Siyasal gelişmemimizdeki çıkmaz XI: Anayasanın Tek Yaptırımı: İyi Niyet
Başlık:
Siyasal gelişmemimizdeki çıkmaz XI: Anayasanın Tek Yaptırımı: İyi Niyet
Kaynak:
Ulus, "Uzaktan" s. 3
Tarih:
1957-08-09
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/36
Metin:
UZAKTAN
Siyasal gelişmemizdeki çıkmaz: XI
Anayasanın tek yaptırımı: iyiniyet
ANAYASA ile idarenin yetkilerini sınırlamak ve bu yetkilerin hangi şartlara bağlı kalınarak yürütülebileceğini belirtmek, bir başına bir değer taşımaz. Askerlerle korunmayan bir sınır, o sınırı tazyik eden kuvvetlere karşı bir ülkenin güvenliğini korumak bakımından ne kadar yetersizse, yaptırımı «kuvvei müeyyidesi) olmayan bir anayasa da, yürütme gücünün tazyikine karşı vatandaş haklarını, güvenliğini, kişi hürriyetini korumak bakımından o kadar yetersizdir.
Gerçi İngilterede yazılı bir anayasa bile yoktur. Ama bu bakımdan İngiliz halkının siyasal durumu. İngiltere'nin coğrafi benzer: İngiliz toplumunun, yürütme gücüne karşı insan hak ve hürriyetlerini korumak üzere kâğıt üstünde anayasa ile çizilmiş bir sınırı olmadığı gibi, İngiltere'nin de dış kuvvetlere karşı harita üstün de çizilmiş bir sınırı yoktur. İngiltere'nin coğrafî sınırları gibi, İngiliz toplumunun yürütme gücüne karşı sınırları da tabiidir. Birincisini milyonyıllar boyunca jeolojik hâdiseler, ikincisini de yüzyıllar boyunca gelenekler çizmiştir.
Gönül ister ki her toplumda insan hak ve hürriyetleri, yürütme gücünün tazyikine karşı bu derece tabii sınırlarla korunur hale gelebilsin!
Fakat o mutlu duruma erişmeden de yürütme gücünü sınırlamak mümkündür. İngiltere'den başka, bildiğimiz bütün çağdaş demokrasilerde bu sınır yazılı anayasalarla çizilip, ekseriya o anayasaının kendi içindeki yaptırımlarla korunmaktadır.
Bizde anayasa, 19 uncu yüzyıl sonlarındaki ilk meşrutî idare teşebbüsünden beri, böyle yaptırımlardan yoksun tutulmuştur. Tersine, bizde anayasa, öteden beri, yürütme gücüne karşı çizdiği sınırın bizzat yürütme gücü tarafından ihlâli imkânlarını da kendi içinde taşımaktadır. Nasıl Abdülhamit 1876 da anayasa ile kendi idaresine çizmeyi kabul ettiği sınırı birkaç ay sonra kolaylıkla ortadan kadılırabilmişse, bugün de aynı imkân, nazari olarak değilse bile fiili olarak, tek bir şahsın, çoğunluk partisi içinde mutlak hâkimiyet kurmağa muvaffak olabilecek bir liderin elindedir.
Bu serinin ilk yazılarında belirttiğimiz gibi, meşrutiyetten önce, en kudretli padişahların bile yetkileri daha kesin olarak sınırlanmıştı. Gerçi o ozaman bir anyaasa yoktu ama, bir anlamda anayasa yerini tutan Şeriat, padişahlar için, padişahta toplanan yürütme gücü için, aşılması imkânsız bir sınır teşkil ediyordu. Bu sınırın bekçileri, Hıristiyanlıkta olduğu gibi teşkilâtlandırılıp kontrol altına alınammıyacakları için idareye karşı geniş bağımsızlığı bulunan din adamları idi. Ancak din adamları bile Şeriatı değiştirmeğe, hattâ bir hadden öte yorumlamağa yetkili olmadıklarından, Türkiye'de toplum düzeninin, dünya görüşünün, eğitimin, değişen şartlara göre evrimi imkânsız hale gelmiş, o yüzden Türk toplumu durağan (statik) bir toplum durumuna düşüp, canlılığını, ilerleme gücünü, tarih boyunca kendisine dünyada üstün bir mevki sağlıyan dinamizmini yitirmeğe başlamıştı.
