Üniversiteden Köye Doğru Kapanan Mesafe
Başlık:
Üniversiteden Köye Doğru Kapanan Mesafe
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında", s. 3
Tarih:
1958-03-25
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
Bülent ECEVİT
Üniversiteden köye doğru kapanan mesafe
Bugün milletçe çekilen sıkıntıları hoş gördürebilmek için ya köylünün refahı ya da nesillerin mutluluğu uğrunda bazı fedakârlıklara katlanmak sorunluluğu öne sürülür.
Şu satırların yazarı, dün sona eren Meclis tatilinin ilk yarısını köylüler, ikinci yarısını da üniversiteliler arasında geçirdi. Ne köylünün yaşayışında en ufak bir refah ve kalkınma belirtisi, ne de üniversitelinin yetişmesinde gelecek nesillerin mutluluğuna dair en küçük bir umut ışığı görebildi.
Köylüyle üniversitelinin gelişmesi şartlarını toplum hayatımızın iki zıt kutpu sayarız. Bu iki kutup arasındaki mesafe köyden üniversiteye doğru kapandığı ölçüde kalkınacağımıza inanırız. Oysa şu satırların yazarı, üniversiteliyi, en az köylününki kadar çetin ve umutsuz bir yaşama savaşının içinde bunalmış, daha hayata atılmadan hayata küsmüş buldu.
«Kalkınan İstanbul» un, «mamurlaşan İstanbul» un, hesapsız hevesler uğruna ana caddelerini 20 santim indirip 10 santim yükseltebilmek için milyonlar harcanan İstanbul'un ortasında, belki bir Orta Anadolu köylüsünün içinde bulunduğu şartlardan daha geri, daha gayri sıhhî, daha güvenliksiz, yarını daha karanlık şartlar altında ezilen bir yüksek öğrenim gençliği gördü.
Bir Anadolu köylüsünün hayatından bakılınca üniversitelinin hayatı mutlu bir hayal gibi görünmek gerekirdi. Oysa her ikisinin de hayatında son hadde varan sefalet ve imkânsızlık bugün birçok noktalar da köylüyle üniversiteli arasında adetâ bir kader beraberliği kurmuştu.
Ankara yakınında bir köy okuluna gitmiştik. Çürüklükten binası yıkılmak üzereydi. Rütubet öyleydi ki duvarlarından yol yol inen sular yerleri göle çevirmişti. İstanbul'da bazı üniversite yurtlarına gittik, bodrumları su doluydu; bazısı 5 dakikada, 4 dakikada, 2 dakikada yanacağına dair itfaiyeden raporluydu; bu 5 dakikada, 3 dakikada yanacak binaların merdivenleri, 4-5 kişi beraber inilemiyecek kadar çürüktü. Soğuk ve rutubetten öğrencilerin en az yarısı, üniversiteyi bitirinceye kadar ya verem ya romatizmalı oluyordu.
Köy okulları görmüştük, öğrencilerin ders kitabı, defteri, kalemi yoktu. İstanbul'da fakülteler gördük, dişçi olacak öğrencinin dolgu malzemesi, fizikçi olacak öğrencinin laboratuvar malzemesi, mühendis olacak öğrencinin aydınger ve resim kâğıdı, çini mürekkebi, hesap cetveli, iktisatçı olacak öğrencinin iktisat kitabı, hukukçu olacak öğrencinin ders notu yoktu.
Köylerde, kahvehaneye çevrilmiş Halkodalarında oturmuştuk. Duvarlarından kitap rafları kaldırılıp yerlerine devlet büyüklerinin resimleri asılmış, sahneleri kahve ocağı olmuştu. Hayvanını satmış, traktörü işlemez olmuş köylü, şimdi kahvehanede vakit öldürüyordu. İstanbul'da binlerce üniversiteli gördük. Halkevleri kapatıldığından beri okuyacak yer, boş vaktini faydalı bir şeklide kullanabileceği spor salonları, oyun sahneleri bile bulamıyor kahvehanede vakit öldürüyordu.
Kahvehaneye çevrilmiş eski Halkodalarında öğretmenlere sormuştuk:
— Öğrencileriniz okuldan çıktıktan son bilgilerini geliştirebiliyorlar mı?, diye.
— Bilgilerini geliştirmek şöyle dursun, okumayı bile unutuyorlar, çünkü Halkodaları kapandığından beri kitap, gazete bulamıyorlar!, cevabını almıştık.
İstanbul'un üniversite yurtlarında öğrencilere okuma imkânlarını sorduk,
— Ders kitabımız, kitap okuyacak yerimiz yok! dediler.
