadar medenî ve insanca bir ihtilâl olmuştur ki, ihtilâl olduğa bazı yabancı müşahitlerin adetâ gözlerinden kaçmaktadır. Meşruluk dışına çıktıkları, bir zulüm idaresi kurmağa kalkıştıkları için kendilerine karşı ihtilâl yapılan bir zümrenin başta gelen birkaç yüz sorumlusunun nezaret altına alınması ve tarafsız bir mahkemede hesap verecekleri günlere kadar en rahat şartlar altında muhafaza edilmesi, herhalde, bir ihtilâlden sonra başvurulabilecek güvenlik tedbirlerinin en hafifidir.
Önümüzdeki seçimlere Demokrat Partinin eşit şartlarla katılıp katılamamasına gelince: 27 Mayıs ihtilâlinin, Demokrat Parti iktidarına karşı yapılmış bir hareket olduğunu, ve Demokrat Partinin, esasen hukukî hüviyetini çoktan kaybetmiş bulunduğunu hatırdan uzak tutmamak gerekir. Şu satırların yazarının elinde, kendisine yazılmış 9 Ekim 1959 tarihli bir resmî tezkere vardır. Demokrat Parti iktidarının şimdi nezaret altında bulunan eski Ankara Valisinden gelen bu tezkerede şöyle denilmektedir:
«İdare heyeti üyesi bulunduğunuz Türkiye Edebiyatçılar Derneği nizamnamesinin 8. maddesi genel kurulun her yıl yapılacağını âmir bulunmasına rağmen 1955 senesinden beri kongrelerinizin yapılmadığı... dolayısiyle teşekkülünüz, Medenî Kanunun 70. maddesi gereğince münfesih addedilmiştir.»
Bırakınız Demokrat Partinin bütün Anayasa dışı, hukuk dışı, insanlık dışı hareketlerini.. Sadece bir «Türkiye Edebiyatçılar Derneği»nin eski iktidar tarafından «Münfesih» addedilmesine sebep olan kanun maddesi, tıpkı o dernek gibi 1955'den beri genel kurulunu toplamamış eski iktidar partisinin de «Münfesih» addedilmesini pek tabiî kılmaz mı?
Oysa, ihtilâl idaresi, açık kanunî hakkı olduğu halde, bugüne kadar Demokrat Partiyi kapatmak yoluna bile gitmemiştir. Kaldı ki, Cumhuriyet Halk Partisine oy vermek istemeyen yurttaşların, D.P. gerçek bir kuvvet olarak ortada görünmese bile, oylarını verebilecekleri başka partiler vardır. Bu durumda, C.H.P.'nin önümüzdeki seçimlere rakipsiz gireceğini söylemek hiç de gerçeklere uymaz. Gerçek odur ki, önümüzdeki seçimlerde C.H.P.nin alacağı oylar, ihtilâl olmaksızın dürüst ve serbest bir seçim yapılsa idi alacağı oylardan ne bir fazla ne bir eksiktir. Eğer önümüzdeki seçimlerde C.H.P. iktidara gelirse ,daha 27 Mayıs'dan önce oyların büyük çoğunluğunu alabilecek halde bulunduğu için gelecektir. Nitekim Demokrat Parti, l957'deki kadar hileli bir seçimle bile C.H.P.'nin iktidara gelmesine engel olamıyacağını anladığı, iktidardan düşmeyi göze alamadığı icindir ki seçim yollarını tıkamıştı.
Gene bazı yabancı gazete ve dergilerin üzerinde durdukları bir nokta, Millî Birlik İdaresinin, önce, eski iktidar sorumlularını kendisi muhakeme etmeyeceğini, bu muhakemeyi seçimle gelecek yeni iktidara bırakacağını söylemiş olduğu halde, sonra bu karardan vazgeçmiş bulunmasıdır. Fakat bu karar değişikliği karşısında kaygılanmak değil, sevinmek gerekir. Çünkü, Millî Birlik İdaresi sırasında, partiler dışı en yetkili hukukçuların tesbit edeceği esaslar içersinde yapılacak bir muhakeme, herhalde, bir rakip partinin iktidarı altında yapılacak muhakemeden daha güven verici sayılmalıdır. Muhakeme sorumluluğunu, secimlerden sonra gelecek iktidara devretmek, o iktidarı pek güç bir duruma sokmak olurdu.
