Gölge Etmeyin!
Başlık:
Gölge Etmeyin!
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" No 12981, ss. 1, 5
Tarih:
1959-09-23
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
GÖLGE ETMEYİN!
Bülent ECEVİT
Sayın Falih Rıfkı Atay’ın Pazar günü Dünya Gazetesinde «Türediler» başlıklı bir yazısı çıktı.
Bu yazının şahıslarla ilgili yönü üzerinde durmak istemeyiz.
Milletçe, şahıs dâvalarını, bir takım küçük şahsî onur meselelerini çok aşan bir büyük ve çetin mücadelenin içindeyiz.
Sayın Atay, yazısında, bu mücadelenin ilkeleriyle ve bu mücadelede Cumhuriyet Halk Partisinin tuttuğu yönle ilgili bazı düşünceler de öne sürmüştür.
Yalnız o düşünceler üzerinde durmak isteriz.
O düşünceler üzerinde de, Falih Rıfkı Atay gibi, Cumhuriyet Halk Partisinin geçmişte uzun yıllar sözcülüğünü yapmış, devrimcilik ve hürriyet mücadelemize unutulmaz hizmetleri geçmiş bir yazar tarafından öne sürülmüş bulunduğu için, ve bir Cumhuriyet Halk Partili olarak bu düşünceler karşısında susmamızın tasvip veya tasdik anlamına gelebileceğinden, verilecek cevabımız olmadığına yorulabileceğinden korktuğumuz için durmak isteriz.
Sayın Atay, yazısının bir yerinde şöyle diyor:
«Biz muhalefete mazlûmiyetin ve iktidar başarısızlıklarının durmaksızın kazandırdığı ve kazandıracağı kanaatinde idik. Muhalifler kanunlar müsaade ettiği kadar yazacaklar, söyliyecekler, Mecliste vazifelerini yapmağa çalışacaklardı. Meşruiyet dâvacılığını asla elden bırakmıyacaklardı. Muhalefetin ne sokak kavgalarından, ne de Meclis boğuşmalarından netice alamıyacağını biliyorduk. Bu memlekette arkasını polise dayayan ayak takımının nasıl fırsatlar peşinde oldukları daima meydandadır. Muhalefetin ayak takımı olamaz. Polisler ve çandarmalar bu takımı dayak altında ve hapislerde çürütürler.»
Sayın Atay’ın düşüncesi kabul edilecek olursa, yalnız Türkiye’de değil, henüz demokrasiye geçmemiş bütün memleketlerde demokrasiden umut kesmek gerekir. Demokrasi uğrunda, hürriyet uğrunda mücadele etmemek, bunları ancak, baştakilerden, gönülleri olunca yapabilecekleri bir bağış olarak beklemek gerekir.
Kanunlar bir memlekette demokrasiyi imkânsız mı kılıyor?.. Sayın Atay’ın mantığına göre, o memlekette demokrasi için, mücadele edilmemelidir! Kanunla söz hürriyeti mi kaldırılıyor?.. Susulmalıdır! Yazı hürriyeti mi kaldırılıyor?.. Yazılmamalıdır!
Yani, Sayın Atay’ın beğenmediği her türlü davranışa karşı kullandığı bir kelime ile bir «şarklı» mazlumiyetine bürünüp bir köşeye sinilmelidir!
Sayın Atay’ın mantığına göre, hürriyet ve demokrasi için ancak iktidarın tasvip ve müsaadesi ölçüsünde mücadele edilebilir. Bu tasvip ve müsaadenin ötesinde bir hürriyet ve demokrasi mücadelesi, «meşruiyet dâvacılığını elden bırakmak» tır.
İktidar Anayasayı, insan haklarını çiğner: Bu, meşruiyet dışına çıkmak değildir!.. Muhalefet, Anayasa ile, ve kanunlaşan insan hakları beyannameleriyle sağlanmış hak ve hürriyetleri iktidara karşı savunur: Bu, meşruiyetciliği elden bırakmaktır!
İktidar, muhalefete, Mecliste, «can ve mal güvenliği» ile ilgili bir konuda söz hakkı mı tanımıyor?.. Bu takdirde muhalefet Mecliste susmalıdır! Meecliste sustuğu gibi Meclis dışında da susmalıdır! Hele «can ve mal güvenliği» sözünü, Sayın Atay’ın yazısındaki uyarışa göre, ağzına bile almamalıdır! Varılsın köşe başlarında muhalefet liderlerine pusular kurulsun: Bu pusular karşısında bile muhalefete yaraşan, «mazlumiyet» tir!
