Siyasal Gelişmemimizdeki Çıkmaz VIII:1924-1945
Başlık:
Siyasal Gelişmemimizdeki Çıkmaz VIII:1924-1945
Kaynak:
Ulus, "Uzaktan" s. 3
Tarih:
1957-08-04
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/36
Metin:
UZAKTAN
Siyasal gelişmemizdeki çıkmaz: VIII
1924-1945
BUNDAN önce çıkan yazımızda, Türkiye'deki ilk kütle demokrasisi denemesinin, Kurtuluş Savaşı devam ederken, demokrasiyi en çok benimsemiş Batılı milletlerin bile demokratik usullerden uzaklaşma zorunluluğunu duyabilecekleri şartlar altında yapıldığını hatırlatmış, ve bu denemede Türk halkının gösterdiği olgunluk ve başarıyı belirtmiştik.
Bu başarıya rağmen Kurtuluş Savaşından sonra demokratik usullerden uzaklaşılmış olması, baştakilerin ne kötü niyetine, ne de halka güvensizliğine yorulabilir.
Böyle bir kötü niyet veya güvensizlik olsa idi, her halde, Cumhuriyetin ilânından sonraki 7 yıl içinde iki defa, çok partili demokratik hayatı Türkiye'de bütün gereklikleriyle yerleştirmek üzere teşebbüse geçilmezdi.
Bu yolda birinci teşebbüs, daha Cumhuriyetin ilânından bir yıl sonra, 1924 te yapılmıştır. Fakat Cumhuriyet tarihinin ilk resmî muhalefet hareketi, bu harekete öncülük eden siyaset adamlarından bazısı ne kadar iyiniyetli davranmış olurlarsa olsunlar, Cumhuriyet esaslarını sağlamlaştıracak yerde, bu esasları yıkma gayesine yönetmişti.. Sultanlığın kaldırılması ile kendi siyasal hayatlarının sona erdiğini gören, Kurtuluş Hareketine ya seyirci, ya da muhalif kalmış bazı eski politikacı ve idareciler, Cumhuriyet fikrini kabul edemiyen, Ankara'daki yeni idarenin başlattığı devrim hareketini beyenmiyen mürteci veya muhafazakâr zümreler; hattâ Millî Misak ve Lozan Andlaşmaları ile sınırları çizilmiş yurdumuzu bölerek ondan ayrılmak isteyen bazı unsurlar, bu meşru muhalefet hareketini, derece derece vatan hainliğine kadar varan Anayasa dışı maksatlarına âlet etmişlerdi. Bunlardan bir kısmı, meşru bir muhalefet perdesi ardında, gayrı meşru yollardan idareyi devirme hevesine kapılarak, yurdun nice fedakârlıklarla sağlanan bütünlüğünü tehlikeye düşürücü tahriklerde bulunuyorlardı. Nitekim o sırada Doğuda çıkan bir isyan, idareye karşı bir hoşnutsuzluk ifadesi değil, doğrudan doğruya Türkiye'yi parçalama gayesine yönelmiş bir hareketti.
Bu şartlar altında, Cumhuriyet devrindeki ilk çok partili rejim denemesine son verilmesinden ne baştaki idare, ne de halk çoğunluğu sorumlu tutulabilirdi. Bu ancak, yeni kurulan bir devletin, kendi varlığını, bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruma ödevine dayanan meşru bir tedbir sayılabilirdi.
Cumhuriyet Türkiye'sinin temel kurum ve ilkelerini yıkmak isteyen unsurlar, 1930 daki ikinci denemeyi de, gene muhalefet liderlerinin iyiniyetine rağmen, kendi emellerine âlet etmeğe muvaffak olmuşlardır. Bu durumda bizzat muhalefet liderleri, o emellere âlet olmaktansa partilerini dağıtmayı tercih etmişlerdir. Menemen hâdisesi, bu tedbirin ne kadar zamanında alındığını ve ne büyük tehlikelerin önlendiğini göstermiştir.
