Mustafa Gitti, Umut Bitti mi?
Başlık:
Mustafa Gitti, Umut Bitti mi?
Kaynak:
Ulus, "Uzaktan" s. 3
Tarih:
1957-06-21
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/35
Metin:
UZAKTAN
“Mustafa gitti, umut bitti „ mi ?.
GEREK Türkler gerek Osmanlı Devleti içindeki başka topluluklar, Kanunî Sultan Süleyman’ın büyük oğlu Mustafa’ya büyük umutlar bağlamışlardı. Süleyman’ın sağlam temeller üzerine oturtmağa çalıştığı, dinleri, dilleri ne olursa olsun bütün uyruklar arasında eşitlik gözeten âdil devlet düzenini ancak Mustafa’nın yaşatabileceğine, hattâ babasının açtığı yolda ondan daha da ileri gideceğine, çünkü Rüstem Paşa gibi menfaatçi ve entrikacı vezirlerin, Hürrem Sultan gibi muhteris saray kadınlarının, ve günden güne nüfuzu artarak açık düşünceli ulemayı sindirmeğe başlıyan mutaassıp din adamlarının etkisine babası kadar kanılmıyacağına inanıyorlardı.
Türkleri Avrupa içinde yabancı durumunda kalmaktan belki ancak o kurtarabilecekti. Aradıkları güvenliği kendi dindaşlarından çok Süleyman'ın idaresi altında bulabilmiş birçok hıristîyan ve Musevî topluluklar bu güvenliklerinin devamını ve sağlamlaştırılmasını Mustafa’dan bekliyorlardı. O çağın siyasal düşünür ve denetleyicileri durumunda bununan sözünü sakınmaz şairlerle uyanık din bilginleri, özledikleri gerçek düşünce ve ifade hürriyetine kavuşabilmek için bütün umutlarını Mustafa’nın gün gelip tahta geçmesine bağlamışlardı.
Fakat, Rüstem Paşa’nın Hürrem Sultan,ın ve saray çevresinde tutunabilmesi bazı yobaz sözde din adamlarının menfaat ve ihtirasları önünde çetin bir engel olarak yükselmekle, Mustafa, onların düşmanlığını üzerine çekmişti. Onlar, türlü yalan ve düzenlerle Süleyman’ı Mustafa’ya karşı kışkırtmağa, Süleyman’ın elini bütün Osmanlı halkınca büyük umutlar bağlanmış olan büyük oğlunun kanına bulamağa çalışmış, sonunda da bunu başarmışlardır.
İngiliz şair ve tiyatro yazarı David Mallet’in, 18 nci yüzyılda yazdığı ve Londra'da sahneye koydurduğu «Mustafa» adlı trajedide, Rüstem Paşa ile bir müftü, Süleyman’ı Mustafa’ya karşı kışkırtmak için ilk teşebbüsleri başarısızlığa uğradıktan sonra yeni bazı tertipler düşünürler. O sırada aralarında şu konuşma geçer:
MÜFTÜ
Yeni bir suçla itham edeceğim onu ben
Başka suçlarından da ağır basacaktır bu
Dindarlığını tahrik edersek Padişahın:
İymansızın biridir o Şehzade Mustafa!
RÜSTEM
Aman anlatın şunu, su serptiniz içime.
MÜFTÜ
Bir gün din ateşıyle yanıyordu yüreğim,
Ülkemizi kirleten o din dünmanlarına,
Hıristiyan ve Musevi tebaaya kızmıştım.
Kandırayım da dedim Şehzadeyi, kışkırtsın.
Padişahı, kılıçtan geçirsin her kâfiri.
Ne cevap verdi bana dersiniz?
RÜSTEM
Eminim ki
Cüretkâr bir cevaptır.
MÜFTÜ
En günahkâr bir cevap!
Önümüzde uzanan türlü türlü çiçekle,
Bezenmiş bir ovayı gösterip te dedi ki:
«Su çeşitliliğini görüp te tabiatın
«Hayran olmamak elde mi ? Nasıl okşuyor bak.
«Duyularımızı bu binlerce kokuyla renk!
«Onlar açsın diye doğan güneş, yağan rahmet.
«Bir ayrılık gözetir mi hiç aralarında?
«Buna karşı onlar da buhurdandan yükselen
«Şükran yüklü bir adak gibi sunarlar göğe,
«Tek bir demet gibi kaynaşan kokularını.
«Fikir ayrılığı da böyle olsa gerektir.