İyiniyetlerinden aslâ şüphe etmediğimiz bir kısım yabancı meslekdaşlarımızın, 27 Mayıs ihtilâlinden sonra, nedense bir Nâsır kompleksine de düştükleri görülüyor. İhtilâl rejiminin Türkiye'de bir «Nasır» çıkaracağı kaygısı, bizce, yabancı basında duyulan kaygıların en yersizidir. Bu kompleks ve kaygı, galiba biraz da, Batılı kafasının genelleştirme, paralelizmler arama, ve hâdiseleri çabucak kesin formüllere bağlıyarak izaha çalışma eğiliminden ve alışkanlığından doğuyor. Türkiye'deki 27 Mayıs ihtilâlinin ne bir «Negib»i ne bir «Nâsır»ı vardır veya olabilir. Türkiye'deki ihtilâl, bir demokrasi ihtilâlidir, ve bir halk hareketidir. Bu halk hareketi ifade imkânını aydınların tepkisinde, hedefe ulaşma imkânını da Ordunun darbesinde bulmuştur. Üstelik Ordu, bu darbeyi, bütün varlığı ile, elbirliği ile indirmistir. Bir tek askerî birlikten en küçük bir mukavemet gelmemiştir. Darbe, indiği anda, yurdun her köşesinden ayni sesi getirmiştir. Halkın, aydının ve Ordunun böylesine müşterek eseri olan, bütün Ordunun, Generallerinden erlerine kadar tam iştirâkiyle başarılan, ve sadece demokrasiyi kurtarma amacıyla yapılan hir ihtilâlden, siviliyle askeriyle, halk, demokrasiden ayrılmayı kabul etmediği için yapılan bir ihtilâlden, hir Negib - Nasır hâdisesinin tekrarını beklemek, çok yersiz bir kuruntudan ibarettir.
Şüphesiz ihtilâl rejimi normal bir demokratik rejim sayılamaz. Fakat Türkiye'de ihtilâl, normal bir demokratik rejime yeniden kavuşabilmenin tek çaresi haline gelmişti. Bu kadar mükemmel, bu kadar medenî, bu kadar insanca bir ihtilâli başaran millet, elbette, ihtilâllerin tabiatında var olan tehlikeleri sıkıntısızca yenmeyi ve ihtilâl rejiminden normal demokratik rejime en kısa zamanda geçmeyi de başaracaktır.
Yalnız bu arada, Millî Birlik İdaresinin dikkatini bir hususa çekmek zorundayız. Bir işi yapmak kadar, yapılan işi duyurmak da önemlidir. Başarılan bir işin duyurulmasındaki aksaklık ve yanlışlıklar, başarının değerinden ve devamından çok sey eksiltebilir. onun için, basınla, hele yabancı basınla münasebetlerin, şimdiye kadar olduğundan daha verimli ve düzenli bir hale getirilmesi gerekir. Dost ülkeler basınında, iyiniyetle yazıldığından şüphe olmayan bazı yazılara hâkim olmağa başlayan şüpheci hava, bu ihtiyacı açıkça göstermektedir. Millî Birlik İdaresi, karşılaştığı meseleler ve başardığı işler kadar, o meselelerin ve başarıların gereği gibi duyurulmasına ve izahına da önem vermeli, yanlış anlaşılma ihtimallerine yer bırakmamalıdır.
BÜLENT ECEVİT
Yapmak ve duyurmak
27 Nisan'da üniversite nümayişleriyle başlıyan, hürriyetsiz yaşamayı, demokrasiden ayrılmayı reddedecek bir siyasi erginliğe erişmiş büyük halk kütlelerinin desteğiyle, işbirliğiyle, yer yer açıktan katılışıyla bir ay süren, ve 27 Mayıs sabahı Ordumuzun harikulâde darbesiyle kesin zafere ulaşan Türk demokratik ihtilâlini, yabancı basın, hele hür ülkeler basını, genel olarak yakın bir ilgiyle, derin bir hayranlıkla izledi. O bir aylık devre boyunca, hür ve müttefik ülkelerden birkaçının bir kısım basınında tek tük menfi yazılar görülmüşse de belli ki bunlar, hükümetten hükümete münasebetler dışında bir dostluğu kavrıyamıyan dar görüşlü bazı yabancı hükümetlerin veya elçiliklerin etkisinde kalınarak yazılmış yazılardan ibaretti.
