Basına Karşı Yeni Tedbirler
Başlık:
Basına Karşı Yeni Tedbirler
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında", s. 3
Tarih:
1958-09-11
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
BÜLENT ECEViT
Basına karşı yeni tedbirler
GAZETELERE karşı maddî baskı tedbirlerinin mânevi baskı tedbirlerinden daha etkili olabileceğini düşünen iktidar, şimdi bu yolda bir kaç adım daha atmağa hazırlanıyor.
Önce kâğıt fiyatları yüzde 250 arttırıldı. Bu durumda, bağımsız ve muhalif, yani hükümet desteğiyle değil, kendi sürümleriyle yaşayan gazeteler çetin bir mesele karşısında bırakıldı: Gazetelerin daha yeni yükselmiş satış fiyatı artık kâğıt giderini bile karşılamağa yetmiyecek, o yüzden, yüksek ücretle bol ilân alan geniş sürümlü bir kaç gazete dışında bütün bağımsız ve muhalif basın, ya sayfa sayısını indirmek, ya da fiyatları orta gelirli yurttaşın bile satınalma gücünü çok aşan bir seviyeye yükseltmek zorunda kalacaktı.
Fakat bağımsız ve muhalif basının bu gibi aşırı ve riskli çarelere başvurmak, ağır maddi fedakârlıklara katlanmak pahasına, sırf ilân geliriyle ve halkın ilgi ve desteğiyle, sürünerek de olsa yaşayabilmesi ihtimali bile iktidarın gözünü korkutuyor olmalıydı ki, bu defa özel ilân tarifelerine ve dağıtım sistemine de el atmağa karar verildi.
Anadolu Ajansının açıkladığına göre, şimdi Hükümet, «resmî ve hususî ilân fiyatlarında muvazene temin edecek», yani gazetelerin özel ilân tarifelerini zorla indirterek, bağımsız ve muhalif basını özel ilân geliriyle ayakta durabilme imkânından da yoksun bırakacak, buna karşılık resmî ilân tarifesini yükselterek, çaresiz durumdaki gazeteler için - manevî bedeli çok ağır olan - resmî ilânların cazibesini arttıracaktır!
Böylelikle gazetelerin iki şıktan birini seçmek zorunda kalacakları umulmaktadır: Ya iktidarı desteklemek, ve o sayede her türlü maddî kaygıdan kurtulmak - tabiî bu arada gazetecilik sorumluluğunu ve ödevini de unuutmak -, ya da yayın hayatından çekilmek!
Bu tedbiri haklı ve «âdilâne» göstermek gayretiyle, A.A. haberinde şöyle denilmektedir:
«Dikkati çekten bir cihet de memleketimizde matbuatın hususi ilân alan ve alamayan gazeteler olmak üzere esas itibariyle ikiye bölünmüş bulunduğudur. Binaenaleyh halen yapılmakta olan tetkikler, bu durumla alâkadar olarak ve ilân bahsinde 3 lira (resmi ilân) ile 14 lira (özel ilân) arasındaki büyük farkın senelerden beri devam etmekte bulunduğunu nazarı tibara alarak bir kısım gazetelerin tamamiyle mağdur olmasına mukabil diğerlerinin aksine aşırı derecede rüçhanlı ve hattâ imtiyazlı bir vaziyette bulunmaları neticesini veren bir farkın izalesi maksadına müteveccihdir.
«...İki adaletsiz ücret tarifesi arasında adalet ve nisbet icaplarına uygun bir muvazene ve teadül temin edilecektir. Ve bunun, bir hayırlı neticesi olarak da mağdur vaziyette bulunan bir çok gazetelerimize ayrıca da intişar edecek olan yeni gazete ve mecmularımıza fiilî ve ticari inkişaf imkânları sağlanmakla memleketteki fikir hayatı gelişmek ve istikrara kavuşmak şartlarını elde etmiş olacaktır.»
Başlı başına bu gerekçe, ve bu gerekçede öne sürülen «adalet» anlayışı bile, iktidarın basın ve fikir hürriyeti karşısındaki menfî tavrını göstermeye yeter.
Çok özel ilân alan gazeteler, genel olarak, halkın çok aradığı ve okuduğu gazetelerdir. Demek ki, ödevlerini iyi yapan ve halkın güvenini kazanan gazetelerdir. Yaşamalarına elvermiyecek kadar az özel ilân alan gazetelerse, genel olarak, halkın aramadığı, okumadığı, güvenmediği, hattâ başkaları tarafından da okunabileceğine ihtimal vermediği gazetelerdir. Yani ödevlerini yapmayan veya yapamıyan gazetelerdir.
