30 Ağustos'un Siyasi Değeri
Başlık:
30 Ağustos'un Siyasi Değeri
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" No 12957, ss. 1, 5
Tarih:
1959-08-30
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
30 Ağustosun siyasi değeri
Bülent ECEVİT
Türk Milletini 30 Ağustos Zaferine ulaştıran harekâtın güç kaynağı, askerî olduğu kadar siyasidir de. O kadar ağır şartlar, aşılmaz sanılan engeller karşısında bu kadar büyük bir zafer, yalnız askerî deha ile sağlanamazdı. Kurtuluş Savaşına önderlik edenler, bu savaşta kendileri için gerekli başlıca desteğin millî irade olduğuna inanmışlardı.
Onun için, Kurtuluş Savaşının başlangıcından itibaren, hattâ başlamasından önce, millî iradeye ifade ve etki gücü kazandıracak bir siyasi teşkilâtlanmayı, bir siyasi mekanizma kurup harekete geçirmeyi, en az, askerî bakımdan teşkilâtlanma kadar önemli sayıyorlardI. Daha doğrusu, askerî bakımdan teşkilâtlanmanın, hele o günkü şartlar altında, mümkün olmasını ve beklenen verimi sağlamasını, bu siyasi teşkilâtlanmaya bağlı görüyorlardı.
O bakımdan, Türk halkı için, Cumhuriyetin, demokrasinin, hattâ modern anlamda bir millet oluşun tarihi Kurtuluş Savaşı tarihniden ayrı düşünülemez.
Atatürk bunu, 30 Ağustos Zaferinden 2 ay kadar sonra, 22 Ekim 1922 de, Bursa’ya gelen İstanbul öğretmenleriyle yaptığı bir konuşmada şöyle belirtiyordu:
«İtiraf edelim ki biz üç buçuk sene evveline kadar cemaat halinde yaşıyorduk. Cihan bizi, temsil edenlere göre tanıyordu. Üç buçuk senedir tamamen millet olarak yaşıyoruz. Bunun maddî ve bariz şahidi, şekli hükümetimiz ve mahiyeti hükümetimizdir ki, onu kanun Büyük Millet Meclisi diye tevsim etti.»
Bir çok demokratik memleketlerde, savaş, yerleşmiş demokratik mekanizmanın bir süre için durdurulmasına hiç değilse, olağanüstü tedbirlerle kısıntıya uğratılmasına yol açar. Bizim Kurtuluş Savaşımızda ise bunun tersi olmuştur. Bizim için Kurtuluş Savaşına başlayış, aynı zamanda demokrasiye giriştir. Kurtuluş Savaşına, halk kitlelerinden kuvvet alan demokratik bir hareket olarak başlanmış, ve demokrasinin şartları, o arada Türk demokrasisinin temel müessesesi olan Millet Meclisi, savaş yıllarında kurulup gelişmiştir.
Savaşın en çetin günlerinde, Millet Meclisi, yalnız icrayı değil, askerî harekâtı bile, ergin demokrasilerde eşine az rastlanabilecek bir ölçüde denetleme imkânını bulmuştur.
Kurtuluş Savaşı o derecede millî iradeye ve millî iradenin demokratik bir yoldan işleyerek sağladığı desteğe dayanıyordu ki, İsmet Paşa, Lozan Konferansının ikinci toplantısına giderken, Hükümetinin millî iradeyi temsil ettiğinin bir kere daha teyidine ihtiyaç duymuştu. Yola çıkarken verdiği bir demeçte,
«Biliyorsunuz, Hariciye Vekili sıfatiyle intihabatı evvelâ ben teklif etmiştim,» diyor ve şu gerekçeyi öne sürüyordu:
«Bütün efrad-ı milletin mesaili sulhiyede ittihaz ettiğimiz hattı hareket hakkında tasvibi umumîsine istinaden konferansa gidiyorum. İntihabatı icradan maksadımız bu fikri bir kat daha takviye etmektir. Yalnız birkaç sene evvel millet arasından ayrılmış olan bir Meclise istinad etmemekte olduğumuzu âleme ıspat etmek istiyoruz».
Bu sözler de gösteriyor ki, Türk Kurtuluş hareketinin önderleri, yeni Türk Devletinin kurucuları, içerde olduğu gibi, dışarda da, bir hükümet için en büyük kuvvetin, millî iradeyi temsil ettiği hususunda güven verebilmek olduğunu biliyorlardı.
