Siyasal Gelişmemimizdeki Çıkmaz VI: Kurtuluş Savaşı ve Kütle Demokrasisi
Başlık:
Siyasal Gelişmemimizdeki Çıkmaz VI: Kurtuluş Savaşı ve Kütle Demokrasisi
Kaynak:
Ulus, "Uzaktan" s. 3
Tarih:
1957-08-01
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/36
Metin:
UZAKTAN
Siyasal gelişmemizdeki çıkmaz: VI
Kurtuluş Savaşı ve kütle demokrasisi
DEMOKRATİK gelenek ve kurumların en köklü olduğu Batı memleketleri bile, harb yıllarında, iç güvenlikleri ciddî bir tehlike altına girmiş olmasa da, demokratik usûllerden uzaklaşmak, anayasa ile çizilmiş sınırları gevşetip idareye olağanüstü yetkiler tanımak, söz ve tartışma hürriyetini kısmak zorunluluğunu duyabilirler. Amerika Birleşik Devletlerinin bile tarihi bunu gösteren örneklerle doludur.
Birinci Dünya Harbinden sonra Anadolu'da başlıyan Kurtuluş Savaşı ise, Türk halkı için bir ölüm dirim savaşı idi. Üstelik bu savaş en çetin engellere karşı yapılıyordu. Bir yanda yorgun, yoksul, bezsin bir halk, öte yanda bir dünya harbinden muzaffer çıkmış büyük devletler. o devletlerin esiri durumunda bir Halife Sultanla hükümeti, ve gene o devletlerin desteklediği bir saldırgan düşman ordusu vardı. Memleketin büyük kısmı işgal altında idi. Türklere bir avuç çorak toprak kalmıştı.
Bu şartlar altında girişilen bir savaş, demokrasi ülküsüne en çok bağlı bir Batı memleketinde bile, demokratik usûlleri, hak ve hürriyetleri bir müddet için yürürlükten kaldırmağa, hiç değilse kısmağa yeter sebep sayılabilirdi.
Fakat Mustafa Kemal'le arkadaşları, bunun tam tersi bir yol tuttular. Demokratik bir idare tarzını, demokratik hak ve hürriyetleri, Türkiye'de ilk olarak, gerçek anlamlariyle yürürlüğe koymak için, Kurtuluş Savaşını vesile bildiler.
18 inci yüzyıl ortalarındaki askerî ve sosyal reform hareketleriyle başlıyan siyasal gelişmemizde demokrasi ülküsüne yönelmiş olmakla beraber, bu seride daha önce çıkan yazılarımızda belirttiğimiz sebepler yüzünden, bu ülkü gerçekleştirilememiş, tersine, tarihîmiz boyunca eşi görülmemiş derecede sınırsız, mutlak bir idareye yol açılmıştı, Üstelik, Osmanlı Devletinde demokrasi hareketi, hiç bir zaman, küçük bir elit zümrenin sınırlarını aşıp halka yayılmak, halka mal olmak fırsatını bulamamış, bir zümre hareketi olarak kalmış, o elit zümrenin iktidara geçmesi üzerine de, kendi dar çerçevesî içinde boğulup, yerini, bu sefer kollektif bir mutlakiyete bırakmıştı.
Mustafa Kemal ve arkadaşları, Kurtuluş Savaşında, demokrasi teşebbüsünü, İstanbul hariç olmak üzere Anadolu'da, bir halk hareketi olarak canlandırmak fırsatını buldular. Türkiye'de demokrasiyi ancak böyle bir hareket kurtarabilirdi.
Fakat, bir önceki «Millî İradenin Harekete Geçişi» başlıklı yazımızda belirttiğimiz gibi, Kurtuluş Savaşının önderleri için bu, yalnız demokrasi ülküsüne bağlılığın mantıkî bir sonucu değil, aynı zamanda, en çetin engellere karşı kurtuluş «mucize» sini gerçekleştirebilmenin de tek yolu idi.
