"Kardeş" Ürdün'de Patlayan Bomba
Başlık:
"Kardeş" Ürdün'de Patlayan Bomba
Kaynak:
Ulus, "Uzaktan" s. 3
Tarih:
1957-09-18
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/36
Metin:
UZAKTAN
"Kardeş,, Ürdünde patlayan bomba
KARDEŞ» Ürdün'deki, «dost» Ürdün'deki, bir tecavüze uğrarsa, Sayın Devlet Başkanımızca verilmiş bir söze göre, ordularımızın derhal yardıma koşacağı Ürdün'deki Elçiliğimizde gene bir bomba patladı.
Futbol ve ticaret temasları sayesinde siyasal münasebetlerimiz biraz düzelinceye kadar, Mısır idarecileri Türkiye'ye karşı sert hücumlarda bulundukları zaman, bizim resmî sözcülerimize göre, o idareciler düşmanımız fakat Mısır halkı «kardeş» imizdi. Şimdi de acaba Ürdün'ün Kralı «Kardeş» imiz, Ürdün halkının çoğunluğu ise düşmanımız mıdır?
Herhangi bir Ortadoğu ülkesinde, ayni zamanda hem idarecilerin hem de halkın dostluğunu kazanabilmemiz, «kardeş» liğini sağlıyabilmemiz imkânsız hale mi gelmiştir?
Son yıllarda, Ortadoğu'da Batılıların durumunu kuvvetlendirmek için aracılık ettiğimiz veya kendiliğimizden ön ayak olduğumuz her teşebbüs, beklenenin tam tersi sonuçlar vermektedir.
Böyle olması da pek tabiidir. Çünkü Batılıların Ortadoğu'daki durumlarını kuvvetlendirebilmeleri, Türkiye'nin aracılık yapmasından önce, Arap memleketleriyle münasebetlerini değişik bir temel üzerine kurmalarına bağlıdır. Bu yolda, ciddî bir teşebbüsse henüz görülmemiştir. Birleşik Amerika, gecen yıl sonlarında, Eisenhover Doktrini ile böyle bir teşebbüse geçtiği sanısını uyandırmışsa da, zamanla, sadece İngiltere ile Fransa'nın bıraktığı boşlukları doldurmağa çalışır bir duruma düşmüş, bu iki devletin Ortadoğu'da bütün itibar ve kuvvetlerini kaybetmelerine sebep olan etkenler, Amerikan dış siyasetini de çıkmaza sürüklemeğe başlamıştır.
Amerika'nın en büyük avantajı emperyalist bir mazisi bulunmayışıdır. Geçen yıl sonundaki Süveyş hâdisesine müdahalesiyle Amerika, avantajdan çok iyi faydalanmasını bilmiştir. Fakat, bir yandan İngiltere ve Fransa ile dostluğu bir yandan da özel petrol menfaatleri, Amerikan hariciyesini elini kolunu bağladıkça, bu avantajın da faydaları azalmakta ve Amerika, Ortadoğu'daki Osmanlı topraklarını parçalamak için başvurulmuş, «Sykes—Picot» anlaşması gibi şeytanca tertiplere dayanan bir kötü, bir bozuk düzenin yeni mirasçısı görünümünden kendini kurtaramamaktadır.
Öyle ki bugün Birleşik Amerika, bütün iyiniyetine rağmen, Bazı Ortadoğu memleketlerinde, kendini, uyanık, aydın unsurlara veya ezilen tabakalara karşı, geri, müstebit veya istismarcı unsurları destekler, bütün umudunu onlara bağlar halde bulmaktadır.
Ortadoğu memleketlerinde hiç bir menfaati kalmamış olan ve hiç bir yeni menfaat ardında koşmayan Türkiye, bu çıkmazdan kurtulması için Amerika'ya yardım edebilecek, yol gösterebılecek durumdadır. Fakat bunu yapacak yerde Türkiye, Amerika'nın Ortadoğu memleketleriyle münasebetlerini değişik bir temel üzerine kurmasını büsbütün güçleştirir görünmektedir.