Türk toplumunu bu durumdan kurtarmak için alınması gerekli tedbirlerin başında, şüphesiz, toplum üyelerinin gerek kendi aralarındaki gerek idarecilerle aralarındaki münasebetlere düzen veren temel kanunlar sisteminin değiştirilmesi, eski değişmez, katı sistem yerine daha elâstikî bir sistem benimsenmesi gerekiyordu.
Fakat bu yeni sistem kurulurken elâstikiyet o derece idare lehine, yürütme gücü lehine gözetilmişti ki, artık insan hak ve hürriyetlerinin alanı dilendiği kadar daraltılabilirdi.
Gerçi, Osmanlı devletinin son devresinde de, Cumhuriyet kurulduktan sonra da, Türk toplumunu yekpare bir millet hiviyetine kavuşturabilmek, kısa zamanda yeniden canlandırıp, ona yeniden ilerleme gücü ve dinamizm kazandırabilmek için gerekli devrimlerin gerçekleştirilebilmesi, belki bir müddet için, anayasada yürütme gücü lehine böyle bir elâstikiyet bulunmasına bağlıydı.
Fakat topluma bu canlılığı, bu ilerleme gücünü ve dinamizmi hep yukardan aşılamak çıkar yol değildi. Aşı tuttuktan sonra, dinamizmin kendiliğinden işliyebilmesi gerekliydi. Bu da, çağımızda ancak hür insanlardan meydana gelmiş bir toplumda olabilirdi. Nitekim Cumhuriyet Halk Partisi idaresi, Anayasadaki boşlukların kendisine sağladığı geniş imkânlardan feragât etmek için daima fırsat aramak, hattâ fırsat yaratmak iyiniyetliliğini göstererek, birkaç yıllık aralarda üç defa aşının tutup tutmadığını denemiş, nihayet, devrimci bir kuşak yetişecek kadar vakit geçtikten sonra yapılan üçüncü denemede, Türk halkının, Kurtuluş Savaşı yıllarında olduğu gibi, yeniden kendi kaderine, kendi idaresine güvenle hâkim kullanabileceğine inanç getirmiştir.
1950 seçimleri, anayasadaki boşluklara, bu boşlukların idareye verdiği geniş imkânlara rağmen, halka tanınan kesin egemenliğin ilk başarılı idafesi oldu.
Artık, halk egemenliğinin bu şekilde teyidi neticesinde idare başına geçen insanların birinci ödevi, halk egemenliği ilkesinin idareye çizmesi gereken sınırını halk adına Anayasaya işlemek ve bu sınıra bekçilik edecek yatırımları kurarak, Anayasanın idare lehine elâstikiyetini azaltmak olmalıydı. İktidarda kalırsa Cumhuriyet Halk Partisi, iktidara gelirse Demokrat Parti, halka bunu açık açık söz vermişlerdi.
Fakat Demokrat Parti, iktidarda bu sözü tutmadı. Parti liderleri, Türk halkının idare başındaki vekilleri, temsilcileri gibi değil, vasileri gibi davranmağa başladılar.
Gerçekte bu vasilik görünümü de samimilikten yoksundu, idaredeki başarısızlıkların, bir kısım D.P. üyelerine ve idarecilerine bile vicdan huzursuzluğu veren bazı yolsuzlukların, açıklaınıp tenkid edilmesini önliyebilmek için kullanılan bir bahaneden ibaretti.
Anayasanın tek yaptırımı Anayasa ile idareye karşı çizilen sınırın tek bekçisi olan iyiniyette, C.H.P. nin iktidardan düşmesiyle birlikte yok olmuş; Demokrat Parti, siyasal düzenimizde ve bu düzenin temel kanunu olan Anayasada, halk egemenliği aleyhine bırakılan boşlukları kapatmak için verdiği sözü tutacak yerde, o boşluklardan mutlak bir idare kurabilmek için faydalanma imkânlarını zorlamağa başlamıştı.
