Bir Seviye Meselesi
Title:
Bir Seviye Meselesi
Source:
Ulus, "Günün Işığında" No 13011, ss. 1, 5
Date:
1959-10-23
Location:
Atatürk Kitaplığı
Text:
GÜNÜN IŞIĞINDA
BİR SEVİYE MESELESİ
Bülent ECEVİT
Çarşamba günü Ankara Cezaevinde gazeteci arkadaşlanmızı gördük. Daha doğrusu, görmeğe çalıştık.
Bütün mahkûmlarla olduğu gibi, gazeteci mahkûmlarla da, sayılan birkaç kişiyi aşmamak şartı ile, yakınları ve arkadaşları, haftada ancak 2 gün yarım saat görüşebilirler.
Mahkûmla el sıkışılamaz. Bir kaç dakika karşı karşıya oturulup dertleşilemez. Karşılıklı birer sigara içilemez. İki kat koyu renkli cam ve tel örgüyle ayrılmış karşılıklı iki karanlık höcrede konuşmağa çalışılır. Biri konuşurken, öbürü kulağını camdaki küçük deliğe dayayıp dinler.
Çarşamba günü bu mânevi işkenceden bir kere daha geçtikten sonra Associated Press Ajansının son bülteninde, Birleşik Amerika’da bir mahkûmla yapılan mülâkatı okudum.
Mahkûm, hapishanede basın konferansı tertiplemişti. Gazetecileri ve gazetecilerle beraber gelen filmcileri höcresinde kabul etmiş, kendilerine, hem de siyasi sayılabilecek bir demeç vermişti.
Mahkûmun adı Caryl Chesman’dı. Suçları, cinayet, ırza geçme, cinsî sapıklık, hırsızlık; cezası ise ölümdü!
Hapse ne bir fikir işçisi ne bir ülkü savaşçısı olarak girmişti. Suçların en ağırlarından, en çirkinlerinden mahkûmdu. Ama suçsuz olduğunu, bir adlî hataya kurban olduğunu öne süren Chessman, üstün zekâsıyla hapishanede edindiği hukuk bilgisini kullanarak, kendisine verilen ölüm cezasının uygulanmasını 11 yıldır geciktiriyordu. Ölüm höcresinde geçirdiği bu 11 yılda, yazışma yoluyla hukuk diploması aldığı gibi 3 de kitap yazmış, bu kitaplarla yazar olarak ün salmıştı.
Öylece, suçların en ağırları, en çirkinleri yüzünden ölüme çarpıldığı hapishanede, 11 yıl içinde, bir yazar, bir fikir işçisi kimliğini kazanabilmişti.
Bir defa bu kimliği kazandıktan sonra, Chessman, kendisine yüklenen suçları gerçekten işlediğine inananların bile gözünde, artık, herhangi bir mahkûm olmaktan kurtuluyordu.
Kurtuluyordu, çünkü, düşünen insanlara saygı besleyen bir toplumda yaşıyordu. Bu toplum ona, hapishane hayatına dair kitaplar yazmak, kitaplarını Amerika’da ve başka ülkelerde bastırtmak, film şirketleriyle iş münasebetleri kurmak, ve nihayet, dilediği zaman hapishane höcresine dilediği kadar gazeteciyi kabul edip demeç, hem de siyasi demeç vermek gibi imtiyazlar tanımayı bir borç biliyordu.
Chessman’ın avukatı, son olarak, California Valisine, müvekkilini affetmesi için müracaatta bulunmuş, Vali, bazı ahlâkî mülâhazalarla bu müracaatı reddetmişti. Chessman, hapishane höcresindeki basın konferansında bu red gerekçesini cevaplandırırken, Valiyle açıktan açığa alay ediyor, Valinin ileri sürdüğü red gerekçesini bazı siyasi maksatlara bağlıyor, bu gerekçe ile Valinin, siyasi ihtiraslarını açığa vurduğunu ileri sürüyordu.
