Siyasal Gelişmemimizdeki Çıkmaz VII: İsmet Paşa Konuşurken Duyulan Ses
Başlık:
Siyasal Gelişmemimizdeki Çıkmaz VII: İsmet Paşa Konuşurken Duyulan Ses
Kaynak:
Ulus, "Uzaktan" s. 3
Tarih:
1957-08-02
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/36
Metin:
UZAKTAN
Siyasal gelişmemizdeki çıkmaz: VII
ismet Paşa konuşurken duyulan ses
BÜYÜK İngiliz tarihçisi filozofu Arnold Toynbee 1927 de Türkiye'ye dair yazdığı kitapta Lozan Konferansını anlatırken şöyle der:
«Lozanda Müttefikler, Türk milleyetçilerinin bütün isteklerine boyun eğdiler; dünya, tarihte ilk defa olarak, yenilmiş ve görünüşe göre parçalanmış bir milletin kendi yıkıntısı içinden doğrulup, en büyük milletlerle tamamen eşit şartlar altında karşılaştığını ve Büyük Harbin muzaffer devletlerini küçük düşürerek onlardan bütün isteklerini bir bir kopardığını görmenin şaşkınlığı içindeydi.»
Toynbee, başında en büyük hissenin İsmet Paşaya düştüğünü söyleyip onun büyük devlet adamı niteliklerini belirttikten sonra, görüşmeler sırasında millî iradeyi temsil etmenin Türk Heyeti Başkanı için nasıl bir kuvvet kaynağı olduğunu da şu sözlerle anlatır:
«İsmet Paşa konuşurken bütün Türk milletinin sesi duyulurdu.»
Anadolu'da Kurtuluş Savaşını yürüten idarenin demokratik esaslara bağlılığına, ve bu esaslara bağlılık yoluyla zafere ulaşabildiğine, büyük İngiliz tarihçisinin bu 8 kelimelik özlü cümlesinden daha iyi bir delil bulunamasa gerektir.
Kurtuluş Savaşı boyunca demokratik esaslara bağlılıkta o derece ileri gidilmişti ki, Türkiye'yi parçalamağa çalışan işgal devletleri bile, karşılarındaki milliyetçi lidererin millî iradeyi temsil ettiklerinden şüphe etmeğe, hattâ şüphe eder görünmeğe imkân bulamıyorlardı. Hattâ, daha Kurtuluş Savaşının başlangıç safhalarında bile, Türk milletinin gerçek temsilcilerinin İstanbul'daki idare değil, Ankara'daki milliyetçi idare olduğunu kabul etmek sorunda kalmış ve Ankara ile anlaşma yollarını aramağa bağlamışlardı.
Sivas ve Erzurum Kongrelerinin ne kadar demokratik birer toplantı olduğu, Millî Misakın nasıl Anadoludaki halkoyunu dile getiren bir vesika olarak hazırlandığı ve 23 Nisan 1920 de Ankara'da açılan Büyük Millet Meclisinin, Savaş boyunca halk egemenliği esasına n ekadar bağlı kaldığı düşünülecek olarsa,,, düşmanlarımızın bile Kurtuluş hareketini millî iradenin bir tezahürü olarak kabul etmeğe mecbur kalmalarına şaşmamak gerekir.
Bundan önceki «Kurtuluş Savaşı ve Kütle Demokrasisi» başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi demokratik kurum ve geleneklerin en köklü olduğu Batı memleketlerinde bile, iç güvenlik ciddi bir tehlike altına girmiş olmasa da, harb, demokratik usullerden uzaklaşmak için yeter sebep sayıldığı halde, Anadoludaki milliyetçi liderler, bunun tam tersi bir yol tutarak, Türk milleti için bir ölüm dirim savaşı olan Kurtuluş Savaşını, Türkiye'de ilk olarak en geniş anlamda bir kütle demokrasisini yürürlüğe koymak için vesile bilmişlerdi. Öyle ki, bugün bir Kıbrıs meselerinin bile görüşülemediği Ankara'daki Büyük Millet Meclisinde, Sakarya cephesinden gelen top seslerinin gürültüsü altında, açık açık, strateji meseleleri tartışılır, siyasal ve askerî liderler bazan en sert tenkid ve hücumlarla karşılaşır ve bu tenkid ve hücumlar, demagojiye ve sürükleyici hitabet oyunlarına tenezzül edilmeksizin, en olgun parlâmentolara örnek olabilecek bir sükûnet ve ağırbaşlılıkla cevaplandırıldı. Halk ve temsilcileri, gerek iç ve dış siyaset, gerek strateji meselelerinde yukarıdan gelen hiç bir teklif veya kararı kabul etmeğe, hiç bir emri vakiye boyun eğmeğe zorlanamaz, ancak, serbest tartışma yoluyla ikna edilebilirlerdi. Millet temsilcilerinin millet adına kullandıkları oy, kutsal bir değer kazanmıştı.