İktidar Mecliste seçim yolsuzluklarını mı görüştürmüyor?.. Muhalefet israr etmemelidir! İsrar etmemeli, susmalı, ve bu susuş karşısında büsbütün ileri götürülmesi mukadder yolsuzluklarla yapılacak bir sözde seçimi, mazlum ve mütevekkil, beklemelidir!
Yoksa, Sayın Atay’a göre, bunun tersi yol tutan «takım» ı «polisler ve candarmalar dayak altında ve hapislerde çürütürler»...
İşte galiba meselenin düğüm noktası da bu: Hürriyet uğrunda hapislerde çürümeğe değer mi, değmez mi?
Kimine göre değer, kimine göre değmez!
«Değer» diyenlerin, diyebilenlerin mücadelesidir bu...
Hiç de kolay olmayan, ucuz olmayan, rahat olmayan bir mücadele...
Bir mücadele ki, polis ve candarma dayağı altında ve hapislerde çürümek de var, sürünmek de var, bir köşe başında kahbece kurulacak bir pusuya düşüp ölmek de var.
Sayın Atay’ın «ayak takımı» dediği halkın çoğunluğu, bunların hepsinin var olduğunu bile bile bu mücadelenin içindedir. Sayın Atay’ın «ayak takımı» dediği halkın büyük çoğunluğu, hürriyetsiz yaşamaktansa yaşamamayı göze alacak bir ruh olgunluğuna, bir siyasal erginliğe vardığı içindir ki, bütün tehlikelerini göre göre, çilesini çeke çeke, bu mücadeleyi yürütmektedir.
Ama kanunlar bu mücadeleye artık engelmiş!.. Meşruiyetçi insanlar da kanunların engel olduğu bir mücadeleyi yapmamalıymış!
Bugünün demokrasi anlayışında, meşruiyetçilik dışına, hak ve hürriyet mücadelesi yapmakla değil, ancak, hak ve hürriyet mücadelesi yapan bir çoğunluğu ezmeğe kalkışmakla çıkılır.
«Kanun», diyor Sayın Atay... Ama her kanun, uygulandığı toplumun vicdanıyla, ahlâkıyla, davranışıyla sınırlıdır. Kanunlar ancak bu sınırlara kadar işlerler. Bu sınırlar daraldıkça etkilerini yitirirler. Etkilerini yitirir, sonunda ya unutulup gider, ya da değiştirilirler.
Öyle olmasa idi, bugün insanlık hâlâ, insanoğlunun ilk kanunları altında yaşıyor, onun için de olduğu yerde sayıyor olurdu.
Değil yalnız insanoğlunun yaptığı kanunlar, tabiat kanunları bile sınırlıdır. Örneğin, tabiatın bir yerçekimi kanunu vardır. Bu kanuna göre, ağırlığı olan bir nesne yukardan bırakılınca düşer. Nereye kadar düşer? Yerçekiminin doğuş noktasına, yani kürre-i arzın ortasına kadar!.. Ama bir bardağı bırakın elinizden: 2 metre aşağıda bir taş zemin varsa, bardak oraya çarpıp durur! «Kanun kanundur, ille kürre-i arzın ortasına kadar inecek» diye ısrar edilirse, taş zemine bir şey olmaz ama bardak kırılır.
İnsanoğlunun kanunları tabiat kanunlarından daha mutlak olabilir mi?
Bir Meclis çoğunluğundan kanunlar çıkarılıp bütün hürriyetler kâğıt üzerinde kaldırılabilir. Ama bu kanunlar, toplumun hürriyetsizliğine tahammülü nerede tükeniyorsa ancak oraya kadar işler. Hürriyetin değeri anlaşıldıkça, tadına varıldıkça, toplumun tahammülsüzlük hattı daralır. «Elimde kanun var, bu hattı yaracağım» diye ısrar edenler, sert bir satha çarptığı halde yerçekiminin doğuş noktasına kadar inmekte ısrar eden cam bardak gibi parçalanıp dağılırlar.