Kurtuluş gayesine erişebilmek için, bu önderler, milletin bütün mânevî gücünü seferber etmeğe ihtiyaç duyuyorlardı. Bunu ise ancak, bütün hareketlerinde millî iradeye dayanmakla sağlıyabilirlerdi. Kurtuluş Savaşının Batı kültürü almış önderlerine göre, millî iradeyi harekete geçirmenin güvenilir yolu da demokrasi idi:
Olaylar, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını bu inançlarında haklı çıkardı. Öyle ki, İstanbul'daki idarenin Mustafa Kemal'i Anadolu'da yalnız bırakmak, halkı ondan soğutmak için din adamlarından yardım umması bile fayda etmedi. Çünkü Müslümanlıkta otorite, bir anlamda halkoyu demek olan «icma»ya dayanmak gerekirdi. Onun için, halkoyu ve halkoyunun tezahürü olan millî irade, şüpheye yer kalmıyacak bir ölçüde Mustafa Kemal'in ardında oldukça, İstanbul'da işgal devletlerinin baskısı altındaki Şeyhülislâmın fetvaları bile hükümsüz kalmağa, millî kuvvetlere karşı sürülen «Yeşil Ordu» larsa, en Ortodoks İslâm ölçüleriyle bile gayrı meşru sayılmağa mahkûmdu.
Üstelik, Anadolu'daki kurtuluş hareketinin millî iradeye dayandığından, Batının en saf demokrasi ölçüleriyle bile şüpheye yer bırakılmaması bu harekete, bizzat Türkiye'yi işgale çalışan Batılı memleketler halkı gözünde de meşruluk kazandıracaktı.
Özet olarak denilebilir ki, Kurtuluş hareketini, demokratik yollardan sağlanan millî iradeye bağlamak, hem bütün «sathı vatan» da savaşı kazanabilmek için gerekli mânevi gücü sağlamanın, hem de, gerek İslâm düşüncesi gerek demokratik Batı düşüncesi karşısında bu harekete meşruluk kazandırmanın tek yolu idi.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bu durumu kavramak ve ona göre davranmak basiretini göstermeleri, aşılmaz sanılan engellere rağmen Kurtuluş Savaşının kazanılmasını, Türk ulusunun yeniden bağımsızlığına kavuşmasını, toprak bütünlüğümüzün teminata alınmasını mümkün kıldığı, daha önceki denemelere üstün olarak, kütle demokrasilerine de yol açmış, ve ulusal bağımsızlığı halk egemenliğiyle bir arada yoğurmak, yeni Türk Devletinin temelini, tarihimizde ilk olarak, bu iki kavramın karışımı olan bir harçla kurmak imkânını sağlamış oldu.
Bu ilk kütle demokrasisi denemesinin Kurtuluş Savaşı boyunca nasıl işlediğini ve Kurtuluş Savaşından sonraki durumu, ileriki yazılaırımızda değerlendirmeğe çalışacağız.
Cambridge, MASS.
BÜLENT ECEVİT
Siyasal gelişmemizdeki çıkmaz: VI
Kurtuluş Savaşı ve kütle demokrasisi
DEMOKRATİK gelenek ve kurumların en köklü olduğu Batı memleketleri bile, harb yıllarında, iç güvenlikleri ciddî bir tehlike altına girmiş olmasa da, demokratik usûllerden uzaklaşmak, anayasa ile çizilmiş sınırları gevşetip idareye olağanüstü yetkiler tanımak, söz ve tartışma hürriyetini kısmak zorunluluğunu duyabilirler. Amerika Birleşik Devletlerinin bile tarihi bunu gösteren örneklerle doludur.
Birinci Dünya Harbinden sonra Anadolu'da başlıyan Kurtuluş Savaşı ise, Türk halkı için bir ölüm dirim savaşı idi. Üstelik bu savaş en çetin engellere karşı yapılıyordu. Bir yanda yorgun, yoksul, bezsin bir halk, öte yanda bir dünya harbinden muzaffer çıkmış büyük devletler. o devletlerin esiri durumunda bir Halife Sultanla hükümeti, ve gene o devletlerin desteklediği bir saldırgan düşman ordusu vardı. Memleketin büyük kısmı işgal altında idi. Türklere bir avuç çorak toprak kalmıştı.
Bu şartlar altında girişilen bir savaş, demokrasi ülküsüne en çok bağlı bir Batı memleketinde bile, demokratik usûlleri, hak ve hürriyetleri bir müddet için yürürlükten kaldırmağa, hiç değilse kısmağa yeter sebep sayılabilirdi.
Fakat Mustafa Kemal'le arkadaşları, bunun tam tersi bir yol tuttular. Demokratik bir idare tarzını, demokratik hak ve hürriyetleri, Türkiye'de ilk olarak, gerçek anlamlariyle yürürlüğe koymak için, Kurtuluş Savaşını vesile bildiler.