Bağdat Paktının, Ortadoğu Arap memleketlerini Sovyet tehlikesi karşısında birleştirici değil, gerek kendi aralarında gerek Sovyetlere karşı davranışlarında ayırıcı ve bütün bu bölgede gerginliği artırıcı bir rol oynadığı artık inkâr edilemese gerektir. Fakat şimdi Amerika, Eisenhover Doktrinini açıkça bu pakta bağlamakla acelecilik ve ihtiyatsızlık ettiğine kanaat getirir ve Bağdat paktına tam üye olarak katılmağa asla niyeti olmadığını yeniden belirtmek ihtiyacını duyarken, Türkiye, Ortadoğu politikasını gitgide artan bir israrla bu Pakta dayandırmağa ve Amerika'yı da o yolda tazyik etmeğe devam etmektedir.
Bir yandan Amerika, Eisenhover Doktrininin kendisini Suriye olaylarına bugünkü durumda müdahale etmeğe yetkili kılmadığını belirtmekte, bir yandan da Amerikan basını, ısrarla, Türklerin Suriye sınırında harekete hazırlandıklarını, Irak'la beraber gerekirse bu memleketi istilâyı öteden beri tasarladıklarını yazmakta, bu tasarının tatbikine şimdiye kadar Amerika'nın engel olduğunu ima etmekte ve işin daha garibi, Türkiye de böyle yayınları resmen ve açıkça yalanlamağa bile ihtiyaç duymamaktadır. Ayrıca, gene Amerikan basını, Amerika'yı Ortadoğu'da bilhassa Suriye ve Ürdün'de, zecrî tedbirler almağa Türkiye'nin teşvik ettiğini yazmakta, fakat bunlar da Türk resmî sözcülerince yalanlanmamaktadır.
Bütün bunlar, «tarafsız» Arap blokunca Batıya karşı beslenen husumet ve şüphelerin şimdi ençok Türkiye üzerinde toplanması sonucunu doğuruyorsa, ortada hiç de şaşılacak bir şey yoktur.
Ürdün'deki son hâdise de, memleketimize yönelen bu husumet ve şüphelerin yeni bir belirtisinden ibarettir.
Gerçi bombalama hadisesine, Komünist veya Suriyeli tahrikçilerin ön ayak oldukları iddia edilebilir ve bu iddia belki gerçeğe uygun da olabilir. Fakat Ürdün'de böyle tahrikçiliklere engel olabilecek, sene Kral Hüseyin'den başka sözü geçer biri bulunmadığı; Kralınsa, ancak küçük ve geri bir azınlığa dayanarak tahtında kalabildiği; kendi ifadesiyle, ancak Bedevî çavuşları albay yaparak ordusunu kendine bağlı tutup memlekette asayişi koruyabildiği; onun için, Amman'dan birkaç günlüğüne bile ayrılmasının Ürdün'de asayişi Batılılar aleyhine yeniden bozabileceği, Amerikan basınınca ısrarla, belirtilen bir gerçektir. Ona rağmen, tam Suriye'de Sovyetlere âlet olacağı söylenen bir grupun idareyi ele geçirdiği; Suriye'nin, Ürdün'de ilk fırsatta Kralı bertaraf edip hükümet darbesine teşebbüs edeceğinin ileri sürüldüğü; ve bir yandan Sovyet bir yandan Amerikan filolarının Doğu Akdenize yöneldikleri bir sırada, genç Kral Hüseyin, bir müddet için de olsa, kendi kendini siyaset alanından «bertaraf» edip, «istirahat» için İspanya'ya gitmekte nedense bir sakınca görmemiştir.
Ürdün'de, Amerika ile Türkiye'nin güvendikleri tek sözü geçer adam, hem de İstanbul'da Türk devlet adamları ve Amerikan temsilcileriyle görüştükten sonra, yurdunu bırakıp Akdenizin öbür ucuna «istirahat» e gider ve o sırada Amman Türk Elçiliği ve Amerikan Haberler Merkezi bombalanırsa bundan ötürü şaşmak, hattâ kızmak değil, olsa olsa, Arap memleketleriyle dostluk gayretlerimizin o memleketlerde ne kadar zayıf ve güvenilmez desteklere dayandığını bir kere daha hatırlayıp, bir ibret dersi çıkarmak gerekir.