Öyleyse gazetelerin aldıkları özel ilân miktarları arasındaki eşitsizlik bir adaletsizliğin değil, tersine, gerçek adaletin tecellisidir. Bir «imtiyaz» değil, bir «hak»tır.
Adaletsizlik, halkın tutmadığı, okumadığı, yaşatmadığı gazeteleri, halkın ödediği vergilerle, yani resmî ilân yardımıyla ve başka yardımlarla halka rağmen, zorla yaşatmağa, daha doğrusu, bir gazete için «yaşamak» demek okunmak demek olduğuna göre, sadece yaşar gibi gösterip, gazeteci bile sayılamıyacak sahiplerini millet kesesinden zengin etmeğe çalışmaktır.
Adaletsizlik, milletin yüzünü bile görmediği, görmek de istemediği bir takım sözde gazetelere millet kesesinden yılda yüzbinlerce liralık resmi ilân yardımı yapılırken, milletin güvendiği ve okuduğu gazeteleri giderlerini bile karşılıyamıyacak duruma düşürmektir.
Yan yana iki lokanta düşününüz: İkisinin de yemek ücretleri aynı olduğu halde biri temiz, biri pis, biri tatlı, biri tatsız yemek yapıyor olsun: birinde yemek yiyenin yüzü kanlansın, içi açılsın, öbüründe yemek yiyenin midesi bozulsun, içi kararsın!
Bunlardan birincisi kazanır, ikincisi kazanamazsa, birincisi kendi kazancıyla yaşayabilir, ikincisi yaşayamazsa, bunda adaletsizlik var mıdır?
Tersine, bu, adaletin ta kendisidir!
Gerçi iki lokanta arasında bir eşitsizlik olduğu açıktır. Ama, bu, iyiyle kötü, ödevini yapanla yapmayan arasındaki eşitsizliktir.
Adalet zaten bir anlamda, bu eşitsizliktir: İyiyle kötü, ödevini yapanla yapmayan arasındaki eşitsizlik!
Gazetelerin durumu da budur. Fakat gelin görün ki, D. P. iktidarına göre, kötü gazete olduğu, ödevini yapmadığı, sevilmediği, güvenilmediği, okunmadığı için devlet yardımı olmaksızın yaşıyamıyan gazeteler bir «haksızlığa», «adaletsizliğe» kurban olan «mağdur» gazetelerdir!
Bu «haksızlığı», bu «adaletsizliği», bu «mağdurluğu» gidermek için, şimdi iktidar, öbür gazeteleri de gelirsiz kalmağa, bu yüzden ya devlet desteğini ve iktidar kulluğunu kabul edip kötü gazete olmağa ya da kapanıp gitmeğe mahkûm etmek istemektedir.
Gene A. A. haberine göre, iktidar, gazete dağıtım sistemini de kendince düzenlemeğe karar vermiştir, çünkü şimdiki sistem, «gazetelerimiz arasında mahzurlu farklar yaratacak bir mahiyet arzetmekte» dir!...
Türkiye'deki gazete dağıtım sisteminin düzeltilmesi gerekli olabilir. Fakat bunu düzeltecek olan iktidar değildir!
Hele basın karşısındaki davranışı malûm bulunan D.P, iktidarının, bu dağıtım sistemini «gazetelerimiz arasında mahzurlu farklar yaratacak bir mahiyet arzetmekte» olduğu gerekçesiyle düzenlemeğe kalkışması, niyetin ne kadar bozuk olduğunu göstermeğe yeter.
Gene yukarıdaki benzetişe dönelim: Biri temiz, biri pis, biri iyi, biri kötü iki lokantanın müşteri sayısı arasındaki tabiî farkı «mahzurlu» bulup, bu farkı kötü ve pis lokanta lehine ortadan kaldırmağa çalışmakla, yani iyi ve temiz lokantayı, yanındaki kötü ve pis lokantadan daha fazla müşteri kabul etmemeğe mecbur tutmakla gazete dağıtım sistemine gazete sürümleri arasındaki «farklar» ı ortadan kaldıracak bir şekil vermek arasında hiç bir ayrılık olmasa gerektir!
Bu tedbirleri de aldıktan sonra iktidar, belki Türkiye'de bağımsız ve muhalif basını öldürmeğe muvaffak olacaktır! Fakat bağımsız ve muhalif yurttaşları kendine bağlamağa muvaffak olacak mıdır?
Eğer buna imkân bulunsaydı, bir tek gazete görmeyen, fakat günde üç nöbet iktidar radyosunu dinleyen onbinlerce Anadolu köyünün şimdiye kadar tepeden tırnağa Demokrat Partili kesilmiş olması gerekirdi!
