Hindistan-Pakistan Yakınlaşması
Başlık:
Hindistan-Pakistan Yakınlaşması
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" No 12961, ss. 1, 5
Tarih:
1959-09-03
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
Hindistan-Pakistan yakınlaşması
Bülent ECEVİT
Komünist Çin, şimdiye kadar, Asya kıt’ası üzerinde rakipsizdi.
Bütün Asya devletleri arasında, Komünist Çin’in gitgide artan güç ve basıncına karşı frenleyici, engelleyici bir rol oynayabilecek, bir karşı nüfuz kutbu teşkil edebilecek mahallî kuvvetler olarak, yalnız Hindistan’la Pakistan görünüyordu.
Britanya İmparatorluğundan ayrılmış bu iki devletse, üzerinde yaşadıkları ve zengin tarih ve kültürüne ortak oldukları büyük yarımadayı, Komünist Çin’in gitgide kaygı verici bir hal alan basıncına ve genişleme eğilimine karşı yekpare ve sağlam bir kale haline getirebilecekleri, Komünist Çin tehlikesi karşısında, bağımsız kalabilmek ve yaşayabilmek, hürriyet içinde gelişebilmek isteyen küçük, genç ve zayıf Asya milletlerine kendi âlemlerinden doğan bir umut ve güç kaynağı olabilecekleri halde, kendi aralarında derin anlaşmazlığa ve geçimsizliğe düşmüşlerdi.
Keşmir meselesi, su kaynaklarını paylaşma meselesi, bu anlaşmazlığın sebepleri olmaktan çok sonuçları sayılabilirdi. İki devlet arasında dostluk ve karşılıklı güven kurulabilse her iki meselenin de bir uzlaşmaya bağlanması zor olmazdı.
Anlaşmazlığın, karşılıklı güvensizliğin baş kaynağı, şüphesiz, İngilizlerin, Hint yarımadasındaki hâkimiyetlerini uzatabilmek umudu ile yarımadanın müslüman halkı ile müslüman olmayan halkı arasına bol miktarda geçimsizlik, hattâ düşmanlık tohumlan serpmiş olmaları idi. O tohumların filizleri, bağımsız Hindistan ve Pakistan devletleri kurulduktan sonra da devam etmiştir.
Bu durumda, iki devletin kaderlerini bir cepheye bağlamaları güçtü. Hattâ bir müddet için imkânsızdı.
Batılılar için, bu devletlerden birinin dostluğunu kazanmak, hali ile, öbürünün dostluğundan, ittifak veya desteğinden yoksun kalma sonucunu doğuracaktı.
Batının, başlangıçtan itibaren dostluğunu kazanabildiği devlet Pakistan olmuştur. Gerçi Hindistan idarecileri ve halkı, Pakistan kaderini Batıya, hür milletler topluluğuna bağladı diye, Doğu cephesinin, Sovyetler Birliği mihverinde toplanan komünist memleketler cephesinin kucağına atılacak kadar basiretsiz değillerdi.
Ama iki cephe arasında kesin bir tarafsızlık politikası güdelebileceklerini, o yoldan bir denge unsuru olmanın, kendilerine, gerçek kuvvetlerinin çok üstünde itibarlı ve nüfuzlu bir mevki sağlıyabileceğini hesaplıyorlardı.
Ancak bu hesabı yaparken, komünistlerin iyiniyetine. Hindistan tarafından izlenecek iyiniyetli bir tarafsızlık siyaseti karşısında komünistlerin güney yönündeki genişleme, nüfuz yayma eğilimlerini frenleyeceklerine, haddinden fazla güvenmişlerdi.
Asya’daki son gelişmeler, Hindistan’ın bu güveninde ne kadar aldandığını, milletlerarası münasebetler alanında yapıcı,, aktif tarafsızlığın âdeta sembolü haline gelen Nehru’ya bile göstermiştir.
Hindistan’ın, yakın zamana kadar belki en istemediği, en çok çekindiği şey, Komünist Çin karşısında bir rakip, bir mukabil kutup gibi görünür duruma düşmekti. Tersine, milletlerarası münasebetler sahnesinde, bir çok zamanlar, Komünist Çin’in — meselâ Birleşmiş Milletlere üyelik konusunda — savunucusu olmuştu.
Fakat, Tibet’te başlayan, Hint himayesi altındaki sınır devletlerinde devam eden, Kerala'da Hindistan’ın içine kadar giren ve açıkça Hindistan’ın güvenliğini, bağımsızlığını tehdit eden, komünistler tarafından başlatılmış veya tahrik edilmiş hâdiseler silsilesi, Hindistan’ı, bütün isteksizliğine rağmen, Komünist Çin’in mahallî Asya devletleri arasındaki tek müessir rakibi olma durumuna doğru itmiştir.
Böylelikle, tarihî şartlar, Hindistan’ı, Komünist Çin’e karşı Asya’da ikinci bir mahalli nüfuz kutbu mevkiine getirmektedir.