Cambridge, MASS.
Bülent ECEVİT
"Kardeş,, Ürdünde patlayan bomba
KARDEŞ» Ürdün'deki, «dost» Ürdün'deki, bir tecavüze uğrarsa, Sayın Devlet Başkanımızca verilmiş bir söze göre, ordularımızın derhal yardıma koşacağı Ürdün'deki Elçiliğimizde gene bir bomba patladı.
Futbol ve ticaret temasları sayesinde siyasal münasebetlerimiz biraz düzelinceye kadar, Mısır idarecileri Türkiye'ye karşı sert hücumlarda bulundukları zaman, bizim resmî sözcülerimize göre, o idareciler düşmanımız fakat Mısır halkı «kardeş» imizdi. Şimdi de acaba Ürdün'ün Kralı «Kardeş» imiz, Ürdün halkının çoğunluğu ise düşmanımız mıdır?
Herhangi bir Ortadoğu ülkesinde, ayni zamanda hem idarecilerin hem de halkın dostluğunu kazanabilmemiz, «kardeş» liğini sağlıyabilmemiz imkânsız hale mi gelmiştir?
Son yıllarda, Ortadoğu'da Batılıların durumunu kuvvetlendirmek için aracılık ettiğimiz veya kendiliğimizden ön ayak olduğumuz her teşebbüs, beklenenin tam tersi sonuçlar vermektedir.
Böyle olması da pek tabiidir. Çünkü Batılıların Ortadoğu'daki durumlarını kuvvetlendirebilmeleri, Türkiye'nin aracılık yapmasından önce, Arap memleketleriyle münasebetlerini değişik bir temel üzerine kurmalarına bağlıdır. Bu yolda, ciddî bir teşebbüsse henüz görülmemiştir. Birleşik Amerika, gecen yıl sonlarında, Eisenhover Doktrini ile böyle bir teşebbüse geçtiği sanısını uyandırmışsa da, zamanla, sadece İngiltere ile Fransa'nın bıraktığı boşlukları doldurmağa çalışır bir duruma düşmüş, bu iki devletin Ortadoğu'da bütün itibar ve kuvvetlerini kaybetmelerine sebep olan etkenler, Amerikan dış siyasetini de çıkmaza sürüklemeğe başlamıştır.
Amerika'nın en büyük avantajı emperyalist bir mazisi bulunmayışıdır. Geçen yıl sonundaki Süveyş hâdisesine müdahalesiyle Amerika, avantajdan çok iyi faydalanmasını bilmiştir. Fakat, bir yandan İngiltere ve Fransa ile dostluğu bir yandan da özel petrol menfaatleri, Amerikan hariciyesini elini kolunu bağladıkça, bu avantajın da faydaları azalmakta ve Amerika, Ortadoğu'daki Osmanlı topraklarını parçalamak için başvurulmuş, «Sykes—Picot» anlaşması gibi şeytanca tertiplere dayanan bir kötü, bir bozuk düzenin yeni mirasçısı görünümünden kendini kurtaramamaktadır.
Öyle ki bugün Birleşik Amerika, bütün iyiniyetine rağmen, Bazı Ortadoğu memleketlerinde, kendini, uyanık, aydın unsurlara veya ezilen tabakalara karşı, geri, müstebit veya istismarcı unsurları destekler, bütün umudunu onlara bağlar halde bulmaktadır.
Ortadoğu memleketlerinde hiç bir menfaati kalmamış olan ve hiç bir yeni menfaat ardında koşmayan Türkiye, bu çıkmazdan kurtulması için Amerika'ya yardım edebilecek, yol gösterebılecek durumdadır. Fakat bunu yapacak yerde Türkiye, Amerika'nın Ortadoğu memleketleriyle münasebetlerini değişik bir temel üzerine kurmasını büsbütün güçleştirir görünmektedir.