BÜLENT ECEViT
Basına karşı yeni tedbirler
GAZETELERE karşı maddî baskı tedbirlerinin mânevi baskı tedbirlerinden daha etkili olabileceğini düşünen iktidar, şimdi bu yolda bir kaç adım daha atmağa hazırlanıyor.
Önce kâğıt fiyatları yüzde 250 arttırıldı. Bu durumda, bağımsız ve muhalif, yani hükümet desteğiyle değil, kendi sürümleriyle yaşayan gazeteler çetin bir mesele karşısında bırakıldı: Gazetelerin daha yeni yükselmiş satış fiyatı artık kâğıt giderini bile karşılamağa yetmiyecek, o yüzden, yüksek ücretle bol ilân alan geniş sürümlü bir kaç gazete dışında bütün bağımsız ve muhalif basın, ya sayfa sayısını indirmek, ya da fiyatları orta gelirli yurttaşın bile satınalma gücünü çok aşan bir seviyeye yükseltmek zorunda kalacaktı.
Fakat bağımsız ve muhalif basının bu gibi aşırı ve riskli çarelere başvurmak, ağır maddi fedakârlıklara katlanmak pahasına, sırf ilân geliriyle ve halkın ilgi ve desteğiyle, sürünerek de olsa yaşayabilmesi ihtimali bile iktidarın gözünü korkutuyor olmalıydı ki, bu defa özel ilân tarifelerine ve dağıtım sistemine de el atmağa karar verildi.
Anadolu Ajansının açıkladığına göre, şimdi Hükümet, «resmî ve hususî ilân fiyatlarında muvazene temin edecek», yani gazetelerin özel ilân tarifelerini zorla indirterek, bağımsız ve muhalif basını özel ilân geliriyle ayakta durabilme imkânından da yoksun bırakacak, buna karşılık resmî ilân tarifesini yükselterek, çaresiz durumdaki gazeteler için - manevî bedeli çok ağır olan - resmî ilânların cazibesini arttıracaktır!
Böylelikle gazetelerin iki şıktan birini seçmek zorunda kalacakları umulmaktadır: Ya iktidarı desteklemek, ve o sayede her türlü maddî kaygıdan kurtulmak - tabiî bu arada gazetecilik sorumluluğunu ve ödevini de unuutmak -, ya da yayın hayatından çekilmek!
Bu tedbiri haklı ve «âdilâne» göstermek gayretiyle, A.A. haberinde şöyle denilmektedir:
«Dikkati çekten bir cihet de memleketimizde matbuatın hususi ilân alan ve alamayan gazeteler olmak üzere esas itibariyle ikiye bölünmüş bulunduğudur. Binaenaleyh halen yapılmakta olan tetkikler, bu durumla alâkadar olarak ve ilân bahsinde 3 lira (resmi ilân) ile 14 lira (özel ilân) arasındaki büyük farkın senelerden beri devam etmekte bulunduğunu nazarı tibara alarak bir kısım gazetelerin tamamiyle mağdur olmasına mukabil diğerlerinin aksine aşırı derecede rüçhanlı ve hattâ imtiyazlı bir vaziyette bulunmaları neticesini veren bir farkın izalesi maksadına müteveccihdir.
«...İki adaletsiz ücret tarifesi arasında adalet ve nisbet icaplarına uygun bir muvazene ve teadül temin edilecektir. Ve bunun, bir hayırlı neticesi olarak da mağdur vaziyette bulunan bir çok gazetelerimize ayrıca da intişar edecek olan yeni gazete ve mecmularımıza fiilî ve ticari inkişaf imkânları sağlanmakla memleketteki fikir hayatı gelişmek ve istikrara kavuşmak şartlarını elde etmiş olacaktır.»
Başlı başına bu gerekçe, ve bu gerekçede öne sürülen «adalet» anlayışı bile, iktidarın basın ve fikir hürriyeti karşısındaki menfî tavrını göstermeye yeter.
Çok özel ilân alan gazeteler, genel olarak, halkın çok aradığı ve okuduğu gazetelerdir. Demek ki, ödevlerini iyi yapan ve halkın güvenini kazanan gazetelerdir. Yaşamalarına elvermiyecek kadar az özel ilân alan gazetelerse, genel olarak, halkın aramadığı, okumadığı, güvenmediği, hattâ başkaları tarafından da okunabileceğine ihtimal vermediği gazetelerdir. Yani ödevlerini yapmayan veya yapamıyan gazetelerdir.
Öyleyse gazetelerin aldıkları özel ilân miktarları arasındaki eşitsizlik bir adaletsizliğin değil, tersine, gerçek adaletin tecellisidir. Bir «imtiyaz» değil, bir «hak»tır.