Chessman’ın bu basın konferansına, ne eyalet Valisi engel olmuş ne de yayın yasağı konulmuştur.
Bir de Türkiye’deki gazeteci mahkûmları düşündüm: Fikir işçisi olarak, bir ülkü uğrunda, hem de Anayasamıza göre meşru ve makbûl bir ülkü uğrunda hapse girmiş gazeteci mahkûmları!..
Amerika’da Chessman’a tanınan hak ve imtiyazlar, Türkiye’de bu gazeteci mahkûmlara tanınmak şöyle dursun mahkûm olmayan siyaset adamlarından, Milletvekillerinden bile esirgenmek istenmektedir. Türkiye’de iktidar, zaman zaman, siyaset adamlarının basın konferansı tertiplemelerini engellemeğe çalışır: hattâ basın konferanslarını yasak eden kanun çıkartmayı düşünür. Amerika’da bir California Valisi, ırza geçmeden ve cinayetten mahkûm bir kimsenin hapishane höcresinde kendisine karşı ağır ithamlarda, küçük düşürücü isnatlarda bulunmak üzere tertiplediği basın konferansına veya bu basın konferansında söylediklerinin yayınlanmasına engel olmayı aklının köşesinden geçiremez, ama Türkiye’de bir İstanbul Valisi, bu devleti kurmuş insanlardan birinin, bir eski Cumhurbaşkanının, bir muhalefet liderinin, bir Milletvekilinin, parti binasında, kanunlara tamamen uygun olarak, memleket meseleleri üzerinde yapmak istediği basın konferansına, yanında zabıta kuvvetleriyle bizzat gidip engel olmağa kalkışır.
Türk Başbakanı Amerika’da, Türk halkının ve gazetecilerinin henüz Amerika’daki gibi hürriyet ve demokrasiye lâyık olmadığını söylemiş!.. Fakat Türk halkı, Türk siyaset adamları ve gazetecileri, en ağır suçlardan ölüme mahkûm bir Amerikalı Chessman kadar da mı hürriyete lâyık değildir?
Ortada, demokratik gelişmemizi engelleyen bir seviye düşüklüğü varsa, bu, Türk Başbakanının zannettiği ve dünyaya ilân ettiği gibi, Amerikan halkına kıyasla Türk halkının, Türk gazetecisinin seviye düşüklüğü değildir.
Demokratik Batı ülkelerine kıyasla asıl seviye düşüklüğü, Türkiye.deki idarecilerin zihniyetindedir. Demokratik gelişmemizi engelleyen seviye düşüklüğü budur.
Bu seviye düşüklüğüdür ki Amerika’da en ağır suçlardan mahkûm bir kimseye, hapishaneye girdikten sonra da olsa fikir işçisi kimliği kazanır kazanmaz tanınan imtıyazların, Türkiye’de, fikir işçisi oldukları, düşünüp yazdıkları için mahkûm edilmiş kimselerden esirgenmesine sebep olmaktadır.
Bu seviye düşüklüğü yüzündendir ki Türkiye’de, siyasi mahkûmlara, gazetecilere, yazarlara hapishanede özel bir durum tanınması gerektiğini, bunun asgarî bir medeniyet icabı olduğunu, sorumlular bir türlü kabul edememektedirler. Oysa, demokrasiyi bizim kadar da uygulayamamış, hattâ son zamanlarda açıktan açığa reddetmiş bir Endonezya’da bile, hükümet ve ordu hakkında en ağır yazıları yazmak suçundan mahkûm bir gazeteci, hapishaneye yollanmaz, kendi evinde hapsedilir.
Fikir işçisine bizim hapishanelerimizde, bizim infaz sistemimizde gösterilen saygısızlık, Türk fikir işçisinin değil, olsa olsa, ona bu saygısızlığı gösterenlerin seviyeleri hakkında düşündürür.
Çünkü, iktidardakilere karşı da olsa, hattâ günün ölçüleriyle topluma gerçekten zararlı da olsa, mahkûm edilmiş fikir işçisine saygı göstermek ancak zihniyetçe belirli bir seviyeye varmış insanlardan beklenebilecek bir davranıştır.