Onun içindir ki, bugün, kâğıt üzerinde bir teki bile demokrasiyi yıkmağa yeten bunca baskı ve şiddet kanununa rağmen, demokrasi ve hürriyet mücadelesine katılanların safı kaya gibi sağ lam kalabilmektedir; Demokrat Parti ise, bu kayayı zorladığı ölçüde artan bir parçalanıp dağılma tehlikesinin buhranlarıyla sarsılmaktadır.
Sayın Atay, yazısında, İnönü’nün Ege gezisine «taarruz» adını, İnönü’nün veya C.H.P. nin vermemiş olduğunu nedense bilmezlikten geliyor, ve bu geziye, maalesef, bazı iktidar sözcülerinin kullandıkları bir dille çatarak,
— İnönü Ege gezisine çıkmamalı, idi!, diyor.
Neden çıkmamalı imiş?.. Çünkü iktidar istemiyormuş! İktidar, «kanunlu kanunsuz», bu geziyi önlemeğe kararlı imiş!.
Yani Sayın Atay’a göre, bu memlekette İsmet İnönü, ancak iktidarın izin verdiği kadar, izin verdiği yerlerde ve izin verdiği zamanlarda gezmelidir!
Kendileriyle iktidarı terkettiği bir partinin «kanunlu kanunsuz» her isteğine, Atay’ın istediği gibi bir «mazlumiyet» içinde boyun eğip, git dediği yere gidecek, gitme dediği yere gitmiyecek olduktan sonra, İnönü’nün Kurtuluş Savaşına atılmış, Atatürk’le beraber bize bir bağımsız ülke kazandırmış, Türkiye’de demokratik hayatı başlatmış olması neye yarardı?
İktidarın git dediği yere gidip gitme dediği yere gitmiyecek olduktan sonra, İnönü, nasıl, bu memlekette hürriyet isteyen bir çoğunluğun umutlarım yaşatabilirdi?
İnönü, kendi yurdunda, dilediği geziye çıkmış ve bu geziyi dilediği yere kadar uzatabilmiştir! Buna kim engel olabilmiştir, ve kim engel olabilirdi?
Buna engel olunabildikten sonra bu memlekette kim insan gibi yaşayabileceğinden emin olabilirdi?
Ama bir başyazar çıkar, «Ben iktidarın yaz dediği kadar yazar, ötesini yazmam», «gerçeklerin yüzde 60 ını yazmama izin varsa o kadarını yazar, yüzde 40 ını silerim» diyebilir... Bu kendi bileceği iştir.
Kimse kendisini daha fazla dayanmağa zorlayamaz.
Bu bir hürriyet mücadelesidir. Bu mücadeleye, harbde asker kaydı gibi zorla adam toplanamaz. Bu bir gönül işi, gönüllülük işidir. Geçtiği yol üzerinde dayak da, hapis de, ölüm de olan bu mücadeleye sonun kadar katlanabilecek gönüllüler ancak hürriyetsiz yaşamağa katlanamayacak olanlardır.
Kimseden «bu mücadeleye niçin katılmıyorsun» diye hesap sorulamaz. Bu mücadeleye katılıp katılmamak, bir dünya görüşü, bir hayat ve insanlık anlayışı meselesidir.
Kimi vardır, bu mücadeleye en iyiniyetlerle katılır da bir noktada gücü tükenir. Ona da kimsenin gücenmeğe hakkı yoktur.
Ancak, mücadelenin bir noktasında gücü tükenenlerden bir tek şey istenir: Kendileri, mücadelenin bir ileri safına gidemiyorlar diye, ve sırf kendi onurlarını tatmin edebilmek için, her tehlikeyi, her çileyi göze alarak ileri safa atılanları eteklerinden çekmesinler! «Nümayişçiler», diye, «ayak takımı» diye, «meşruiyet dışına çıkanlar» diye haksız, asılsız, yakışıksız ithamlarla onlara leke sürmeğe kalkışmasınlar! Yani, kendi çekildikleri geri saftan, ileri saflara geçenlerin yolunu gölge etmesinler!
Kimse onlardan başka ihsan istemez.
Bu kadarcık bir ihsan karşılığında da bu değerbilir millet, onlara geçmişteki bütün emek ve hizmetlerinin şerefini tanımağı borç bilir.