Türk milletine bu güveni verdikleri için milletin bütün güç ve iradesi seferber olmuş ve Kurtuluş Savaşı mucizesini yaratabilmiş, Türk Ordusunu, dünyanın en güçlü devletleri karşısında 30 Ağustos Zaferine ulaştırabilmişti; ve dünyaya bu güveni verebildikleri için, Kurtuluş Savaşının ve bu savaşla sağlanan sonuçların meşruluğunu bütün dünyaya kabul ettirebilmişlerdi.
Cihanın «Bizi temsil edenlere göre» tanıdığı devir kapanmıştı. Artık cihan, bizi temsil edenleri Türk Milletine göre tanıyordu.
Birinci Dünya Harbi galiplerine yenilen milletle, o devletlere karşı Kurtuluş Savaşında galip çıkan millet, aynı milletti. Başındaki kumandanlar bile çoğunlukla aynı kumandanlardı. Elindeki maddî ve askerî imkânlar, belki daha azdı, fakat daha çok değildi. Değişen sadece şu idi: Kurtuluş Savaşında Türk Milleti, otokratik bir padişah idaresinin vesayetinden çıkıp kendi iradesine sahip kılınmıştı!
Sadece bu değişiklik, başka bütün şartlar aynı olduğu, hattâ belki daha kötü olduğu halde, Türk Milletinin, Birinci Dünya Harbi yenilgisinden silkinip Kurtuluş Savaşı mucizesini yaratabilmesine yetmişti.
Bu bakımdan 30 Ağustos Zaferi, askerî olduğu kadar siyasi bir zaferdir de. Türk Milletinin savaş gücünün olduğu kadar, siyasi erginliğinin de zaferidir.
Çünkü o zaferle, Türk Milleti, kendi iradesine sahip olduğu zaman, önüne çıkabilecek her engeli yenebileceğini göstermiştir.
O zaferle, Türk Milleti, demokratik idareye liyakat sınavını, demokrasi ile bağdaşması en güç sanılan bir alanda, savaş alanında, en büyük başarı ile vermiştir.
30 Ağustosun siyasi değeri
Bülent ECEVİT
Türk Milletini 30 Ağustos Zaferine ulaştıran harekâtın güç kaynağı, askerî olduğu kadar siyasidir de. O kadar ağır şartlar, aşılmaz sanılan engeller karşısında bu kadar büyük bir zafer, yalnız askerî deha ile sağlanamazdı. Kurtuluş Savaşına önderlik edenler, bu savaşta kendileri için gerekli başlıca desteğin millî irade olduğuna inanmışlardı.
Onun için, Kurtuluş Savaşının başlangıcından itibaren, hattâ başlamasından önce, millî iradeye ifade ve etki gücü kazandıracak bir siyasi teşkilâtlanmayı, bir siyasi mekanizma kurup harekete geçirmeyi, en az, askerî bakımdan teşkilâtlanma kadar önemli sayıyorlardI. Daha doğrusu, askerî bakımdan teşkilâtlanmanın, hele o günkü şartlar altında, mümkün olmasını ve beklenen verimi sağlamasını, bu siyasi teşkilâtlanmaya bağlı görüyorlardı.
O bakımdan, Türk halkı için, Cumhuriyetin, demokrasinin, hattâ modern anlamda bir millet oluşun tarihi Kurtuluş Savaşı tarihniden ayrı düşünülemez.
Atatürk bunu, 30 Ağustos Zaferinden 2 ay kadar sonra, 22 Ekim 1922 de, Bursa’ya gelen İstanbul öğretmenleriyle yaptığı bir konuşmada şöyle belirtiyordu:
«İtiraf edelim ki biz üç buçuk sene evveline kadar cemaat halinde yaşıyorduk. Cihan bizi, temsil edenlere göre tanıyordu. Üç buçuk senedir tamamen millet olarak yaşıyoruz. Bunun maddî ve bariz şahidi, şekli hükümetimiz ve mahiyeti hükümetimizdir ki, onu kanun Büyük Millet Meclisi diye tevsim etti.»
