Siyasal gelişmemimizdeki çıkmaz XII: Yargı Gücüyle İdare Arasındaki Sınır
Title:
Siyasal gelişmemimizdeki çıkmaz XII: Yargı Gücüyle İdare Arasındaki Sınır
Source:
Ulus, "Uzaktan" s. 3
Date:
1957-08-11
Location:
Atatürk Kitaplığı, 152/36
Text:
UZAKTAN
Siyasal gelişmemizdeki çıkmaz: XII
Yargı gücüyle idare arasındaki sınır
DEVLET kuruluşumuz kuvvetlerin birliği esasına dayanmakla beraber, Anayasa, ancak «yasasma yetkisi» ile «yürütme erki» nin Büyük Millet Meclisinde belirip toplandığını; Meclisin, yasama yetkisini doğrudan doğruya, yürütme yetkisini de kendi seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun tayin edeceği Bakanlar Kurulu eliyle kullanacağını, fakat yargı hakkının, «millet adına usul ve kanuna göre bağımsız mahkemeler tarafından» kullanılması gerektiğini belirtir.
Anayasanın bu yoldaki hükümleri, iyiniyetle, 3 üncü maddede belirtilen «egemenlik kayıtsız şartsız milletindir» kuralına bağlı kalınmak şartı ile, uygulanırsa, şüphesiz, memlekette bağımsız bir adalet cihazı olabilir. Ancak Anayasa'da, idareyi ne iyiniyetl davranmağa ne de «»egemenlik kayıtsız şartsız milletindir» kuralına bağlı kalmağa mecbur tutacak, yürütme gücü ile yargı gücü arasındaki ayrılığı gözetmeğe zorlayacak yaptırımlar yoktur. Bundan önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi bir reform devresinin ihtiyaçlarına göre hazırlandığı için, yürütme gücü lehine fazla elâstikiyet taşıyan Anayasa, mahkemelerin bağımsızlığı konusunda da, idareye karşı kendi hükümlerini koruyamıyacak bir durumda bırakılmıştır.
Cumhuriyet devrimleri arasında, adalet sisteminin, gerek müesseseler gerek kanunlar bakımından tamamiyle değiştirilmesi önemli bir yer tuttuğuna göre, mahkemelerin bağımsızlığı, yürütme gücüyle yargı gücünün ayrılığı konusunda, idare lehine bir müddet için böyle bir elâstikiyet bulunması lüzumlu sayılabilirdi. Fakat C.H.P. idaresi, Cumhuriyetin kuruluş buhranları atlatıldığından beri, bu elâstikiyetten faydalanarak mahkemelerin bağımsızlığını kısmağa ihtiyaç duymamıştı.
Demokrat Parti idaresinin, şimdi, adalet sistemimizdeki devrim iyice kökleştikten sonra böyle bir ihtiyaç duymasını, anlayışla karşılamağa, hoş görmeğe, iyiniyete yormağa imkân olmasa gerektir.
Anayasanın bu alanda bıraktığı boşlukları doldurma zamanı çoktan geldiği halde, Demokrat Parti, o boşluklardan alabildiğine faydalanma yolunu tutmuştur.
O yüzden, Anayasanın «tabii haklar» arasında saydığı vatandaş hak ve hürriyetlerini idareye karşı korumak, demokrasinin bu kaçınılmaz şartına idareyi bağlı tutmakla ödevli bulunan yargıçlar, bugün, kendi hak ve güvenliklerini bile koruyamıyacak bir durumda bırakılmışlardır.
Çünkü Anayasa, «yargı hakkı, millet adına usul ve kanuna göre bağımsız mahkemeler tarafından kullanılır» demekte, fakat Adalet Bakanına, iki kelimelik bir emirle yargıçları emekliye ayırma, yerlerinden uzaklaştırma yetkisini verecek bir kanunun Meclisten çıkarılmasını önliyememekte, böyle bir muameleyle karşılaşan yargıçların haklarını aramalarını bile sağlıyamamaktadır.
Gene Anayasada, «hiç bir kanun Anayasaya aykırı olamaz» denilerek, Meclisin yasama yetkisi sınırlanmış olduğu halde, bu sınırı koruyacak, bir yaptırım, bir kuvvei müeyyide bulunmadığı için, Meclisteki çoğunluk grupu, Anayasaya aykırı kanunlar geçirmekte, kararlar almakta da hiçbir engelle karşılaşamamaktadır.