İkinci Dünya Harbi boyunca yeni bir denemeden kaçınılması ise, hiç şüphesiz, Türkiye'yi ya Nazi Almanya'sının ya da Komünist Rusya'nın emellerine âlet olmaktan, bu emellerin çatışmasına sahne olmaktan kurtarmıştır. İkinci Dünya Harbi sırasında yeniden çok partili bir rejim denemesine girişilmiş olsa idi, o zaman kurulacak başlıca muhalefet partileri, herhalde 1945 den sonra kurulan muhalefet partilerinden bambaşka bir hüviyet taşıyacaklar ve Türkiye'de demokrasinin yerleşmesine hizmet etmek şöyle dursun, tersine, ya ırkçı ya da komünist bir totaliter düzen kurmağa, Türkiye'yi ya Nazi Almanya'sının ya da Komünist Rusya'nın ardında korkunç maceralara sürüklemeğe çalışacaklardı.
Daha Cumhuriyet devrimlerini tamamiyle benimsemiş bir aydın nesil yetişmesini bile beklemeden, 1924 ye 1930 daki çok partili rejim denemelerine girişilmiş olması, Atatürk'le İnönü'nün, demokrasi ülküsüne ne kadar içten bağlı olduklarını göstermeğe yetse gerektir. Hele 1930 denemesi sırasında Başbakan İsmet Paşa'nın, muhalefeti bazı mahallî idarelerin aşırı gayretlerine karşı korumak için nasıl çalıştığını, o zamanki muhalefet partisi başkanı ile ne kadar medenî münasebetler devam ettirdiğini, bir çok Batılı müşahitler, ileri bir demokratik davranışa örnek olarak gösterirler.
Fakat İkinci Dünya Harbi boyunca Türkiye'de dış tahriklerle yayılma istidadını gösteren ideolojilerse, en küçük bir fırsat verildiği takdirde, yalnız güvenliğimizi, yalnız devrimlerimizi değil, doğrudan doğruya demokratik gelişmemizi de baltalıyacak bir durum yaratabilirdi. O bakımdan, yeni bir deneme için 1945 e kadar beklenilmesi, demokratik gelişmemîzi geciktirmemiş, tersine, bu gelişmenin büsbütün durmasını önlemiş sayılabilir.
İkinci Dünya Harbi sırasında Türkiye'de, Nazi propagandasının etkisi altında gelişen ırkçılık akımı, Birinci Dünya Harbi devresinde, aşırı bir milliyetçilik hareketi olarak ortaya çıkan ve Almanların gene Rusya üzerindeki emellerine âlet olarak, kendi topraklarını korumaktan âciz Osmanlı ordusunun Orta Asya'da çıkmaz maceralara sürükleyen Turancılık hareketinin yeniden dirilişi mahiyetinde idi. Böylece, yakın tarihimizdeki bazı köklerden kuvvet aldığı için, bu ırkçılık akımının tehlikeli bir derecede tutunma fırsatını bulması ihtimali gözden uzak tutulamazdı. Bu akıma karşı bir tepki olarak kuvvetlenen aşırı solcu akım da, birincisi kadar kökleşme ve yayılma imkânı bulamasa bile, kullanabileceği metodlarla, aynı derecede tehlikeli olabilirdi.
İkinci Dünya Harbinden bu yana demokrasinin ateşli birer savunucusu olarak siyasete atılıp da, C. H. P. nin ve İnönü'nün harb sıra[...]daki iç siyaset tutumunu, demokratik gelişmemizi geciktirdiği gerekçesiyle tenkid eden, veya C. H. P. nin ve İnönü'nün o sıradaki tutumunu, bugün de demokrasi ülküsüne içten bağlı bulunmadıkları yolundaki iddialarına delil olarak göstermek isteyen bazı aydınlar, biraz hâfızalarını deşecek olurlarsa, belki bizzat kendilerinin de harb yıllarında, demokrasi ülküsüyle ve Cumhuriyet ilkeleriyle taban tabana zıt o aşırı yabancı ideolojilerin ateşine kapılmış bir kısım gençler arasında bulunduklarını hatırlıyabilirler.