Asya’da bu mevkie gelecek devletin Hindistan olması çok önemlidir. Çünkü, geri kalmış, nüfusu süratle artan bir Asya memleketinin hürriyet içinde kalkınması mümkün olmadığına inanan Komünist Çin karşısında, aynı durumdaki bir Asya memleketinin hürriyeti içinde kalkınması mümkün olduğuna inanan ve bunun canlı bir delilini teşkil eden Hindistan, yeni kurulmuş Asya devletleri için, komünist totaliterizminin cazibesine karşı, hürriyet ve demokrasinin cazibesini kurabilecek tek Asya devletidir.
Fakat, böyle bir mevkiin icaplarına uygun olarak, gerek kendi güvenliğine ve dünya barışına, gerek demokrasinin Asya'daki ve dünyadaki zaferine hizmet edebilmek, hizmet edebilmek için gerekli kuvveti kazanabilmek için, Hindistan, Pakistan’ın dostluk ve işbirliğine muhtaçtır.
Hindistan idarecilerinin son zamanlarda bu ihtiyacı kuvvetle duymağa başladıkları görülmektedir.
Su kaynaklarının paylaşlıması meselesini hal yolunda büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Hindistan ve Pakistan idarecileri arasında, yakın zamana kadar hayal bile edilemiyecek kadar elverişli şartlar ve uzlaşıcı bir hava içinde temas imkânları ortaya çıkmıştır.
Komünistler, ihtiraslarını frenleyememeleri ve her türlü iyiniyeti istismar etme alışkanlıkları ile, nasıl, hür Avrupa memleketlerini ve o memleketlerle Birleşik Amerika’yı biribirlerine yaklaştırmışlarsa, şimdi, Hint yarımadasındaki iki büyük ve güçlü devleti de, kardeş olmaları gerekirken düşman olmuş Hindistan’la Pakistan’ı da, aralarında gerçek bir yakınlaşma kurma yoluna sokmuş bulunmaktadır.
Hindistan — Pakistan münasebetlerinn bu yolda süratli gelişmeler göstermesini beklemek, yersiz bir iyimserlik olmasa gerektir.
Bu gelişmeler en çok Türk Milletini sevindirecektir. Çünkü, Hint milletine de, Pakistan mîlletine de aynı içten sevgi duygularıyla bağlı bulunan Türkler, iki memleket arasındaki anlaşmazlıkların kendilerini zaman zaman sürüklediği müşkil durumlardan kurtulma bahtiyarlığına bu gelişmeler sayesinde erişmiş olacaklardır.
Hindistan-Pakistan yakınlaşması
Bülent ECEVİT
Komünist Çin, şimdiye kadar, Asya kıt’ası üzerinde rakipsizdi.
Bütün Asya devletleri arasında, Komünist Çin’in gitgide artan güç ve basıncına karşı frenleyici, engelleyici bir rol oynayabilecek, bir karşı nüfuz kutbu teşkil edebilecek mahallî kuvvetler olarak, yalnız Hindistan’la Pakistan görünüyordu.
Britanya İmparatorluğundan ayrılmış bu iki devletse, üzerinde yaşadıkları ve zengin tarih ve kültürüne ortak oldukları büyük yarımadayı, Komünist Çin’in gitgide kaygı verici bir hal alan basıncına ve genişleme eğilimine karşı yekpare ve sağlam bir kale haline getirebilecekleri, Komünist Çin tehlikesi karşısında, bağımsız kalabilmek ve yaşayabilmek, hürriyet içinde gelişebilmek isteyen küçük, genç ve zayıf Asya milletlerine kendi âlemlerinden doğan bir umut ve güç kaynağı olabilecekleri halde, kendi aralarında derin anlaşmazlığa ve geçimsizliğe düşmüşlerdi.
Keşmir meselesi, su kaynaklarını paylaşma meselesi, bu anlaşmazlığın sebepleri olmaktan çok sonuçları sayılabilirdi. İki devlet arasında dostluk ve karşılıklı güven kurulabilse her iki meselenin de bir uzlaşmaya bağlanması zor olmazdı.
Anlaşmazlığın, karşılıklı güvensizliğin baş kaynağı, şüphesiz, İngilizlerin, Hint yarımadasındaki hâkimiyetlerini uzatabilmek umudu ile yarımadanın müslüman halkı ile müslüman olmayan halkı arasına bol miktarda geçimsizlik, hattâ düşmanlık tohumlan serpmiş olmaları idi. O tohumların filizleri, bağımsız Hindistan ve Pakistan devletleri kurulduktan sonra da devam etmiştir.
Bu durumda, iki devletin kaderlerini bir cepheye bağlamaları güçtü. Hattâ bir müddet için imkânsızdı.
Batılılar için, bu devletlerden birinin dostluğunu kazanmak, hali ile, öbürünün dostluğundan, ittifak veya desteğinden yoksun kalma sonucunu doğuracaktı.