Bir milletin siyasal olgunluğunu, demokratik idareye liyakatini ölçmek için bundan daha çetin bir sınav olamazdı. Ve dünyada belki hiç bir millet, Türk milletinin bu çetin demokrasi sınavı sonunda hak ettiği kadar yüksek bir not alamazdı.
1919 — 23 arasında barut kokuları içinde, en saf Batılı ölçülerle bile eksiksiz sayılan bir demokrasi iklimi yaratabilmiş bir milletin aradan 30 küsur yıl geçtikten sonra daha demokrasiye hazır olmadığını, demokrasi iklimine kavuşamadığını, veya bugünkü dünya şartlarının Türkiye'de demokrasiye elverişli olmadığını iddia etmek kadar tarih boyunca bir eşi daha gösterilemiyecek derecede ağır şartlar altında yapılan bir Kurtuluş Savaşını, demokratik usullere harfi harfine bağlı kalmak şartı ile kazanan bir milletin, şimdi bir sözde «iktisadî kurtuluş savaşı» nı demokratik usullerle kazanamıyacağını, Kurtuluş mucizesini en demokratik bir idare altında gerçekleştiren bir milletin, bir sözde «kalkınma mucizesi» ni öyle bir idare ile gerçekleştiremiyeceğini iddia etmek kadar büyük haksızlık, bu kadar gülünç bir iddia olamaz.
Fakat Türk milletine bu haksızlığı yapanlar, bunun cezasını her gün biraz daha fazlasiyle ödemektedirler.
İngilizlerin ağır bir siyasal yenilgiye uğradıkları Lozan Konferansını anlatan İngiliz tarihçisine,
«İsmet Paşa konuşurken bütün Türk Milletinin sesi duyulurdu,» sözünü söyleten durum, artık bugünkü iktidar liderleri için her meselede ortadan kalkmıştır. Şimdi Bay Adnan Menderes konuşurken, ancak Bay Adnan Menderes'le birkaç dostunun sesi duyulabilmektedir.
Fakat İsmet Paşa, Türk demokrasisi için konuşurken duyulan seslerin yeniden her gün biraz daha çoğalması, Türk halkının, siyasal gelişmemizde düşülen son çıkmazdan da kendini kurtarma yolunu gene bulacağına bir işaret sayılabilse gerektir.
Cambridge, MASS.
BÜLENT ECEVİT
Siyasal gelişmemizdeki çıkmaz: VII
ismet Paşa konuşurken duyulan ses
BÜYÜK İngiliz tarihçisi filozofu Arnold Toynbee 1927 de Türkiye'ye dair yazdığı kitapta Lozan Konferansını anlatırken şöyle der:
«Lozanda Müttefikler, Türk milleyetçilerinin bütün isteklerine boyun eğdiler; dünya, tarihte ilk defa olarak, yenilmiş ve görünüşe göre parçalanmış bir milletin kendi yıkıntısı içinden doğrulup, en büyük milletlerle tamamen eşit şartlar altında karşılaştığını ve Büyük Harbin muzaffer devletlerini küçük düşürerek onlardan bütün isteklerini bir bir kopardığını görmenin şaşkınlığı içindeydi.»
Toynbee, başında en büyük hissenin İsmet Paşaya düştüğünü söyleyip onun büyük devlet adamı niteliklerini belirttikten sonra, görüşmeler sırasında millî iradeyi temsil etmenin Türk Heyeti Başkanı için nasıl bir kuvvet kaynağı olduğunu da şu sözlerle anlatır:
«İsmet Paşa konuşurken bütün Türk milletinin sesi duyulurdu.»
Anadolu'da Kurtuluş Savaşını yürüten idarenin demokratik esaslara bağlılığına, ve bu esaslara bağlılık yoluyla zafere ulaşabildiğine, büyük İngiliz tarihçisinin bu 8 kelimelik özlü cümlesinden daha iyi bir delil bulunamasa gerektir.
Kurtuluş Savaşı boyunca demokratik esaslara bağlılıkta o derece ileri gidilmişti ki, Türkiye'yi parçalamağa çalışan işgal devletleri bile, karşılarındaki milliyetçi lidererin millî iradeyi temsil ettiklerinden şüphe etmeğe, hattâ şüphe eder görünmeğe imkân bulamıyorlardı. Hattâ, daha Kurtuluş Savaşının başlangıç safhalarında bile, Türk milletinin gerçek temsilcilerinin İstanbul'daki idare değil, Ankara'daki milliyetçi idare olduğunu kabul etmek sorunda kalmış ve Ankara ile anlaşma yollarını aramağa bağlamışlardı.