Cambridge, MASS.
Bülent ECEVİT
Siyasal gelişmemizdeki çıkmaz: VIII
1924-1945
BUNDAN önce çıkan yazımızda, Türkiye'deki ilk kütle demokrasisi denemesinin, Kurtuluş Savaşı devam ederken, demokrasiyi en çok benimsemiş Batılı milletlerin bile demokratik usullerden uzaklaşma zorunluluğunu duyabilecekleri şartlar altında yapıldığını hatırlatmış, ve bu denemede Türk halkının gösterdiği olgunluk ve başarıyı belirtmiştik.
Bu başarıya rağmen Kurtuluş Savaşından sonra demokratik usullerden uzaklaşılmış olması, baştakilerin ne kötü niyetine, ne de halka güvensizliğine yorulabilir.
Böyle bir kötü niyet veya güvensizlik olsa idi, her halde, Cumhuriyetin ilânından sonraki 7 yıl içinde iki defa, çok partili demokratik hayatı Türkiye'de bütün gereklikleriyle yerleştirmek üzere teşebbüse geçilmezdi.
Bu yolda birinci teşebbüs, daha Cumhuriyetin ilânından bir yıl sonra, 1924 te yapılmıştır. Fakat Cumhuriyet tarihinin ilk resmî muhalefet hareketi, bu harekete öncülük eden siyaset adamlarından bazısı ne kadar iyiniyetli davranmış olurlarsa olsunlar, Cumhuriyet esaslarını sağlamlaştıracak yerde, bu esasları yıkma gayesine yönetmişti.. Sultanlığın kaldırılması ile kendi siyasal hayatlarının sona erdiğini gören, Kurtuluş Hareketine ya seyirci, ya da muhalif kalmış bazı eski politikacı ve idareciler, Cumhuriyet fikrini kabul edemiyen, Ankara'daki yeni idarenin başlattığı devrim hareketini beyenmiyen mürteci veya muhafazakâr zümreler; hattâ Millî Misak ve Lozan Andlaşmaları ile sınırları çizilmiş yurdumuzu bölerek ondan ayrılmak isteyen bazı unsurlar, bu meşru muhalefet hareketini, derece derece vatan hainliğine kadar varan Anayasa dışı maksatlarına âlet etmişlerdi. Bunlardan bir kısmı, meşru bir muhalefet perdesi ardında, gayrı meşru yollardan idareyi devirme hevesine kapılarak, yurdun nice fedakârlıklarla sağlanan bütünlüğünü tehlikeye düşürücü tahriklerde bulunuyorlardı. Nitekim o sırada Doğuda çıkan bir isyan, idareye karşı bir hoşnutsuzluk ifadesi değil, doğrudan doğruya Türkiye'yi parçalama gayesine yönelmiş bir hareketti.
Bu şartlar altında, Cumhuriyet devrindeki ilk çok partili rejim denemesine son verilmesinden ne baştaki idare, ne de halk çoğunluğu sorumlu tutulabilirdi. Bu ancak, yeni kurulan bir devletin, kendi varlığını, bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruma ödevine dayanan meşru bir tedbir sayılabilirdi.
Cumhuriyet Türkiye'sinin temel kurum ve ilkelerini yıkmak isteyen unsurlar, 1930 daki ikinci denemeyi de, gene muhalefet liderlerinin iyiniyetine rağmen, kendi emellerine âlet etmeğe muvaffak olmuşlardır. Bu durumda bizzat muhalefet liderleri, o emellere âlet olmaktansa partilerini dağıtmayı tercih etmişlerdir. Menemen hâdisesi, bu tedbirin ne kadar zamanında alındığını ve ne büyük tehlikelerin önlendiğini göstermiştir.