BİR SEVİYE MESELESİ
Bülent ECEVİT
Çarşamba günü Ankara Cezaevinde gazeteci arkadaşlanmızı gördük. Daha doğrusu, görmeğe çalıştık.
Bütün mahkûmlarla olduğu gibi, gazeteci mahkûmlarla da, sayılan birkaç kişiyi aşmamak şartı ile, yakınları ve arkadaşları, haftada ancak 2 gün yarım saat görüşebilirler.
Mahkûmla el sıkışılamaz. Bir kaç dakika karşı karşıya oturulup dertleşilemez. Karşılıklı birer sigara içilemez. İki kat koyu renkli cam ve tel örgüyle ayrılmış karşılıklı iki karanlık höcrede konuşmağa çalışılır. Biri konuşurken, öbürü kulağını camdaki küçük deliğe dayayıp dinler.
Çarşamba günü bu mânevi işkenceden bir kere daha geçtikten sonra Associated Press Ajansının son bülteninde, Birleşik Amerika’da bir mahkûmla yapılan mülâkatı okudum.
Mahkûm, hapishanede basın konferansı tertiplemişti. Gazetecileri ve gazetecilerle beraber gelen filmcileri höcresinde kabul etmiş, kendilerine, hem de siyasi sayılabilecek bir demeç vermişti.
Mahkûmun adı Caryl Chesman’dı. Suçları, cinayet, ırza geçme, cinsî sapıklık, hırsızlık; cezası ise ölümdü!
Hapse ne bir fikir işçisi ne bir ülkü savaşçısı olarak girmişti. Suçların en ağırlarından, en çirkinlerinden mahkûmdu. Ama suçsuz olduğunu, bir adlî hataya kurban olduğunu öne süren Chessman, üstün zekâsıyla hapishanede edindiği hukuk bilgisini kullanarak, kendisine verilen ölüm cezasının uygulanmasını 11 yıldır geciktiriyordu. Ölüm höcresinde geçirdiği bu 11 yılda, yazışma yoluyla hukuk diploması aldığı gibi 3 de kitap yazmış, bu kitaplarla yazar olarak ün salmıştı.
Öylece, suçların en ağırları, en çirkinleri yüzünden ölüme çarpıldığı hapishanede, 11 yıl içinde, bir yazar, bir fikir işçisi kimliğini kazanabilmişti.
Bir defa bu kimliği kazandıktan sonra, Chessman, kendisine yüklenen suçları gerçekten işlediğine inananların bile gözünde, artık, herhangi bir mahkûm olmaktan kurtuluyordu.
Kurtuluyordu, çünkü, düşünen insanlara saygı besleyen bir toplumda yaşıyordu. Bu toplum ona, hapishane hayatına dair kitaplar yazmak, kitaplarını Amerika’da ve başka ülkelerde bastırtmak, film şirketleriyle iş münasebetleri kurmak, ve nihayet, dilediği zaman hapishane höcresine dilediği kadar gazeteciyi kabul edip demeç, hem de siyasi demeç vermek gibi imtiyazlar tanımayı bir borç biliyordu.
Chessman’ın avukatı, son olarak, California Valisine, müvekkilini affetmesi için müracaatta bulunmuş, Vali, bazı ahlâkî mülâhazalarla bu müracaatı reddetmişti. Chessman, hapishane höcresindeki basın konferansında bu red gerekçesini cevaplandırırken, Valiyle açıktan açığa alay ediyor, Valinin ileri sürdüğü red gerekçesini bazı siyasi maksatlara bağlıyor, bu gerekçe ile Valinin, siyasi ihtiraslarını açığa vurduğunu ileri sürüyordu.
Chessman’ın bu basın konferansına, ne eyalet Valisi engel olmuş ne de yayın yasağı konulmuştur.