Bunu önlemenin çarelerinden biri, Anayasa Mahkemesi kurmak, biri de, yargıçlara, hiç değilse Yargıtaya, Anayasa ile çelişme halindeki kanunlara dayanarak açılan dâvalarda, tercihan Anayasadaki ilgili hükmü uygulama, veya kanunları Anayasa çerçevesi içinde yorumlama yetkisini tanımaktır. Fakat daha önce mahkemelerin bağımsızlığı kesinleşmedikçe bu çarelerin de bir değeri olmayacaktır.
Demokrat Parti ise bu tedbirlerden hiç birine yanaşmamaktadır. O yüzden, «kişi dokunulmazlığı, vicdan, düşünme, söz yayım, yolculuk, bağıt, çalışma... mülk edinme, malını ve hakkını kullanma, toplanma, dernek kurma, ortaklık kurma hakları ve hürriyetleri Anayasada, «Türklerin tabii hakları» olarak belirtildiği halde, bu hakların hepsi ihlâl edilebilmekte, düşünme, söz, yayım hürriyetleri kanunlarla alabildiğine kısılabilmekte, gazete ve dergilerin belirli müddetler için yayınlanmasını önleyici kanunlar çıkarılıp uygulanabilmekte, kurulmuş dernekler kapatılabilmekte, «yolculuk» şöyle dursun, muhalefet liderlerinin çarşıda gezinme hakları bile kaldırılabilmekte toplantılar tamamiyle yasak edilebilmekte, ve bu yasağa dayanarak, yalnız siyasal toplantılar değil, bilimsel konferanslar, şiir matineleri bile önlenerek, Türkiye, «tabii haklar» hususunda, demirperde gerisi memllketlerinden bile daha geri bırakabilmektedir.
Bir milletvekilinin «Meclis içindeki oy, düşünce ve demeçlerinden» sorumlu tutulamıyacağı Anayasa'da açıkça belirtildiği, ve bu sorumsuzluk, milletin temsilcileri vasıtasiyle kendi kendini idare hakkına tanınan dokunulmazlığı temsil ettiği halde, Meclisteki çoğunluk partisi grubu, bu Anayasa hükmüne aykırı kararlar bile alabilmektedir.
Son yılların bütün siyasal gelişmeleri hatırlanacak olursa, Türkiye'de Anayasa'nın ve Anayasada sıralanan «tabii haklar» ın, millet egemenliği ilkesine saygı göstermeyen bir idare tarafından nasıl açıkça ihlâl edilebileceğini gösteren daha böyle birçok örnekler sayılabilir.
Anayasa'daki boşlukların, idare lehine bırakılan aşırı elâstikiyetin, ortaya çıkardığı bu durum düzeltilmedikçe, Türkiye'de idarenin sınırlanabilmesi, millet egemenliğinin gerçekleşebilmesi, demokrasinin işliyebilmesi, ancak, idare başındakilerin iyiniyetine kalmış demektir. Oysa kendi kendini idare bakımından en tecrübeli milletler bile, politikacıların iyiniyetini önceden ölçme imkânını bulamamışlardır.
Demokrasi yolundaki siyasal gelişmemizin adım başında çıkmaza düşmesini önlemek için alınması gerekli tedbirlerin başında, Anayasayı, Anayasa ile çizilen sınırı, idarenin tazyikine karşı koruyup sağlamlaştırmak gelmektedir. Bu yolda atılacak ilk adım da, Anayasa ile mahkemelere tanınan bağımsızlığı yaptırımlara, müeyyidelere bağlıyarak kesinleştirmek, yürütme gücü ile yargı gücü arasındaki sınırı iyice belirli hale, yürütme gücünün aslâ tecavüz edemiyeceği bir hale getirmektir.
Bu tedbiri Demokrat Parti iktidarından beklemeğe imkân kalmadığına göre, şimdi Türk halkına düşen birinci ödev, ilk fırsatta bu partiyi idareden uzaklaştırmaktır. Seçimlerde yapılabilecek en ağır baskı bile, kendi egemenlik hakkına inanmış bir halkın, bu ödevi yerine getirememesi için mazeret olamaz.