Cambridge, MASS.
Bülent ECEVİT
Siyasal gelişmemizdeki çıkmaz: XI
Anayasanın tek yaptırımı: iyiniyet
ANAYASA ile idarenin yetkilerini sınırlamak ve bu yetkilerin hangi şartlara bağlı kalınarak yürütülebileceğini belirtmek, bir başına bir değer taşımaz. Askerlerle korunmayan bir sınır, o sınırı tazyik eden kuvvetlere karşı bir ülkenin güvenliğini korumak bakımından ne kadar yetersizse, yaptırımı «kuvvei müeyyidesi) olmayan bir anayasa da, yürütme gücünün tazyikine karşı vatandaş haklarını, güvenliğini, kişi hürriyetini korumak bakımından o kadar yetersizdir.
Gerçi İngilterede yazılı bir anayasa bile yoktur. Ama bu bakımdan İngiliz halkının siyasal durumu. İngiltere'nin coğrafi benzer: İngiliz toplumunun, yürütme gücüne karşı insan hak ve hürriyetlerini korumak üzere kâğıt üstünde anayasa ile çizilmiş bir sınırı olmadığı gibi, İngiltere'nin de dış kuvvetlere karşı harita üstün de çizilmiş bir sınırı yoktur. İngiltere'nin coğrafî sınırları gibi, İngiliz toplumunun yürütme gücüne karşı sınırları da tabiidir. Birincisini milyonyıllar boyunca jeolojik hâdiseler, ikincisini de yüzyıllar boyunca gelenekler çizmiştir.
Gönül ister ki her toplumda insan hak ve hürriyetleri, yürütme gücünün tazyikine karşı bu derece tabii sınırlarla korunur hale gelebilsin!
Fakat o mutlu duruma erişmeden de yürütme gücünü sınırlamak mümkündür. İngiltere'den başka, bildiğimiz bütün çağdaş demokrasilerde bu sınır yazılı anayasalarla çizilip, ekseriya o anayasaının kendi içindeki yaptırımlarla korunmaktadır.
Bizde anayasa, 19 uncu yüzyıl sonlarındaki ilk meşrutî idare teşebbüsünden beri, böyle yaptırımlardan yoksun tutulmuştur. Tersine, bizde anayasa, öteden beri, yürütme gücüne karşı çizdiği sınırın bizzat yürütme gücü tarafından ihlâli imkânlarını da kendi içinde taşımaktadır. Nasıl Abdülhamit 1876 da anayasa ile kendi idaresine çizmeyi kabul ettiği sınırı birkaç ay sonra kolaylıkla ortadan kadılırabilmişse, bugün de aynı imkân, nazari olarak değilse bile fiili olarak, tek bir şahsın, çoğunluk partisi içinde mutlak hâkimiyet kurmağa muvaffak olabilecek bir liderin elindedir.
Bu serinin ilk yazılarında belirttiğimiz gibi, meşrutiyetten önce, en kudretli padişahların bile yetkileri daha kesin olarak sınırlanmıştı. Gerçi o ozaman bir anyaasa yoktu ama, bir anlamda anayasa yerini tutan Şeriat, padişahlar için, padişahta toplanan yürütme gücü için, aşılması imkânsız bir sınır teşkil ediyordu. Bu sınırın bekçileri, Hıristiyanlıkta olduğu gibi teşkilâtlandırılıp kontrol altına alınammıyacakları için idareye karşı geniş bağımsızlığı bulunan din adamları idi. Ancak din adamları bile Şeriatı değiştirmeğe, hattâ bir hadden öte yorumlamağa yetkili olmadıklarından, Türkiye'de toplum düzeninin, dünya görüşünün, eğitimin, değişen şartlara göre evrimi imkânsız hale gelmiş, o yüzden Türk toplumu durağan (statik) bir toplum durumuna düşüp, canlılığını, ilerleme gücünü, tarih boyunca kendisine dünyada üstün bir mevki sağlıyan dinamizmini yitirmeğe başlamıştı.