Bir de Türkiye’deki gazeteci mahkûmları düşündüm: Fikir işçisi olarak, bir ülkü uğrunda, hem de Anayasamıza göre meşru ve makbûl bir ülkü uğrunda hapse girmiş gazeteci mahkûmları!..
Amerika’da Chessman’a tanınan hak ve imtiyazlar, Türkiye’de bu gazeteci mahkûmlara tanınmak şöyle dursun mahkûm olmayan siyaset adamlarından, Milletvekillerinden bile esirgenmek istenmektedir. Türkiye’de iktidar, zaman zaman, siyaset adamlarının basın konferansı tertiplemelerini engellemeğe çalışır: hattâ basın konferanslarını yasak eden kanun çıkartmayı düşünür. Amerika’da bir California Valisi, ırza geçmeden ve cinayetten mahkûm bir kimsenin hapishane höcresinde kendisine karşı ağır ithamlarda, küçük düşürücü isnatlarda bulunmak üzere tertiplediği basın konferansına veya bu basın konferansında söylediklerinin yayınlanmasına engel olmayı aklının köşesinden geçiremez, ama Türkiye’de bir İstanbul Valisi, bu devleti kurmuş insanlardan birinin, bir eski Cumhurbaşkanının, bir muhalefet liderinin, bir Milletvekilinin, parti binasında, kanunlara tamamen uygun olarak, memleket meseleleri üzerinde yapmak istediği basın konferansına, yanında zabıta kuvvetleriyle bizzat gidip engel olmağa kalkışır.
Türk Başbakanı Amerika’da, Türk halkının ve gazetecilerinin henüz Amerika’daki gibi hürriyet ve demokrasiye lâyık olmadığını söylemiş!.. Fakat Türk halkı, Türk siyaset adamları ve gazetecileri, en ağır suçlardan ölüme mahkûm bir Amerikalı Chessman kadar da mı hürriyete lâyık değildir?
Ortada, demokratik gelişmemizi engelleyen bir seviye düşüklüğü varsa, bu, Türk Başbakanının zannettiği ve dünyaya ilân ettiği gibi, Amerikan halkına kıyasla Türk halkının, Türk gazetecisinin seviye düşüklüğü değildir.
Demokratik Batı ülkelerine kıyasla asıl seviye düşüklüğü, Türkiye.deki idarecilerin zihniyetindedir. Demokratik gelişmemizi engelleyen seviye düşüklüğü budur.
Bu seviye düşüklüğüdür ki Amerika’da en ağır suçlardan mahkûm bir kimseye, hapishaneye girdikten sonra da olsa fikir işçisi kimliği kazanır kazanmaz tanınan imtıyazların, Türkiye’de, fikir işçisi oldukları, düşünüp yazdıkları için mahkûm edilmiş kimselerden esirgenmesine sebep olmaktadır.
Bu seviye düşüklüğü yüzündendir ki Türkiye’de, siyasi mahkûmlara, gazetecilere, yazarlara hapishanede özel bir durum tanınması gerektiğini, bunun asgarî bir medeniyet icabı olduğunu, sorumlular bir türlü kabul edememektedirler. Oysa, demokrasiyi bizim kadar da uygulayamamış, hattâ son zamanlarda açıktan açığa reddetmiş bir Endonezya’da bile, hükümet ve ordu hakkında en ağır yazıları yazmak suçundan mahkûm bir gazeteci, hapishaneye yollanmaz, kendi evinde hapsedilir.
Fikir işçisine bizim hapishanelerimizde, bizim infaz sistemimizde gösterilen saygısızlık, Türk fikir işçisinin değil, olsa olsa, ona bu saygısızlığı gösterenlerin seviyeleri hakkında düşündürür.
Çünkü, iktidardakilere karşı da olsa, hattâ günün ölçüleriyle topluma gerçekten zararlı da olsa, mahkûm edilmiş fikir işçisine saygı göstermek ancak zihniyetçe belirli bir seviyeye varmış insanlardan beklenebilecek bir davranıştır.
Collection
Citation
“Bir Seviye Meselesi,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, accessed November 25, 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1084.