— Ders kitabından başka, siyasî eserler, gazete ve dergiler bulunabilir ama, onları da yurtlarımızda okuması yasak! dediler.
Bize, üniversite öğrencisinin yurtlarda siyasi kitap, broşür, gazete, dergi okumasını yasak eden resmî tamimler gösterdiler.
Köylüyü yarı aç yarı tok bulmuştuk. İstanbul'daki üniversite öğrencilerini yarıdan çok aç, yarıdan az tok bulduk. Hepsi, kendi ölçülerimizle orta hâlli ailelerin çocuklarıydı ama çoğu ancak Kızılay'ın aşevlerinde, o da ancak yaşayabilecek, fakat belki birkaç yıl sonra verem olmaktan kurtulamıyacak kadar karın doyurabiliyordu.
Tarlasından geçimini sağlıyamaz olmuş, bütün vaktini kahvehanelerde öldürür olmuş köylülere, şehre göç eden yakınlarının durumunu sorduğumuzda,
— Şehirlerde de işsizlik aldı yürüdü!, demişlerdi.
Karnını doyuramıyan, binlercesi o içinde barınılmaz hâle gelmiş yurtlarda bile yer bulamıyan, 100 lira 150 lira aylık kira verip bir oda tutamıyan üniversite öğrencilerine,
— Geçim şartlarınızı düzeltebilmek için, boş vakitlerinizde çalışacak iş bulamıyor musunuz? diye sorduğumuzda,
— En ağır işlere razıyız, ama bugün İstanbul'da işçiler bile işsiz!, dediler.
Velhasıl, köylünün hayatında aydın şehirli hayatına doğru bir ilerleme, bir «kalkınma» bulacak yerde, «gelecek nesiller» in hazırlandığı üniversite ocağında köylününü hayatına doğru bir gerileme bulduk.
İki zıt kutup arasında gerçi bir mesafe kapanışı vardı ama, ileriye değil geriye doğru, daha iyiye değil, daha kötüye doğru bir mesafe kapanışıydı bu.
Sormaz mı şimdi insan kendi kendine:
— Köylünün hayatı bu, üniversitelinin hayatı buysa, kimin, neyin, ve hangi geleceğin, hangi «gelecek nesiller» in uğrunadır, katlanılan bunca fedakârlık, çekilen bunca sıkıntı?
Bülent ECEVİT
Üniversiteden köye doğru kapanan mesafe
Bugün milletçe çekilen sıkıntıları hoş gördürebilmek için ya köylünün refahı ya da nesillerin mutluluğu uğrunda bazı fedakârlıklara katlanmak sorunluluğu öne sürülür.
Şu satırların yazarı, dün sona eren Meclis tatilinin ilk yarısını köylüler, ikinci yarısını da üniversiteliler arasında geçirdi. Ne köylünün yaşayışında en ufak bir refah ve kalkınma belirtisi, ne de üniversitelinin yetişmesinde gelecek nesillerin mutluluğuna dair en küçük bir umut ışığı görebildi.
Köylüyle üniversitelinin gelişmesi şartlarını toplum hayatımızın iki zıt kutpu sayarız. Bu iki kutup arasındaki mesafe köyden üniversiteye doğru kapandığı ölçüde kalkınacağımıza inanırız. Oysa şu satırların yazarı, üniversiteliyi, en az köylününki kadar çetin ve umutsuz bir yaşama savaşının içinde bunalmış, daha hayata atılmadan hayata küsmüş buldu.
«Kalkınan İstanbul» un, «mamurlaşan İstanbul» un, hesapsız hevesler uğruna ana caddelerini 20 santim indirip 10 santim yükseltebilmek için milyonlar harcanan İstanbul'un ortasında, belki bir Orta Anadolu köylüsünün içinde bulunduğu şartlardan daha geri, daha gayri sıhhî, daha güvenliksiz, yarını daha karanlık şartlar altında ezilen bir yüksek öğrenim gençliği gördü.
Bir Anadolu köylüsünün hayatından bakılınca üniversitelinin hayatı mutlu bir hayal gibi görünmek gerekirdi. Oysa her ikisinin de hayatında son hadde varan sefalet ve imkânsızlık bugün birçok noktalar da köylüyle üniversiteli arasında adetâ bir kader beraberliği kurmuştu.