GÖLGE ETMEYİN!
Bülent ECEVİT
Sayın Falih Rıfkı Atay’ın Pazar günü Dünya Gazetesinde «Türediler» başlıklı bir yazısı çıktı.
Bu yazının şahıslarla ilgili yönü üzerinde durmak istemeyiz.
Milletçe, şahıs dâvalarını, bir takım küçük şahsî onur meselelerini çok aşan bir büyük ve çetin mücadelenin içindeyiz.
Sayın Atay, yazısında, bu mücadelenin ilkeleriyle ve bu mücadelede Cumhuriyet Halk Partisinin tuttuğu yönle ilgili bazı düşünceler de öne sürmüştür.
Yalnız o düşünceler üzerinde durmak isteriz.
O düşünceler üzerinde de, Falih Rıfkı Atay gibi, Cumhuriyet Halk Partisinin geçmişte uzun yıllar sözcülüğünü yapmış, devrimcilik ve hürriyet mücadelemize unutulmaz hizmetleri geçmiş bir yazar tarafından öne sürülmüş bulunduğu için, ve bir Cumhuriyet Halk Partili olarak bu düşünceler karşısında susmamızın tasvip veya tasdik anlamına gelebileceğinden, verilecek cevabımız olmadığına yorulabileceğinden korktuğumuz için durmak isteriz.
Sayın Atay, yazısının bir yerinde şöyle diyor:
«Biz muhalefete mazlûmiyetin ve iktidar başarısızlıklarının durmaksızın kazandırdığı ve kazandıracağı kanaatinde idik. Muhalifler kanunlar müsaade ettiği kadar yazacaklar, söyliyecekler, Mecliste vazifelerini yapmağa çalışacaklardı. Meşruiyet dâvacılığını asla elden bırakmıyacaklardı. Muhalefetin ne sokak kavgalarından, ne de Meclis boğuşmalarından netice alamıyacağını biliyorduk. Bu memlekette arkasını polise dayayan ayak takımının nasıl fırsatlar peşinde oldukları daima meydandadır. Muhalefetin ayak takımı olamaz. Polisler ve çandarmalar bu takımı dayak altında ve hapislerde çürütürler.»
Sayın Atay’ın düşüncesi kabul edilecek olursa, yalnız Türkiye’de değil, henüz demokrasiye geçmemiş bütün memleketlerde demokrasiden umut kesmek gerekir. Demokrasi uğrunda, hürriyet uğrunda mücadele etmemek, bunları ancak, baştakilerden, gönülleri olunca yapabilecekleri bir bağış olarak beklemek gerekir.
Kanunlar bir memlekette demokrasiyi imkânsız mı kılıyor?.. Sayın Atay’ın mantığına göre, o memlekette demokrasi için, mücadele edilmemelidir! Kanunla söz hürriyeti mi kaldırılıyor?.. Susulmalıdır! Yazı hürriyeti mi kaldırılıyor?.. Yazılmamalıdır!
Yani, Sayın Atay’ın beğenmediği her türlü davranışa karşı kullandığı bir kelime ile bir «şarklı» mazlumiyetine bürünüp bir köşeye sinilmelidir!
Sayın Atay’ın mantığına göre, hürriyet ve demokrasi için ancak iktidarın tasvip ve müsaadesi ölçüsünde mücadele edilebilir. Bu tasvip ve müsaadenin ötesinde bir hürriyet ve demokrasi mücadelesi, «meşruiyet dâvacılığını elden bırakmak» tır.
İktidar Anayasayı, insan haklarını çiğner: Bu, meşruiyet dışına çıkmak değildir!.. Muhalefet, Anayasa ile, ve kanunlaşan insan hakları beyannameleriyle sağlanmış hak ve hürriyetleri iktidara karşı savunur: Bu, meşruiyetciliği elden bırakmaktır!
İktidar, muhalefete, Mecliste, «can ve mal güvenliği» ile ilgili bir konuda söz hakkı mı tanımıyor?.. Bu takdirde muhalefet Mecliste susmalıdır! Meecliste sustuğu gibi Meclis dışında da susmalıdır! Hele «can ve mal güvenliği» sözünü, Sayın Atay’ın yazısındaki uyarışa göre, ağzına bile almamalıdır! Varılsın köşe başlarında muhalefet liderlerine pusular kurulsun: Bu pusular karşısında bile muhalefete yaraşan, «mazlumiyet» tir!