Türk toplumunu bu durumdan kurtarmak için alınması gerekli tedbirlerin başında, şüphesiz, toplum üyelerinin gerek kendi aralarındaki gerek idarecilerle aralarındaki münasebetlere düzen veren temel kanunlar sisteminin değiştirilmesi, eski değişmez, katı sistem yerine daha elâstikî bir sistem benimsenmesi gerekiyordu.
Fakat bu yeni sistem kurulurken elâstikiyet o derece idare lehine, yürütme gücü lehine gözetilmişti ki, artık insan hak ve hürriyetlerinin alanı dilendiği kadar daraltılabilirdi.
Gerçi, Osmanlı devletinin son devresinde de, Cumhuriyet kurulduktan sonra da, Türk toplumunu yekpare bir millet hiviyetine kavuşturabilmek, kısa zamanda yeniden canlandırıp, ona yeniden ilerleme gücü ve dinamizm kazandırabilmek için gerekli devrimlerin gerçekleştirilebilmesi, belki bir müddet için, anayasada yürütme gücü lehine böyle bir elâstikiyet bulunmasına bağlıydı.
Fakat topluma bu canlılığı, bu ilerleme gücünü ve dinamizmi hep yukardan aşılamak çıkar yol değildi. Aşı tuttuktan sonra, dinamizmin kendiliğinden işliyebilmesi gerekliydi. Bu da, çağımızda ancak hür insanlardan meydana gelmiş bir toplumda olabilirdi. Nitekim Cumhuriyet Halk Partisi idaresi, Anayasadaki boşlukların kendisine sağladığı geniş imkânlardan feragât etmek için daima fırsat aramak, hattâ fırsat yaratmak iyiniyetliliğini göstererek, birkaç yıllık aralarda üç defa aşının tutup tutmadığını denemiş, nihayet, devrimci bir kuşak yetişecek kadar vakit geçtikten sonra yapılan üçüncü denemede, Türk halkının, Kurtuluş Savaşı yıllarında olduğu gibi, yeniden kendi kaderine, kendi idaresine güvenle hâkim kullanabileceğine inanç getirmiştir.
1950 seçimleri, anayasadaki boşluklara, bu boşlukların idareye verdiği geniş imkânlara rağmen, halka tanınan kesin egemenliğin ilk başarılı idafesi oldu.
Artık, halk egemenliğinin bu şekilde teyidi neticesinde idare başına geçen insanların birinci ödevi, halk egemenliği ilkesinin idareye çizmesi gereken sınırını halk adına Anayasaya işlemek ve bu sınıra bekçilik edecek yatırımları kurarak, Anayasanın idare lehine elâstikiyetini azaltmak olmalıydı. İktidarda kalırsa Cumhuriyet Halk Partisi, iktidara gelirse Demokrat Parti, halka bunu açık açık söz vermişlerdi.
Fakat Demokrat Parti, iktidarda bu sözü tutmadı. Parti liderleri, Türk halkının idare başındaki vekilleri, temsilcileri gibi değil, vasileri gibi davranmağa başladılar.
Gerçekte bu vasilik görünümü de samimilikten yoksundu, idaredeki başarısızlıkların, bir kısım D.P. üyelerine ve idarecilerine bile vicdan huzursuzluğu veren bazı yolsuzlukların, açıklaınıp tenkid edilmesini önliyebilmek için kullanılan bir bahaneden ibaretti.
Anayasanın tek yaptırımı Anayasa ile idareye karşı çizilen sınırın tek bekçisi olan iyiniyette, C.H.P. nin iktidardan düşmesiyle birlikte yok olmuş; Demokrat Parti, siyasal düzenimizde ve bu düzenin temel kanunu olan Anayasada, halk egemenliği aleyhine bırakılan boşlukları kapatmak için verdiği sözü tutacak yerde, o boşluklardan mutlak bir idare kurabilmek için faydalanma imkânlarını zorlamağa başlamıştı.
Cambridge, MASS.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Siyasal gelişmemimizdeki çıkmaz XI: Anayasanın Tek Yaptırımı: İyi Niyet,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/866 ulaşıldı.