Bir çok demokratik memleketlerde, savaş, yerleşmiş demokratik mekanizmanın bir süre için durdurulmasına hiç değilse, olağanüstü tedbirlerle kısıntıya uğratılmasına yol açar. Bizim Kurtuluş Savaşımızda ise bunun tersi olmuştur. Bizim için Kurtuluş Savaşına başlayış, aynı zamanda demokrasiye giriştir. Kurtuluş Savaşına, halk kitlelerinden kuvvet alan demokratik bir hareket olarak başlanmış, ve demokrasinin şartları, o arada Türk demokrasisinin temel müessesesi olan Millet Meclisi, savaş yıllarında kurulup gelişmiştir.
Savaşın en çetin günlerinde, Millet Meclisi, yalnız icrayı değil, askerî harekâtı bile, ergin demokrasilerde eşine az rastlanabilecek bir ölçüde denetleme imkânını bulmuştur.
Kurtuluş Savaşı o derecede millî iradeye ve millî iradenin demokratik bir yoldan işleyerek sağladığı desteğe dayanıyordu ki, İsmet Paşa, Lozan Konferansının ikinci toplantısına giderken, Hükümetinin millî iradeyi temsil ettiğinin bir kere daha teyidine ihtiyaç duymuştu. Yola çıkarken verdiği bir demeçte,
«Biliyorsunuz, Hariciye Vekili sıfatiyle intihabatı evvelâ ben teklif etmiştim,» diyor ve şu gerekçeyi öne sürüyordu:
«Bütün efrad-ı milletin mesaili sulhiyede ittihaz ettiğimiz hattı hareket hakkında tasvibi umumîsine istinaden konferansa gidiyorum. İntihabatı icradan maksadımız bu fikri bir kat daha takviye etmektir. Yalnız birkaç sene evvel millet arasından ayrılmış olan bir Meclise istinad etmemekte olduğumuzu âleme ıspat etmek istiyoruz».
Bu sözler de gösteriyor ki, Türk Kurtuluş hareketinin önderleri, yeni Türk Devletinin kurucuları, içerde olduğu gibi, dışarda da, bir hükümet için en büyük kuvvetin, millî iradeyi temsil ettiği hususunda güven verebilmek olduğunu biliyorlardı.
Türk milletine bu güveni verdikleri için milletin bütün güç ve iradesi seferber olmuş ve Kurtuluş Savaşı mucizesini yaratabilmiş, Türk Ordusunu, dünyanın en güçlü devletleri karşısında 30 Ağustos Zaferine ulaştırabilmişti; ve dünyaya bu güveni verebildikleri için, Kurtuluş Savaşının ve bu savaşla sağlanan sonuçların meşruluğunu bütün dünyaya kabul ettirebilmişlerdi.
Cihanın «Bizi temsil edenlere göre» tanıdığı devir kapanmıştı. Artık cihan, bizi temsil edenleri Türk Milletine göre tanıyordu.
Birinci Dünya Harbi galiplerine yenilen milletle, o devletlere karşı Kurtuluş Savaşında galip çıkan millet, aynı milletti. Başındaki kumandanlar bile çoğunlukla aynı kumandanlardı. Elindeki maddî ve askerî imkânlar, belki daha azdı, fakat daha çok değildi. Değişen sadece şu idi: Kurtuluş Savaşında Türk Milleti, otokratik bir padişah idaresinin vesayetinden çıkıp kendi iradesine sahip kılınmıştı!
Sadece bu değişiklik, başka bütün şartlar aynı olduğu, hattâ belki daha kötü olduğu halde, Türk Milletinin, Birinci Dünya Harbi yenilgisinden silkinip Kurtuluş Savaşı mucizesini yaratabilmesine yetmişti.
Bu bakımdan 30 Ağustos Zaferi, askerî olduğu kadar siyasi bir zaferdir de. Türk Milletinin savaş gücünün olduğu kadar, siyasi erginliğinin de zaferidir.
Çünkü o zaferle, Türk Milleti, kendi iradesine sahip olduğu zaman, önüne çıkabilecek her engeli yenebileceğini göstermiştir.
O zaferle, Türk Milleti, demokratik idareye liyakat sınavını, demokrasi ile bağdaşması en güç sanılan bir alanda, savaş alanında, en büyük başarı ile vermiştir.
Koleksiyon
Alıntı
“30 Ağustos'un Siyasi Değeri,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1060 ulaşıldı.