18 inci yüzyıl ortalarındaki askerî ve sosyal reform hareketleriyle başlıyan siyasal gelişmemizde demokrasi ülküsüne yönelmiş olmakla beraber, bu seride daha önce çıkan yazılarımızda belirttiğimiz sebepler yüzünden, bu ülkü gerçekleştirilememiş, tersine, tarihîmiz boyunca eşi görülmemiş derecede sınırsız, mutlak bir idareye yol açılmıştı, Üstelik, Osmanlı Devletinde demokrasi hareketi, hiç bir zaman, küçük bir elit zümrenin sınırlarını aşıp halka yayılmak, halka mal olmak fırsatını bulamamış, bir zümre hareketi olarak kalmış, o elit zümrenin iktidara geçmesi üzerine de, kendi dar çerçevesî içinde boğulup, yerini, bu sefer kollektif bir mutlakiyete bırakmıştı.
Mustafa Kemal ve arkadaşları, Kurtuluş Savaşında, demokrasi teşebbüsünü, İstanbul hariç olmak üzere Anadolu'da, bir halk hareketi olarak canlandırmak fırsatını buldular. Türkiye'de demokrasiyi ancak böyle bir hareket kurtarabilirdi.
Fakat, bir önceki «Millî İradenin Harekete Geçişi» başlıklı yazımızda belirttiğimiz gibi, Kurtuluş Savaşının önderleri için bu, yalnız demokrasi ülküsüne bağlılığın mantıkî bir sonucu değil, aynı zamanda, en çetin engellere karşı kurtuluş «mucize» sini gerçekleştirebilmenin de tek yolu idi.
Kurtuluş gayesine erişebilmek için, bu önderler, milletin bütün mânevî gücünü seferber etmeğe ihtiyaç duyuyorlardı. Bunu ise ancak, bütün hareketlerinde millî iradeye dayanmakla sağlıyabilirlerdi. Kurtuluş Savaşının Batı kültürü almış önderlerine göre, millî iradeyi harekete geçirmenin güvenilir yolu da demokrasi idi:
Olaylar, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını bu inançlarında haklı çıkardı. Öyle ki, İstanbul'daki idarenin Mustafa Kemal'i Anadolu'da yalnız bırakmak, halkı ondan soğutmak için din adamlarından yardım umması bile fayda etmedi. Çünkü Müslümanlıkta otorite, bir anlamda halkoyu demek olan «icma»ya dayanmak gerekirdi. Onun için, halkoyu ve halkoyunun tezahürü olan millî irade, şüpheye yer kalmıyacak bir ölçüde Mustafa Kemal'in ardında oldukça, İstanbul'da işgal devletlerinin baskısı altındaki Şeyhülislâmın fetvaları bile hükümsüz kalmağa, millî kuvvetlere karşı sürülen «Yeşil Ordu» larsa, en Ortodoks İslâm ölçüleriyle bile gayrı meşru sayılmağa mahkûmdu.
Üstelik, Anadolu'daki kurtuluş hareketinin millî iradeye dayandığından, Batının en saf demokrasi ölçüleriyle bile şüpheye yer bırakılmaması bu harekete, bizzat Türkiye'yi işgale çalışan Batılı memleketler halkı gözünde de meşruluk kazandıracaktı.
Özet olarak denilebilir ki, Kurtuluş hareketini, demokratik yollardan sağlanan millî iradeye bağlamak, hem bütün «sathı vatan» da savaşı kazanabilmek için gerekli mânevi gücü sağlamanın, hem de, gerek İslâm düşüncesi gerek demokratik Batı düşüncesi karşısında bu harekete meşruluk kazandırmanın tek yolu idi.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bu durumu kavramak ve ona göre davranmak basiretini göstermeleri, aşılmaz sanılan engellere rağmen Kurtuluş Savaşının kazanılmasını, Türk ulusunun yeniden bağımsızlığına kavuşmasını, toprak bütünlüğümüzün teminata alınmasını mümkün kıldığı, daha önceki denemelere üstün olarak, kütle demokrasilerine de yol açmış, ve ulusal bağımsızlığı halk egemenliğiyle bir arada yoğurmak, yeni Türk Devletinin temelini, tarihimizde ilk olarak, bu iki kavramın karışımı olan bir harçla kurmak imkânını sağlamış oldu.
Bu ilk kütle demokrasisi denemesinin Kurtuluş Savaşı boyunca nasıl işlediğini ve Kurtuluş Savaşından sonraki durumu, ileriki yazılaırımızda değerlendirmeğe çalışacağız.
Cambridge, MASS.
BÜLENT ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Siyasal Gelişmemimizdeki Çıkmaz VI: Kurtuluş Savaşı ve Kütle Demokrasisi,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 27 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/862 ulaşıldı.