Cambridge, MASS.
Bülent ECEVİT
Siyasal gelişmemizdeki çıkmaz: XII
Yargı gücüyle idare arasındaki sınır
DEVLET kuruluşumuz kuvvetlerin birliği esasına dayanmakla beraber, Anayasa, ancak «yasasma yetkisi» ile «yürütme erki» nin Büyük Millet Meclisinde belirip toplandığını; Meclisin, yasama yetkisini doğrudan doğruya, yürütme yetkisini de kendi seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun tayin edeceği Bakanlar Kurulu eliyle kullanacağını, fakat yargı hakkının, «millet adına usul ve kanuna göre bağımsız mahkemeler tarafından» kullanılması gerektiğini belirtir.
Anayasanın bu yoldaki hükümleri, iyiniyetle, 3 üncü maddede belirtilen «egemenlik kayıtsız şartsız milletindir» kuralına bağlı kalınmak şartı ile, uygulanırsa, şüphesiz, memlekette bağımsız bir adalet cihazı olabilir. Ancak Anayasa'da, idareyi ne iyiniyetl davranmağa ne de «»egemenlik kayıtsız şartsız milletindir» kuralına bağlı kalmağa mecbur tutacak, yürütme gücü ile yargı gücü arasındaki ayrılığı gözetmeğe zorlayacak yaptırımlar yoktur. Bundan önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi bir reform devresinin ihtiyaçlarına göre hazırlandığı için, yürütme gücü lehine fazla elâstikiyet taşıyan Anayasa, mahkemelerin bağımsızlığı konusunda da, idareye karşı kendi hükümlerini koruyamıyacak bir durumda bırakılmıştır.
Cumhuriyet devrimleri arasında, adalet sisteminin, gerek müesseseler gerek kanunlar bakımından tamamiyle değiştirilmesi önemli bir yer tuttuğuna göre, mahkemelerin bağımsızlığı, yürütme gücüyle yargı gücünün ayrılığı konusunda, idare lehine bir müddet için böyle bir elâstikiyet bulunması lüzumlu sayılabilirdi. Fakat C.H.P. idaresi, Cumhuriyetin kuruluş buhranları atlatıldığından beri, bu elâstikiyetten faydalanarak mahkemelerin bağımsızlığını kısmağa ihtiyaç duymamıştı.
Demokrat Parti idaresinin, şimdi, adalet sistemimizdeki devrim iyice kökleştikten sonra böyle bir ihtiyaç duymasını, anlayışla karşılamağa, hoş görmeğe, iyiniyete yormağa imkân olmasa gerektir.
Anayasanın bu alanda bıraktığı boşlukları doldurma zamanı çoktan geldiği halde, Demokrat Parti, o boşluklardan alabildiğine faydalanma yolunu tutmuştur.
O yüzden, Anayasanın «tabii haklar» arasında saydığı vatandaş hak ve hürriyetlerini idareye karşı korumak, demokrasinin bu kaçınılmaz şartına idareyi bağlı tutmakla ödevli bulunan yargıçlar, bugün, kendi hak ve güvenliklerini bile koruyamıyacak bir durumda bırakılmışlardır.
Çünkü Anayasa, «yargı hakkı, millet adına usul ve kanuna göre bağımsız mahkemeler tarafından kullanılır» demekte, fakat Adalet Bakanına, iki kelimelik bir emirle yargıçları emekliye ayırma, yerlerinden uzaklaştırma yetkisini verecek bir kanunun Meclisten çıkarılmasını önliyememekte, böyle bir muameleyle karşılaşan yargıçların haklarını aramalarını bile sağlıyamamaktadır.
Gene Anayasada, «hiç bir kanun Anayasaya aykırı olamaz» denilerek, Meclisin yasama yetkisi sınırlanmış olduğu halde, bu sınırı koruyacak, bir yaptırım, bir kuvvei müeyyide bulunmadığı için, Meclisteki çoğunluk grupu, Anayasaya aykırı kanunlar geçirmekte, kararlar almakta da hiçbir engelle karşılaşamamaktadır.