İkinci Dünya Harbi boyunca yeni bir denemeden kaçınılması ise, hiç şüphesiz, Türkiye'yi ya Nazi Almanya'sının ya da Komünist Rusya'nın emellerine âlet olmaktan, bu emellerin çatışmasına sahne olmaktan kurtarmıştır. İkinci Dünya Harbi sırasında yeniden çok partili bir rejim denemesine girişilmiş olsa idi, o zaman kurulacak başlıca muhalefet partileri, herhalde 1945 den sonra kurulan muhalefet partilerinden bambaşka bir hüviyet taşıyacaklar ve Türkiye'de demokrasinin yerleşmesine hizmet etmek şöyle dursun, tersine, ya ırkçı ya da komünist bir totaliter düzen kurmağa, Türkiye'yi ya Nazi Almanya'sının ya da Komünist Rusya'nın ardında korkunç maceralara sürüklemeğe çalışacaklardı.
Daha Cumhuriyet devrimlerini tamamiyle benimsemiş bir aydın nesil yetişmesini bile beklemeden, 1924 ye 1930 daki çok partili rejim denemelerine girişilmiş olması, Atatürk'le İnönü'nün, demokrasi ülküsüne ne kadar içten bağlı olduklarını göstermeğe yetse gerektir. Hele 1930 denemesi sırasında Başbakan İsmet Paşa'nın, muhalefeti bazı mahallî idarelerin aşırı gayretlerine karşı korumak için nasıl çalıştığını, o zamanki muhalefet partisi başkanı ile ne kadar medenî münasebetler devam ettirdiğini, bir çok Batılı müşahitler, ileri bir demokratik davranışa örnek olarak gösterirler.
Fakat İkinci Dünya Harbi boyunca Türkiye'de dış tahriklerle yayılma istidadını gösteren ideolojilerse, en küçük bir fırsat verildiği takdirde, yalnız güvenliğimizi, yalnız devrimlerimizi değil, doğrudan doğruya demokratik gelişmemizi de baltalıyacak bir durum yaratabilirdi. O bakımdan, yeni bir deneme için 1945 e kadar beklenilmesi, demokratik gelişmemîzi geciktirmemiş, tersine, bu gelişmenin büsbütün durmasını önlemiş sayılabilir.
İkinci Dünya Harbi sırasında Türkiye'de, Nazi propagandasının etkisi altında gelişen ırkçılık akımı, Birinci Dünya Harbi devresinde, aşırı bir milliyetçilik hareketi olarak ortaya çıkan ve Almanların gene Rusya üzerindeki emellerine âlet olarak, kendi topraklarını korumaktan âciz Osmanlı ordusunun Orta Asya'da çıkmaz maceralara sürükleyen Turancılık hareketinin yeniden dirilişi mahiyetinde idi. Böylece, yakın tarihimizdeki bazı köklerden kuvvet aldığı için, bu ırkçılık akımının tehlikeli bir derecede tutunma fırsatını bulması ihtimali gözden uzak tutulamazdı. Bu akıma karşı bir tepki olarak kuvvetlenen aşırı solcu akım da, birincisi kadar kökleşme ve yayılma imkânı bulamasa bile, kullanabileceği metodlarla, aynı derecede tehlikeli olabilirdi.
İkinci Dünya Harbinden bu yana demokrasinin ateşli birer savunucusu olarak siyasete atılıp da, C. H. P. nin ve İnönü'nün harb sıra[...]daki iç siyaset tutumunu, demokratik gelişmemizi geciktirdiği gerekçesiyle tenkid eden, veya C. H. P. nin ve İnönü'nün o sıradaki tutumunu, bugün de demokrasi ülküsüne içten bağlı bulunmadıkları yolundaki iddialarına delil olarak göstermek isteyen bazı aydınlar, biraz hâfızalarını deşecek olurlarsa, belki bizzat kendilerinin de harb yıllarında, demokrasi ülküsüyle ve Cumhuriyet ilkeleriyle taban tabana zıt o aşırı yabancı ideolojilerin ateşine kapılmış bir kısım gençler arasında bulunduklarını hatırlıyabilirler.
Cambridge, MASS.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Siyasal Gelişmemimizdeki Çıkmaz VIII:1924-1945,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/864 ulaşıldı.