Adaletsizlik, halkın tutmadığı, okumadığı, yaşatmadığı gazeteleri, halkın ödediği vergilerle, yani resmî ilân yardımıyla ve başka yardımlarla halka rağmen, zorla yaşatmağa, daha doğrusu, bir gazete için «yaşamak» demek okunmak demek olduğuna göre, sadece yaşar gibi gösterip, gazeteci bile sayılamıyacak sahiplerini millet kesesinden zengin etmeğe çalışmaktır.
Adaletsizlik, milletin yüzünü bile görmediği, görmek de istemediği bir takım sözde gazetelere millet kesesinden yılda yüzbinlerce liralık resmi ilân yardımı yapılırken, milletin güvendiği ve okuduğu gazeteleri giderlerini bile karşılıyamıyacak duruma düşürmektir.
Yan yana iki lokanta düşününüz: İkisinin de yemek ücretleri aynı olduğu halde biri temiz, biri pis, biri tatlı, biri tatsız yemek yapıyor olsun: birinde yemek yiyenin yüzü kanlansın, içi açılsın, öbüründe yemek yiyenin midesi bozulsun, içi kararsın!
Bunlardan birincisi kazanır, ikincisi kazanamazsa, birincisi kendi kazancıyla yaşayabilir, ikincisi yaşayamazsa, bunda adaletsizlik var mıdır?
Tersine, bu, adaletin ta kendisidir!
Gerçi iki lokanta arasında bir eşitsizlik olduğu açıktır. Ama, bu, iyiyle kötü, ödevini yapanla yapmayan arasındaki eşitsizliktir.
Adalet zaten bir anlamda, bu eşitsizliktir: İyiyle kötü, ödevini yapanla yapmayan arasındaki eşitsizlik!
Gazetelerin durumu da budur. Fakat gelin görün ki, D. P. iktidarına göre, kötü gazete olduğu, ödevini yapmadığı, sevilmediği, güvenilmediği, okunmadığı için devlet yardımı olmaksızın yaşıyamıyan gazeteler bir «haksızlığa», «adaletsizliğe» kurban olan «mağdur» gazetelerdir!
Bu «haksızlığı», bu «adaletsizliği», bu «mağdurluğu» gidermek için, şimdi iktidar, öbür gazeteleri de gelirsiz kalmağa, bu yüzden ya devlet desteğini ve iktidar kulluğunu kabul edip kötü gazete olmağa ya da kapanıp gitmeğe mahkûm etmek istemektedir.
Gene A. A. haberine göre, iktidar, gazete dağıtım sistemini de kendince düzenlemeğe karar vermiştir, çünkü şimdiki sistem, «gazetelerimiz arasında mahzurlu farklar yaratacak bir mahiyet arzetmekte» dir!...
Türkiye'deki gazete dağıtım sisteminin düzeltilmesi gerekli olabilir. Fakat bunu düzeltecek olan iktidar değildir!
Hele basın karşısındaki davranışı malûm bulunan D.P, iktidarının, bu dağıtım sistemini «gazetelerimiz arasında mahzurlu farklar yaratacak bir mahiyet arzetmekte» olduğu gerekçesiyle düzenlemeğe kalkışması, niyetin ne kadar bozuk olduğunu göstermeğe yeter.
Gene yukarıdaki benzetişe dönelim: Biri temiz, biri pis, biri iyi, biri kötü iki lokantanın müşteri sayısı arasındaki tabiî farkı «mahzurlu» bulup, bu farkı kötü ve pis lokanta lehine ortadan kaldırmağa çalışmakla, yani iyi ve temiz lokantayı, yanındaki kötü ve pis lokantadan daha fazla müşteri kabul etmemeğe mecbur tutmakla gazete dağıtım sistemine gazete sürümleri arasındaki «farklar» ı ortadan kaldıracak bir şekil vermek arasında hiç bir ayrılık olmasa gerektir!
Bu tedbirleri de aldıktan sonra iktidar, belki Türkiye'de bağımsız ve muhalif basını öldürmeğe muvaffak olacaktır! Fakat bağımsız ve muhalif yurttaşları kendine bağlamağa muvaffak olacak mıdır?
Eğer buna imkân bulunsaydı, bir tek gazete görmeyen, fakat günde üç nöbet iktidar radyosunu dinleyen onbinlerce Anadolu köyünün şimdiye kadar tepeden tırnağa Demokrat Partili kesilmiş olması gerekirdi!
Koleksiyon
Alıntı
“Basına Karşı Yeni Tedbirler,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 21 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/1023 ulaşıldı.