İktidar Mecliste seçim yolsuzluklarını mı görüştürmüyor?.. Muhalefet israr etmemelidir! İsrar etmemeli, susmalı, ve bu susuş karşısında büsbütün ileri götürülmesi mukadder yolsuzluklarla yapılacak bir sözde seçimi, mazlum ve mütevekkil, beklemelidir!
Yoksa, Sayın Atay’a göre, bunun tersi yol tutan «takım» ı «polisler ve candarmalar dayak altında ve hapislerde çürütürler»...
İşte galiba meselenin düğüm noktası da bu: Hürriyet uğrunda hapislerde çürümeğe değer mi, değmez mi?
Kimine göre değer, kimine göre değmez!
«Değer» diyenlerin, diyebilenlerin mücadelesidir bu...
Hiç de kolay olmayan, ucuz olmayan, rahat olmayan bir mücadele...
Bir mücadele ki, polis ve candarma dayağı altında ve hapislerde çürümek de var, sürünmek de var, bir köşe başında kahbece kurulacak bir pusuya düşüp ölmek de var.
Sayın Atay’ın «ayak takımı» dediği halkın çoğunluğu, bunların hepsinin var olduğunu bile bile bu mücadelenin içindedir. Sayın Atay’ın «ayak takımı» dediği halkın büyük çoğunluğu, hürriyetsiz yaşamaktansa yaşamamayı göze alacak bir ruh olgunluğuna, bir siyasal erginliğe vardığı içindir ki, bütün tehlikelerini göre göre, çilesini çeke çeke, bu mücadeleyi yürütmektedir.
Ama kanunlar bu mücadeleye artık engelmiş!.. Meşruiyetçi insanlar da kanunların engel olduğu bir mücadeleyi yapmamalıymış!
Bugünün demokrasi anlayışında, meşruiyetçilik dışına, hak ve hürriyet mücadelesi yapmakla değil, ancak, hak ve hürriyet mücadelesi yapan bir çoğunluğu ezmeğe kalkışmakla çıkılır.
«Kanun», diyor Sayın Atay... Ama her kanun, uygulandığı toplumun vicdanıyla, ahlâkıyla, davranışıyla sınırlıdır. Kanunlar ancak bu sınırlara kadar işlerler. Bu sınırlar daraldıkça etkilerini yitirirler. Etkilerini yitirir, sonunda ya unutulup gider, ya da değiştirilirler.
Öyle olmasa idi, bugün insanlık hâlâ, insanoğlunun ilk kanunları altında yaşıyor, onun için de olduğu yerde sayıyor olurdu.
Değil yalnız insanoğlunun yaptığı kanunlar, tabiat kanunları bile sınırlıdır. Örneğin, tabiatın bir yerçekimi kanunu vardır. Bu kanuna göre, ağırlığı olan bir nesne yukardan bırakılınca düşer. Nereye kadar düşer? Yerçekiminin doğuş noktasına, yani kürre-i arzın ortasına kadar!.. Ama bir bardağı bırakın elinizden: 2 metre aşağıda bir taş zemin varsa, bardak oraya çarpıp durur! «Kanun kanundur, ille kürre-i arzın ortasına kadar inecek» diye ısrar edilirse, taş zemine bir şey olmaz ama bardak kırılır.
İnsanoğlunun kanunları tabiat kanunlarından daha mutlak olabilir mi?
Bir Meclis çoğunluğundan kanunlar çıkarılıp bütün hürriyetler kâğıt üzerinde kaldırılabilir. Ama bu kanunlar, toplumun hürriyetsizliğine tahammülü nerede tükeniyorsa ancak oraya kadar işler. Hürriyetin değeri anlaşıldıkça, tadına varıldıkça, toplumun tahammülsüzlük hattı daralır. «Elimde kanun var, bu hattı yaracağım» diye ısrar edenler, sert bir satha çarptığı halde yerçekiminin doğuş noktasına kadar inmekte ısrar eden cam bardak gibi parçalanıp dağılırlar.