Bunu önlemenin çarelerinden biri, Anayasa Mahkemesi kurmak, biri de, yargıçlara, hiç değilse Yargıtaya, Anayasa ile çelişme halindeki kanunlara dayanarak açılan dâvalarda, tercihan Anayasadaki ilgili hükmü uygulama, veya kanunları Anayasa çerçevesi içinde yorumlama yetkisini tanımaktır. Fakat daha önce mahkemelerin bağımsızlığı kesinleşmedikçe bu çarelerin de bir değeri olmayacaktır.
Demokrat Parti ise bu tedbirlerden hiç birine yanaşmamaktadır. O yüzden, «kişi dokunulmazlığı, vicdan, düşünme, söz yayım, yolculuk, bağıt, çalışma... mülk edinme, malını ve hakkını kullanma, toplanma, dernek kurma, ortaklık kurma hakları ve hürriyetleri Anayasada, «Türklerin tabii hakları» olarak belirtildiği halde, bu hakların hepsi ihlâl edilebilmekte, düşünme, söz, yayım hürriyetleri kanunlarla alabildiğine kısılabilmekte, gazete ve dergilerin belirli müddetler için yayınlanmasını önleyici kanunlar çıkarılıp uygulanabilmekte, kurulmuş dernekler kapatılabilmekte, «yolculuk» şöyle dursun, muhalefet liderlerinin çarşıda gezinme hakları bile kaldırılabilmekte toplantılar tamamiyle yasak edilebilmekte, ve bu yasağa dayanarak, yalnız siyasal toplantılar değil, bilimsel konferanslar, şiir matineleri bile önlenerek, Türkiye, «tabii haklar» hususunda, demirperde gerisi memllketlerinden bile daha geri bırakabilmektedir.
Bir milletvekilinin «Meclis içindeki oy, düşünce ve demeçlerinden» sorumlu tutulamıyacağı Anayasa'da açıkça belirtildiği, ve bu sorumsuzluk, milletin temsilcileri vasıtasiyle kendi kendini idare hakkına tanınan dokunulmazlığı temsil ettiği halde, Meclisteki çoğunluk partisi grubu, bu Anayasa hükmüne aykırı kararlar bile alabilmektedir.
Son yılların bütün siyasal gelişmeleri hatırlanacak olursa, Türkiye'de Anayasa'nın ve Anayasada sıralanan «tabii haklar» ın, millet egemenliği ilkesine saygı göstermeyen bir idare tarafından nasıl açıkça ihlâl edilebileceğini gösteren daha böyle birçok örnekler sayılabilir.
Anayasa'daki boşlukların, idare lehine bırakılan aşırı elâstikiyetin, ortaya çıkardığı bu durum düzeltilmedikçe, Türkiye'de idarenin sınırlanabilmesi, millet egemenliğinin gerçekleşebilmesi, demokrasinin işliyebilmesi, ancak, idare başındakilerin iyiniyetine kalmış demektir. Oysa kendi kendini idare bakımından en tecrübeli milletler bile, politikacıların iyiniyetini önceden ölçme imkânını bulamamışlardır.
Demokrasi yolundaki siyasal gelişmemizin adım başında çıkmaza düşmesini önlemek için alınması gerekli tedbirlerin başında, Anayasayı, Anayasa ile çizilen sınırı, idarenin tazyikine karşı koruyup sağlamlaştırmak gelmektedir. Bu yolda atılacak ilk adım da, Anayasa ile mahkemelere tanınan bağımsızlığı yaptırımlara, müeyyidelere bağlıyarak kesinleştirmek, yürütme gücü ile yargı gücü arasındaki sınırı iyice belirli hale, yürütme gücünün aslâ tecavüz edemiyeceği bir hale getirmektir.
Bu tedbiri Demokrat Parti iktidarından beklemeğe imkân kalmadığına göre, şimdi Türk halkına düşen birinci ödev, ilk fırsatta bu partiyi idareden uzaklaştırmaktır. Seçimlerde yapılabilecek en ağır baskı bile, kendi egemenlik hakkına inanmış bir halkın, bu ödevi yerine getirememesi için mazeret olamaz.
Cambridge, MASS.
Bülent ECEVİT
Collection
Citation
“Siyasal gelişmemimizdeki çıkmaz XII: Yargı Gücüyle İdare Arasındaki Sınır,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, accessed November 23, 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/867.