27 Mayıs Ordu hareketinden sonra, birkaç gün, hür ülkeler basınında övgüler, anlayışlı ve umutlu yazılar devam etti. Fakat son günlerde, dost veya müttefik ülkelerin bazı gazete ve dergilerinde şüpheci bir hava esmeğe başlamıştır. Bu şüpheciliğin iyiniyetten doğduğuna inanmamak, haksızlık otur. İyi niyetten doğduğuna inanınca da, şüphelerin neden doğduğu, haklı olup olmadığı, haklı değilse nasıl giderilebileceği üzerinde düşünmemiz gerekir.
Hür ülkeler basınında şüphe ile karşılanan durumlardan biri, nezaret altına alınanların birkaç yüz kişiyi bulmasıdır. mokrat Partinin ileri gelenleri ve bütün Milletvekilleri nezaret altında iken, partilerin eşit şartlarla katıldıkları bir seçim olamıyacağını, Cumhuriyet Halk Partisinin rakipsiz kalacağını ve fiilen tek partili bir sisteme dönüleceğini düşünmektedirler.
Böyle düşünen yabancı meslekdaşlarımızın unutur göründükleri bir gerçek, 27 Mayıs günü Türkiye'de yer alan hâdisenin bir ihtilâl olduğudur. Bu, o kadar başarılı, o kadar kolay, o kadar medenî ve insanca bir ihtilâl olmuştur ki, ihtilâl olduğa bazı yabancı müşahitlerin adetâ gözlerinden kaçmaktadır. Meşruluk dışına çıktıkları, bir zulüm idaresi kurmağa kalkıştıkları için kendilerine karşı ihtilâl yapılan bir zümrenin başta gelen birkaç yüz sorumlusunun nezaret altına alınması ve tarafsız bir mahkemede hesap verecekleri günlere kadar en rahat şartlar altında muhafaza edilmesi, herhalde, bir ihtilâlden sonra başvurulabilecek güvenlik tedbirlerinin en hafifidir.
Önümüzdeki seçimlere Demokrat Partinin eşit şartlarla katılıp katılamamasına gelince: 27 Mayıs ihtilâlinin, Demokrat Parti iktidarına karşı yapılmış bir hareket olduğunu, ve Demokrat Partinin, esasen hukukî hüviyetini çoktan kaybetmiş bulunduğunu hatırdan uzak tutmamak gerekir. Şu satırların yazarının elinde, kendisine yazılmış 9 Ekim 1959 tarihli bir resmî tezkere vardır. Demokrat Parti iktidarının şimdi nezaret altında bulunan eski Ankara Valisinden gelen bu tezkerede şöyle denilmektedir:
«İdare heyeti üyesi bulunduğunuz Türkiye Edebiyatçılar Derneği nizamnamesinin 8. maddesi genel kurulun her yıl yapılacağını âmir bulunmasına rağmen 1955 senesinden beri kongrelerinizin yapılmadığı... dolayısiyle teşekkülünüz, Medenî Kanunun 70. maddesi gereğince münfesih addedilmiştir.»
Bırakınız Demokrat Partinin bütün Anayasa dışı, hukuk dışı, insanlık dışı hareketlerini.. Sadece bir «Türkiye Edebiyatçılar Derneği»nin eski iktidar tarafından «Münfesih» addedilmesine sebep olan kanun maddesi, tıpkı o dernek gibi 1955'den beri genel kurulunu toplamamış eski iktidar partisinin de «Münfesih» addedilmesini pek tabiî kılmaz mı?
Oysa, ihtilâl idaresi, açık kanunî hakkı olduğu halde, bugüne kadar Demokrat Partiyi kapatmak yoluna bile gitmemiştir. Kaldı ki, Cumhuriyet Halk Partisine oy vermek istemeyen yurttaşların, D.P. gerçek bir kuvvet olarak ortada görünmese bile, oylarını verebilecekleri başka partiler vardır. Bu durumda, C.H.P.'nin önümüzdeki seçimlere rakipsiz gireceğini söylemek hiç de gerçeklere uymaz. Gerçek odur ki, önümüzdeki seçimlerde C.H.P.nin alacağı oylar, ihtilâl olmaksızın dürüst ve serbest bir seçim yapılsa idi alacağı oylardan ne bir fazla ne bir eksiktir. Eğer önümüzdeki seçimlerde C.H.P. iktidara gelirse ,daha 27 Mayıs'dan önce oyların büyük çoğunluğunu alabilecek halde bulunduğu için gelecektir. Nitekim Demokrat Parti, l957'deki kadar hileli bir seçimle bile C.H.P.'nin iktidara gelmesine engel olamıyacağını anladığı, iktidardan düşmeyi göze alamadığı icindir ki seçim yollarını tıkamıştı.