Ankara yakınında bir köy okuluna gitmiştik. Çürüklükten binası yıkılmak üzereydi. Rütubet öyleydi ki duvarlarından yol yol inen sular yerleri göle çevirmişti. İstanbul'da bazı üniversite yurtlarına gittik, bodrumları su doluydu; bazısı 5 dakikada, 4 dakikada, 2 dakikada yanacağına dair itfaiyeden raporluydu; bu 5 dakikada, 3 dakikada yanacak binaların merdivenleri, 4-5 kişi beraber inilemiyecek kadar çürüktü. Soğuk ve rutubetten öğrencilerin en az yarısı, üniversiteyi bitirinceye kadar ya verem ya romatizmalı oluyordu.
Köy okulları görmüştük, öğrencilerin ders kitabı, defteri, kalemi yoktu. İstanbul'da fakülteler gördük, dişçi olacak öğrencinin dolgu malzemesi, fizikçi olacak öğrencinin laboratuvar malzemesi, mühendis olacak öğrencinin aydınger ve resim kâğıdı, çini mürekkebi, hesap cetveli, iktisatçı olacak öğrencinin iktisat kitabı, hukukçu olacak öğrencinin ders notu yoktu.
Köylerde, kahvehaneye çevrilmiş Halkodalarında oturmuştuk. Duvarlarından kitap rafları kaldırılıp yerlerine devlet büyüklerinin resimleri asılmış, sahneleri kahve ocağı olmuştu. Hayvanını satmış, traktörü işlemez olmuş köylü, şimdi kahvehanede vakit öldürüyordu. İstanbul'da binlerce üniversiteli gördük. Halkevleri kapatıldığından beri okuyacak yer, boş vaktini faydalı bir şeklide kullanabileceği spor salonları, oyun sahneleri bile bulamıyor kahvehanede vakit öldürüyordu.
Kahvehaneye çevrilmiş eski Halkodalarında öğretmenlere sormuştuk:
— Öğrencileriniz okuldan çıktıktan son bilgilerini geliştirebiliyorlar mı?, diye.
— Bilgilerini geliştirmek şöyle dursun, okumayı bile unutuyorlar, çünkü Halkodaları kapandığından beri kitap, gazete bulamıyorlar!, cevabını almıştık.
İstanbul'un üniversite yurtlarında öğrencilere okuma imkânlarını sorduk,
— Ders kitabımız, kitap okuyacak yerimiz yok! dediler.
— Ders kitabından başka, siyasî eserler, gazete ve dergiler bulunabilir ama, onları da yurtlarımızda okuması yasak! dediler.
Bize, üniversite öğrencisinin yurtlarda siyasi kitap, broşür, gazete, dergi okumasını yasak eden resmî tamimler gösterdiler.
Köylüyü yarı aç yarı tok bulmuştuk. İstanbul'daki üniversite öğrencilerini yarıdan çok aç, yarıdan az tok bulduk. Hepsi, kendi ölçülerimizle orta hâlli ailelerin çocuklarıydı ama çoğu ancak Kızılay'ın aşevlerinde, o da ancak yaşayabilecek, fakat belki birkaç yıl sonra verem olmaktan kurtulamıyacak kadar karın doyurabiliyordu.
Tarlasından geçimini sağlıyamaz olmuş, bütün vaktini kahvehanelerde öldürür olmuş köylülere, şehre göç eden yakınlarının durumunu sorduğumuzda,
— Şehirlerde de işsizlik aldı yürüdü!, demişlerdi.
Karnını doyuramıyan, binlercesi o içinde barınılmaz hâle gelmiş yurtlarda bile yer bulamıyan, 100 lira 150 lira aylık kira verip bir oda tutamıyan üniversite öğrencilerine,
— Geçim şartlarınızı düzeltebilmek için, boş vakitlerinizde çalışacak iş bulamıyor musunuz? diye sorduğumuzda,
— En ağır işlere razıyız, ama bugün İstanbul'da işçiler bile işsiz!, dediler.
Velhasıl, köylünün hayatında aydın şehirli hayatına doğru bir ilerleme, bir «kalkınma» bulacak yerde, «gelecek nesiller» in hazırlandığı üniversite ocağında köylününü hayatına doğru bir gerileme bulduk.
İki zıt kutup arasında gerçi bir mesafe kapanışı vardı ama, ileriye değil geriye doğru, daha iyiye değil, daha kötüye doğru bir mesafe kapanışıydı bu.
Sormaz mı şimdi insan kendi kendine:
— Köylünün hayatı bu, üniversitelinin hayatı buysa, kimin, neyin, ve hangi geleceğin, hangi «gelecek nesiller» in uğrunadır, katlanılan bunca fedakârlık, çekilen bunca sıkıntı?
Koleksiyon
Alıntı
“Üniversiteden Köye Doğru Kapanan Mesafe,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 22 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/973 ulaşıldı.