Sivas ve Erzurum Kongrelerinin ne kadar demokratik birer toplantı olduğu, Millî Misakın nasıl Anadoludaki halkoyunu dile getiren bir vesika olarak hazırlandığı ve 23 Nisan 1920 de Ankara'da açılan Büyük Millet Meclisinin, Savaş boyunca halk egemenliği esasına n ekadar bağlı kaldığı düşünülecek olarsa,,, düşmanlarımızın bile Kurtuluş hareketini millî iradenin bir tezahürü olarak kabul etmeğe mecbur kalmalarına şaşmamak gerekir.
Bundan önceki «Kurtuluş Savaşı ve Kütle Demokrasisi» başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi demokratik kurum ve geleneklerin en köklü olduğu Batı memleketlerinde bile, iç güvenlik ciddi bir tehlike altına girmiş olmasa da, harb, demokratik usullerden uzaklaşmak için yeter sebep sayıldığı halde, Anadoludaki milliyetçi liderler, bunun tam tersi bir yol tutarak, Türk milleti için bir ölüm dirim savaşı olan Kurtuluş Savaşını, Türkiye'de ilk olarak en geniş anlamda bir kütle demokrasisini yürürlüğe koymak için vesile bilmişlerdi. Öyle ki, bugün bir Kıbrıs meselerinin bile görüşülemediği Ankara'daki Büyük Millet Meclisinde, Sakarya cephesinden gelen top seslerinin gürültüsü altında, açık açık, strateji meseleleri tartışılır, siyasal ve askerî liderler bazan en sert tenkid ve hücumlarla karşılaşır ve bu tenkid ve hücumlar, demagojiye ve sürükleyici hitabet oyunlarına tenezzül edilmeksizin, en olgun parlâmentolara örnek olabilecek bir sükûnet ve ağırbaşlılıkla cevaplandırıldı. Halk ve temsilcileri, gerek iç ve dış siyaset, gerek strateji meselelerinde yukarıdan gelen hiç bir teklif veya kararı kabul etmeğe, hiç bir emri vakiye boyun eğmeğe zorlanamaz, ancak, serbest tartışma yoluyla ikna edilebilirlerdi. Millet temsilcilerinin millet adına kullandıkları oy, kutsal bir değer kazanmıştı.
Bir milletin siyasal olgunluğunu, demokratik idareye liyakatini ölçmek için bundan daha çetin bir sınav olamazdı. Ve dünyada belki hiç bir millet, Türk milletinin bu çetin demokrasi sınavı sonunda hak ettiği kadar yüksek bir not alamazdı.
1919 — 23 arasında barut kokuları içinde, en saf Batılı ölçülerle bile eksiksiz sayılan bir demokrasi iklimi yaratabilmiş bir milletin aradan 30 küsur yıl geçtikten sonra daha demokrasiye hazır olmadığını, demokrasi iklimine kavuşamadığını, veya bugünkü dünya şartlarının Türkiye'de demokrasiye elverişli olmadığını iddia etmek kadar tarih boyunca bir eşi daha gösterilemiyecek derecede ağır şartlar altında yapılan bir Kurtuluş Savaşını, demokratik usullere harfi harfine bağlı kalmak şartı ile kazanan bir milletin, şimdi bir sözde «iktisadî kurtuluş savaşı» nı demokratik usullerle kazanamıyacağını, Kurtuluş mucizesini en demokratik bir idare altında gerçekleştiren bir milletin, bir sözde «kalkınma mucizesi» ni öyle bir idare ile gerçekleştiremiyeceğini iddia etmek kadar büyük haksızlık, bu kadar gülünç bir iddia olamaz.
Fakat Türk milletine bu haksızlığı yapanlar, bunun cezasını her gün biraz daha fazlasiyle ödemektedirler.
İngilizlerin ağır bir siyasal yenilgiye uğradıkları Lozan Konferansını anlatan İngiliz tarihçisine,
«İsmet Paşa konuşurken bütün Türk Milletinin sesi duyulurdu,» sözünü söyleten durum, artık bugünkü iktidar liderleri için her meselede ortadan kalkmıştır. Şimdi Bay Adnan Menderes konuşurken, ancak Bay Adnan Menderes'le birkaç dostunun sesi duyulabilmektedir.
Fakat İsmet Paşa, Türk demokrasisi için konuşurken duyulan seslerin yeniden her gün biraz daha çoğalması, Türk halkının, siyasal gelişmemizde düşülen son çıkmazdan da kendini kurtarma yolunu gene bulacağına bir işaret sayılabilse gerektir.
Cambridge, MASS.
BÜLENT ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Siyasal Gelişmemimizdeki Çıkmaz VII: İsmet Paşa Konuşurken Duyulan Ses,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 21 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/863 ulaşıldı.