«Faydası var, zararı yoktur biribirine,
«Ayrı düşüncelerine yeterki sahipleri,
«İyi tebaa olsun da dostça geçinsinler,
«Yeter ki topluluğa hizmet etsin her biri,
«Kanunlara saygılı, hakana bağlı olsun!»
İşte böyle konuştu, sonra çatıp kaşını,
Hiddetli bakışlarla bıraktı gitti beni.
«Kâfir »damgasını, yurttaşları biribirine düşürebilecek ayırıcı bir silâh olarak kendi tasavvurlarına alet eden bir sözde din adamının Büyük Millet Meclisinde tartışılan sözlerini okurken, İngiliz şairinin bu mısraları aklıma geldi.
Şehzade Mustafa hayatında bu sözleri gerçekten kelimesi kelimesine söylemiş miydi bilmiyoruz ama, onun böyle düşünen ve böyle konuşabilecek bir insan olduğunu biliyoruz. Üzerinde durulmaya değer olan nokta da, 18’inci yüzyılda bir İngiliz şairinin, bu derece geniş görüşlülük ifade eden sözleri, 16’ıncı yüzyılda yaşamış nice Hristiyan prens ve kralın değil de, ancak bu Türk Şehzadesinin ağzına yakıştırabilmiş olmasıdır.
Değişik inançlarda insanlardan meydana gelen ve Hristiyan dünyası karşısında adalet, eşitlik ve müsamahanın bir sembolü gibi yükselen, o kadar ki, Papalığın baskısına ve dar görüşlülüğüne karşı savaş açmış Hristiyan devrimcisi Lüter’e bile Orta Avrupa kiliselerinde, «Türklere karşı kılıç çekmek, Tanrının iradesine karşı gelmektir» diye haykırmayı ilham eden Osmanlı Devletini, «kâfir» sözü ardındaki dar görüşlü, ayırıcı zihniyetin, nasıl bir karanlığa, uçuruma ve nihayet yıkıntıya sürüklediğini, bir yobaz din adamının Rüstem Paşa ile arasında geçen bu hayalî fakat hayalî olmakla beraber o çağların gerçeklerini sadakatle yansıtan konuşmada görmek mümkün olsa gerektir. Nitekim, Süleyman’ın eli, ileri düşünceli, geniş görüşlü büyük oğlunun kanına bulandıktan sonra, Türk halkı, «Mustafa gitti, umut bitti» diye yerinip gözyaşı dökmekle, Osmanlı Devletini ne kadar karanlık bir sonun beklediğini, bundan dört yüz yıl önce sezmişti.
Şehzade Mustafa’nın vakitsiz gidişiyle biten umutlar, Türk milleti için ancak dört yüz yıl kadar sonra bir başka Mustafa’nın, Mustafa Kemal’in gelişiyle yeniden dirilebilmiştir.
Fakat ne acıdır ki, Osmanlı çağında tebaayı tebaaya karşı kışkırtarak, bu sağlam yapılı, bu eşitlik ve adalet temelleri üzerine kurulu Devletin topraklarına «kâfir» sözüyle ayrılık tohumları ekmiş olan yobazlar, Cumhuriyet Türkiyesi çok partili hayata geçtikten sonra da yurttaşlar arasına aynı ayrılık tohumlarını ekme fırsatını bulmuşlardır. Hem bu sefer bu tohumlar müslüman - hristiyan farkı da gözetilmeksizin ekilmek istenmektedir.
Gerçi onlara bu fırsatı verenler, Meclise getirilen af teklifini reddetmekle, hatalarını biraz olsun tamire çalışmışlardır ama, düşünce ayrılığı konusunda, bir İngiliz şairinin kaleminde dile gelen Şehzade Mustafa’nin geniş görüşlülüğüne erişebilmeleri için daha pek çok yol aşmaları gereklidir. Gene ne mutlu ki Türk ulusuna, birkaç hafta önce Meclis kürsüsünde Rüstem Paşayı, bir kaç gün önce de yobazları savunan siyaset adamlarına karşı Mustafa Kemal’in eserlerini savunacak ve yaşatacak kimseler çıkmaktadır.