Onun içindir ki, bugün, kâğıt üzerinde bir teki bile demokrasiyi yıkmağa yeten bunca baskı ve şiddet kanununa rağmen, demokrasi ve hürriyet mücadelesine katılanların safı kaya gibi sağ lam kalabilmektedir; Demokrat Parti ise, bu kayayı zorladığı ölçüde artan bir parçalanıp dağılma tehlikesinin buhranlarıyla sarsılmaktadır.
Sayın Atay, yazısında, İnönü’nün Ege gezisine «taarruz» adını, İnönü’nün veya C.H.P. nin vermemiş olduğunu nedense bilmezlikten geliyor, ve bu geziye, maalesef, bazı iktidar sözcülerinin kullandıkları bir dille çatarak,
— İnönü Ege gezisine çıkmamalı, idi!, diyor.
Neden çıkmamalı imiş?.. Çünkü iktidar istemiyormuş! İktidar, «kanunlu kanunsuz», bu geziyi önlemeğe kararlı imiş!.
Yani Sayın Atay’a göre, bu memlekette İsmet İnönü, ancak iktidarın izin verdiği kadar, izin verdiği yerlerde ve izin verdiği zamanlarda gezmelidir!
Kendileriyle iktidarı terkettiği bir partinin «kanunlu kanunsuz» her isteğine, Atay’ın istediği gibi bir «mazlumiyet» içinde boyun eğip, git dediği yere gidecek, gitme dediği yere gitmiyecek olduktan sonra, İnönü’nün Kurtuluş Savaşına atılmış, Atatürk’le beraber bize bir bağımsız ülke kazandırmış, Türkiye’de demokratik hayatı başlatmış olması neye yarardı?
İktidarın git dediği yere gidip gitme dediği yere gitmiyecek olduktan sonra, İnönü, nasıl, bu memlekette hürriyet isteyen bir çoğunluğun umutlarım yaşatabilirdi?
İnönü, kendi yurdunda, dilediği geziye çıkmış ve bu geziyi dilediği yere kadar uzatabilmiştir! Buna kim engel olabilmiştir, ve kim engel olabilirdi?
Buna engel olunabildikten sonra bu memlekette kim insan gibi yaşayabileceğinden emin olabilirdi?
Ama bir başyazar çıkar, «Ben iktidarın yaz dediği kadar yazar, ötesini yazmam», «gerçeklerin yüzde 60 ını yazmama izin varsa o kadarını yazar, yüzde 40 ını silerim» diyebilir... Bu kendi bileceği iştir.
Kimse kendisini daha fazla dayanmağa zorlayamaz.
Bu bir hürriyet mücadelesidir. Bu mücadeleye, harbde asker kaydı gibi zorla adam toplanamaz. Bu bir gönül işi, gönüllülük işidir. Geçtiği yol üzerinde dayak da, hapis de, ölüm de olan bu mücadeleye sonun kadar katlanabilecek gönüllüler ancak hürriyetsiz yaşamağa katlanamayacak olanlardır.
Kimseden «bu mücadeleye niçin katılmıyorsun» diye hesap sorulamaz. Bu mücadeleye katılıp katılmamak, bir dünya görüşü, bir hayat ve insanlık anlayışı meselesidir.
Kimi vardır, bu mücadeleye en iyiniyetlerle katılır da bir noktada gücü tükenir. Ona da kimsenin gücenmeğe hakkı yoktur.
Ancak, mücadelenin bir noktasında gücü tükenenlerden bir tek şey istenir: Kendileri, mücadelenin bir ileri safına gidemiyorlar diye, ve sırf kendi onurlarını tatmin edebilmek için, her tehlikeyi, her çileyi göze alarak ileri safa atılanları eteklerinden çekmesinler! «Nümayişçiler», diye, «ayak takımı» diye, «meşruiyet dışına çıkanlar» diye haksız, asılsız, yakışıksız ithamlarla onlara leke sürmeğe kalkışmasınlar! Yani, kendi çekildikleri geri saftan, ileri saflara geçenlerin yolunu gölge etmesinler!
Kimse onlardan başka ihsan istemez.
Bu kadarcık bir ihsan karşılığında da bu değerbilir millet, onlara geçmişteki bütün emek ve hizmetlerinin şerefini tanımağı borç bilir.
Koleksiyon
Alıntı
“Gölge Etmeyin!,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 28 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1068 ulaşıldı.