Bağdat Paktının, Ortadoğu Arap memleketlerini Sovyet tehlikesi karşısında birleştirici değil, gerek kendi aralarında gerek Sovyetlere karşı davranışlarında ayırıcı ve bütün bu bölgede gerginliği artırıcı bir rol oynadığı artık inkâr edilemese gerektir. Fakat şimdi Amerika, Eisenhover Doktrinini açıkça bu pakta bağlamakla acelecilik ve ihtiyatsızlık ettiğine kanaat getirir ve Bağdat paktına tam üye olarak katılmağa asla niyeti olmadığını yeniden belirtmek ihtiyacını duyarken, Türkiye, Ortadoğu politikasını gitgide artan bir israrla bu Pakta dayandırmağa ve Amerika'yı da o yolda tazyik etmeğe devam etmektedir.
Bir yandan Amerika, Eisenhover Doktrininin kendisini Suriye olaylarına bugünkü durumda müdahale etmeğe yetkili kılmadığını belirtmekte, bir yandan da Amerikan basını, ısrarla, Türklerin Suriye sınırında harekete hazırlandıklarını, Irak'la beraber gerekirse bu memleketi istilâyı öteden beri tasarladıklarını yazmakta, bu tasarının tatbikine şimdiye kadar Amerika'nın engel olduğunu ima etmekte ve işin daha garibi, Türkiye de böyle yayınları resmen ve açıkça yalanlamağa bile ihtiyaç duymamaktadır. Ayrıca, gene Amerikan basını, Amerika'yı Ortadoğu'da bilhassa Suriye ve Ürdün'de, zecrî tedbirler almağa Türkiye'nin teşvik ettiğini yazmakta, fakat bunlar da Türk resmî sözcülerince yalanlanmamaktadır.
Bütün bunlar, «tarafsız» Arap blokunca Batıya karşı beslenen husumet ve şüphelerin şimdi ençok Türkiye üzerinde toplanması sonucunu doğuruyorsa, ortada hiç de şaşılacak bir şey yoktur.
Ürdün'deki son hâdise de, memleketimize yönelen bu husumet ve şüphelerin yeni bir belirtisinden ibarettir.
Gerçi bombalama hadisesine, Komünist veya Suriyeli tahrikçilerin ön ayak oldukları iddia edilebilir ve bu iddia belki gerçeğe uygun da olabilir. Fakat Ürdün'de böyle tahrikçiliklere engel olabilecek, sene Kral Hüseyin'den başka sözü geçer biri bulunmadığı; Kralınsa, ancak küçük ve geri bir azınlığa dayanarak tahtında kalabildiği; kendi ifadesiyle, ancak Bedevî çavuşları albay yaparak ordusunu kendine bağlı tutup memlekette asayişi koruyabildiği; onun için, Amman'dan birkaç günlüğüne bile ayrılmasının Ürdün'de asayişi Batılılar aleyhine yeniden bozabileceği, Amerikan basınınca ısrarla, belirtilen bir gerçektir. Ona rağmen, tam Suriye'de Sovyetlere âlet olacağı söylenen bir grupun idareyi ele geçirdiği; Suriye'nin, Ürdün'de ilk fırsatta Kralı bertaraf edip hükümet darbesine teşebbüs edeceğinin ileri sürüldüğü; ve bir yandan Sovyet bir yandan Amerikan filolarının Doğu Akdenize yöneldikleri bir sırada, genç Kral Hüseyin, bir müddet için de olsa, kendi kendini siyaset alanından «bertaraf» edip, «istirahat» için İspanya'ya gitmekte nedense bir sakınca görmemiştir.
Ürdün'de, Amerika ile Türkiye'nin güvendikleri tek sözü geçer adam, hem de İstanbul'da Türk devlet adamları ve Amerikan temsilcileriyle görüştükten sonra, yurdunu bırakıp Akdenizin öbür ucuna «istirahat» e gider ve o sırada Amman Türk Elçiliği ve Amerikan Haberler Merkezi bombalanırsa bundan ötürü şaşmak, hattâ kızmak değil, olsa olsa, Arap memleketleriyle dostluk gayretlerimizin o memleketlerde ne kadar zayıf ve güvenilmez desteklere dayandığını bir kere daha hatırlayıp, bir ibret dersi çıkarmak gerekir.
Cambridge, MASS.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“"Kardeş" Ürdün'de Patlayan Bomba,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/885 ulaşıldı.