Türk halkı için, Şehzade Mustafa’nın gidişiyle umut bitmişti ama, Mustafa Kemal’in gidişiyle umut bitmiş değildir. Ancak, Türk halkına doğan bu yeni umudu yaşatabilmek için, bir İngiliz şairinin, düşünce ayrılığı konusunda, 16’ıncı yüzyılda yasamış bir Türk Şehzadesine söylettiği sözleri, yalnız «hakan» kelimesi «devlet» e çevrilerek, bugün de bazı siyaset adamlarının zihinlerine işliyebilmek gereklidir:
*
«Faydası var, zararı yoktur biribirine,
Ayrı düşüncelerin; yeter ki sahipleri,
İyi tebaa olsun da dostça geçinsinler,
Yeter ki topluluğa hizmet etsin her biri,
Kanunlara saygılı, devlete bağlı olsun!»
Cambridge, MASS.
BÜLENT ECEVİT
“Mustafa gitti, umut bitti „ mi ?.
GEREK Türkler gerek Osmanlı Devleti içindeki başka topluluklar, Kanunî Sultan Süleyman’ın büyük oğlu Mustafa’ya büyük umutlar bağlamışlardı. Süleyman’ın sağlam temeller üzerine oturtmağa çalıştığı, dinleri, dilleri ne olursa olsun bütün uyruklar arasında eşitlik gözeten âdil devlet düzenini ancak Mustafa’nın yaşatabileceğine, hattâ babasının açtığı yolda ondan daha da ileri gideceğine, çünkü Rüstem Paşa gibi menfaatçi ve entrikacı vezirlerin, Hürrem Sultan gibi muhteris saray kadınlarının, ve günden güne nüfuzu artarak açık düşünceli ulemayı sindirmeğe başlıyan mutaassıp din adamlarının etkisine babası kadar kanılmıyacağına inanıyorlardı.
Türkleri Avrupa içinde yabancı durumunda kalmaktan belki ancak o kurtarabilecekti. Aradıkları güvenliği kendi dindaşlarından çok Süleyman'ın idaresi altında bulabilmiş birçok hıristîyan ve Musevî topluluklar bu güvenliklerinin devamını ve sağlamlaştırılmasını Mustafa’dan bekliyorlardı. O çağın siyasal düşünür ve denetleyicileri durumunda bununan sözünü sakınmaz şairlerle uyanık din bilginleri, özledikleri gerçek düşünce ve ifade hürriyetine kavuşabilmek için bütün umutlarını Mustafa’nın gün gelip tahta geçmesine bağlamışlardı.
Fakat, Rüstem Paşa’nın Hürrem Sultan,ın ve saray çevresinde tutunabilmesi bazı yobaz sözde din adamlarının menfaat ve ihtirasları önünde çetin bir engel olarak yükselmekle, Mustafa, onların düşmanlığını üzerine çekmişti. Onlar, türlü yalan ve düzenlerle Süleyman’ı Mustafa’ya karşı kışkırtmağa, Süleyman’ın elini bütün Osmanlı halkınca büyük umutlar bağlanmış olan büyük oğlunun kanına bulamağa çalışmış, sonunda da bunu başarmışlardır.
İngiliz şair ve tiyatro yazarı David Mallet’in, 18 nci yüzyılda yazdığı ve Londra'da sahneye koydurduğu «Mustafa» adlı trajedide, Rüstem Paşa ile bir müftü, Süleyman’ı Mustafa’ya karşı kışkırtmak için ilk teşebbüsleri başarısızlığa uğradıktan sonra yeni bazı tertipler düşünürler. O sırada aralarında şu konuşma geçer:
MÜFTÜ
Yeni bir suçla itham edeceğim onu ben
Başka suçlarından da ağır basacaktır bu
Dindarlığını tahrik edersek Padişahın:
İymansızın biridir o Şehzade Mustafa!
RÜSTEM
Aman anlatın şunu, su serptiniz içime.
MÜFTÜ
Bir gün din ateşıyle yanıyordu yüreğim,
Ülkemizi kirleten o din dünmanlarına,
Hıristiyan ve Musevi tebaaya kızmıştım.
Kandırayım da dedim Şehzadeyi, kışkırtsın.
Padişahı, kılıçtan geçirsin her kâfiri.
Ne cevap verdi bana dersiniz?
RÜSTEM
Eminim ki
Cüretkâr bir cevaptır.
MÜFTÜ
En günahkâr bir cevap!
Önümüzde uzanan türlü türlü çiçekle,
Bezenmiş bir ovayı gösterip te dedi ki:
«Su çeşitliliğini görüp te tabiatın
«Hayran olmamak elde mi ? Nasıl okşuyor bak.
«Duyularımızı bu binlerce kokuyla renk!
«Onlar açsın diye doğan güneş, yağan rahmet.
«Bir ayrılık gözetir mi hiç aralarında?