Batının, başlangıçtan itibaren dostluğunu kazanabildiği devlet Pakistan olmuştur. Gerçi Hindistan idarecileri ve halkı, Pakistan kaderini Batıya, hür milletler topluluğuna bağladı diye, Doğu cephesinin, Sovyetler Birliği mihverinde toplanan komünist memleketler cephesinin kucağına atılacak kadar basiretsiz değillerdi.
Ama iki cephe arasında kesin bir tarafsızlık politikası güdelebileceklerini, o yoldan bir denge unsuru olmanın, kendilerine, gerçek kuvvetlerinin çok üstünde itibarlı ve nüfuzlu bir mevki sağlıyabileceğini hesaplıyorlardı.
Ancak bu hesabı yaparken, komünistlerin iyiniyetine. Hindistan tarafından izlenecek iyiniyetli bir tarafsızlık siyaseti karşısında komünistlerin güney yönündeki genişleme, nüfuz yayma eğilimlerini frenleyeceklerine, haddinden fazla güvenmişlerdi.
Asya’daki son gelişmeler, Hindistan’ın bu güveninde ne kadar aldandığını, milletlerarası münasebetler alanında yapıcı,, aktif tarafsızlığın âdeta sembolü haline gelen Nehru’ya bile göstermiştir.
Hindistan’ın, yakın zamana kadar belki en istemediği, en çok çekindiği şey, Komünist Çin karşısında bir rakip, bir mukabil kutup gibi görünür duruma düşmekti. Tersine, milletlerarası münasebetler sahnesinde, bir çok zamanlar, Komünist Çin’in — meselâ Birleşmiş Milletlere üyelik konusunda — savunucusu olmuştu.
Fakat, Tibet’te başlayan, Hint himayesi altındaki sınır devletlerinde devam eden, Kerala'da Hindistan’ın içine kadar giren ve açıkça Hindistan’ın güvenliğini, bağımsızlığını tehdit eden, komünistler tarafından başlatılmış veya tahrik edilmiş hâdiseler silsilesi, Hindistan’ı, bütün isteksizliğine rağmen, Komünist Çin’in mahallî Asya devletleri arasındaki tek müessir rakibi olma durumuna doğru itmiştir.
Böylelikle, tarihî şartlar, Hindistan’ı, Komünist Çin’e karşı Asya’da ikinci bir mahalli nüfuz kutbu mevkiine getirmektedir.
Asya’da bu mevkie gelecek devletin Hindistan olması çok önemlidir. Çünkü, geri kalmış, nüfusu süratle artan bir Asya memleketinin hürriyet içinde kalkınması mümkün olmadığına inanan Komünist Çin karşısında, aynı durumdaki bir Asya memleketinin hürriyeti içinde kalkınması mümkün olduğuna inanan ve bunun canlı bir delilini teşkil eden Hindistan, yeni kurulmuş Asya devletleri için, komünist totaliterizminin cazibesine karşı, hürriyet ve demokrasinin cazibesini kurabilecek tek Asya devletidir.
Fakat, böyle bir mevkiin icaplarına uygun olarak, gerek kendi güvenliğine ve dünya barışına, gerek demokrasinin Asya'daki ve dünyadaki zaferine hizmet edebilmek, hizmet edebilmek için gerekli kuvveti kazanabilmek için, Hindistan, Pakistan’ın dostluk ve işbirliğine muhtaçtır.
Hindistan idarecilerinin son zamanlarda bu ihtiyacı kuvvetle duymağa başladıkları görülmektedir.
Su kaynaklarının paylaşlıması meselesini hal yolunda büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Hindistan ve Pakistan idarecileri arasında, yakın zamana kadar hayal bile edilemiyecek kadar elverişli şartlar ve uzlaşıcı bir hava içinde temas imkânları ortaya çıkmıştır.
Komünistler, ihtiraslarını frenleyememeleri ve her türlü iyiniyeti istismar etme alışkanlıkları ile, nasıl, hür Avrupa memleketlerini ve o memleketlerle Birleşik Amerika’yı biribirlerine yaklaştırmışlarsa, şimdi, Hint yarımadasındaki iki büyük ve güçlü devleti de, kardeş olmaları gerekirken düşman olmuş Hindistan’la Pakistan’ı da, aralarında gerçek bir yakınlaşma kurma yoluna sokmuş bulunmaktadır.
Hindistan — Pakistan münasebetlerinn bu yolda süratli gelişmeler göstermesini beklemek, yersiz bir iyimserlik olmasa gerektir.
Bu gelişmeler en çok Türk Milletini sevindirecektir. Çünkü, Hint milletine de, Pakistan mîlletine de aynı içten sevgi duygularıyla bağlı bulunan Türkler, iki memleket arasındaki anlaşmazlıkların kendilerini zaman zaman sürüklediği müşkil durumlardan kurtulma bahtiyarlığına bu gelişmeler sayesinde erişmiş olacaklardır.
Koleksiyon
Alıntı
“Hindistan-Pakistan Yakınlaşması,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 22 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1063 ulaşıldı.