Gene bazı yabancı gazete ve dergilerin üzerinde durdukları bir nokta, Millî Birlik İdaresinin, önce, eski iktidar sorumlularını kendisi muhakeme etmeyeceğini, bu muhakemeyi seçimle gelecek yeni iktidara bırakacağını söylemiş olduğu halde, sonra bu karardan vazgeçmiş bulunmasıdır. Fakat bu karar değişikliği karşısında kaygılanmak değil, sevinmek gerekir. Çünkü, Millî Birlik İdaresi sırasında, partiler dışı en yetkili hukukçuların tesbit edeceği esaslar içersinde yapılacak bir muhakeme, herhalde, bir rakip partinin iktidarı altında yapılacak muhakemeden daha güven verici sayılmalıdır. Muhakeme sorumluluğunu, secimlerden sonra gelecek iktidara devretmek, o iktidarı pek güç bir duruma sokmak olurdu.
İyiniyetlerinden aslâ şüphe etmediğimiz bir kısım yabancı meslekdaşlarımızın, 27 Mayıs ihtilâlinden sonra, nedense bir Nâsır kompleksine de düştükleri görülüyor. İhtilâl rejiminin Türkiye'de bir «Nasır» çıkaracağı kaygısı, bizce, yabancı basında duyulan kaygıların en yersizidir. Bu kompleks ve kaygı, galiba biraz da, Batılı kafasının genelleştirme, paralelizmler arama, ve hâdiseleri çabucak kesin formüllere bağlıyarak izaha çalışma eğiliminden ve alışkanlığından doğuyor. Türkiye'deki 27 Mayıs ihtilâlinin ne bir «Negib»i ne bir «Nâsır»ı vardır veya olabilir. Türkiye'deki ihtilâl, bir demokrasi ihtilâlidir, ve bir halk hareketidir. Bu halk hareketi ifade imkânını aydınların tepkisinde, hedefe ulaşma imkânını da Ordunun darbesinde bulmuştur. Üstelik Ordu, bu darbeyi, bütün varlığı ile, elbirliği ile indirmistir. Bir tek askerî birlikten en küçük bir mukavemet gelmemiştir. Darbe, indiği anda, yurdun her köşesinden ayni sesi getirmiştir. Halkın, aydının ve Ordunun böylesine müşterek eseri olan, bütün Ordunun, Generallerinden erlerine kadar tam iştirâkiyle başarılan, ve sadece demokrasiyi kurtarma amacıyla yapılan hir ihtilâlden, siviliyle askeriyle, halk, demokrasiden ayrılmayı kabul etmediği için yapılan bir ihtilâlden, hir Negib - Nasır hâdisesinin tekrarını beklemek, çok yersiz bir kuruntudan ibarettir.
Şüphesiz ihtilâl rejimi normal bir demokratik rejim sayılamaz. Fakat Türkiye'de ihtilâl, normal bir demokratik rejime yeniden kavuşabilmenin tek çaresi haline gelmişti. Bu kadar mükemmel, bu kadar medenî, bu kadar insanca bir ihtilâli başaran millet, elbette, ihtilâllerin tabiatında var olan tehlikeleri sıkıntısızca yenmeyi ve ihtilâl rejiminden normal demokratik rejime en kısa zamanda geçmeyi de başaracaktır.
Yalnız bu arada, Millî Birlik İdaresinin dikkatini bir hususa çekmek zorundayız. Bir işi yapmak kadar, yapılan işi duyurmak da önemlidir. Başarılan bir işin duyurulmasındaki aksaklık ve yanlışlıklar, başarının değerinden ve devamından çok sey eksiltebilir. onun için, basınla, hele yabancı basınla münasebetlerin, şimdiye kadar olduğundan daha verimli ve düzenli bir hale getirilmesi gerekir. Dost ülkeler basınında, iyiniyetle yazıldığından şüphe olmayan bazı yazılara hâkim olmağa başlayan şüpheci hava, bu ihtiyacı açıkça göstermektedir. Millî Birlik İdaresi, karşılaştığı meseleler ve başardığı işler kadar, o meselelerin ve başarıların gereği gibi duyurulmasına ve izahına da önem vermeli, yanlış anlaşılma ihtimallerine yer bırakmamalıdır.
Koleksiyon
Alıntı
“Yapmak ve Duyurmak,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1183 ulaşıldı.