«Buna karşı onlar da buhurdandan yükselen
«Şükran yüklü bir adak gibi sunarlar göğe,
«Tek bir demet gibi kaynaşan kokularını.
«Fikir ayrılığı da böyle olsa gerektir.
«Faydası var, zararı yoktur biribirine,
«Ayrı düşüncelerine yeterki sahipleri,
«İyi tebaa olsun da dostça geçinsinler,
«Yeter ki topluluğa hizmet etsin her biri,
«Kanunlara saygılı, hakana bağlı olsun!»
İşte böyle konuştu, sonra çatıp kaşını,
Hiddetli bakışlarla bıraktı gitti beni.
«Kâfir »damgasını, yurttaşları biribirine düşürebilecek ayırıcı bir silâh olarak kendi tasavvurlarına alet eden bir sözde din adamının Büyük Millet Meclisinde tartışılan sözlerini okurken, İngiliz şairinin bu mısraları aklıma geldi.
Şehzade Mustafa hayatında bu sözleri gerçekten kelimesi kelimesine söylemiş miydi bilmiyoruz ama, onun böyle düşünen ve böyle konuşabilecek bir insan olduğunu biliyoruz. Üzerinde durulmaya değer olan nokta da, 18’inci yüzyılda bir İngiliz şairinin, bu derece geniş görüşlülük ifade eden sözleri, 16’ıncı yüzyılda yaşamış nice Hristiyan prens ve kralın değil de, ancak bu Türk Şehzadesinin ağzına yakıştırabilmiş olmasıdır.
Değişik inançlarda insanlardan meydana gelen ve Hristiyan dünyası karşısında adalet, eşitlik ve müsamahanın bir sembolü gibi yükselen, o kadar ki, Papalığın baskısına ve dar görüşlülüğüne karşı savaş açmış Hristiyan devrimcisi Lüter’e bile Orta Avrupa kiliselerinde, «Türklere karşı kılıç çekmek, Tanrının iradesine karşı gelmektir» diye haykırmayı ilham eden Osmanlı Devletini, «kâfir» sözü ardındaki dar görüşlü, ayırıcı zihniyetin, nasıl bir karanlığa, uçuruma ve nihayet yıkıntıya sürüklediğini, bir yobaz din adamının Rüstem Paşa ile arasında geçen bu hayalî fakat hayalî olmakla beraber o çağların gerçeklerini sadakatle yansıtan konuşmada görmek mümkün olsa gerektir. Nitekim, Süleyman’ın eli, ileri düşünceli, geniş görüşlü büyük oğlunun kanına bulandıktan sonra, Türk halkı, «Mustafa gitti, umut bitti» diye yerinip gözyaşı dökmekle, Osmanlı Devletini ne kadar karanlık bir sonun beklediğini, bundan dört yüz yıl önce sezmişti.
Şehzade Mustafa’nın vakitsiz gidişiyle biten umutlar, Türk milleti için ancak dört yüz yıl kadar sonra bir başka Mustafa’nın, Mustafa Kemal’in gelişiyle yeniden dirilebilmiştir.
Fakat ne acıdır ki, Osmanlı çağında tebaayı tebaaya karşı kışkırtarak, bu sağlam yapılı, bu eşitlik ve adalet temelleri üzerine kurulu Devletin topraklarına «kâfir» sözüyle ayrılık tohumları ekmiş olan yobazlar, Cumhuriyet Türkiyesi çok partili hayata geçtikten sonra da yurttaşlar arasına aynı ayrılık tohumlarını ekme fırsatını bulmuşlardır. Hem bu sefer bu tohumlar müslüman - hristiyan farkı da gözetilmeksizin ekilmek istenmektedir.
Gerçi onlara bu fırsatı verenler, Meclise getirilen af teklifini reddetmekle, hatalarını biraz olsun tamire çalışmışlardır ama, düşünce ayrılığı konusunda, bir İngiliz şairinin kaleminde dile gelen Şehzade Mustafa’nin geniş görüşlülüğüne erişebilmeleri için daha pek çok yol aşmaları gereklidir. Gene ne mutlu ki Türk ulusuna, birkaç hafta önce Meclis kürsüsünde Rüstem Paşayı, bir kaç gün önce de yobazları savunan siyaset adamlarına karşı Mustafa Kemal’in eserlerini savunacak ve yaşatacak kimseler çıkmaktadır.
Türk halkı için, Şehzade Mustafa’nın gidişiyle umut bitmişti ama, Mustafa Kemal’in gidişiyle umut bitmiş değildir. Ancak, Türk halkına doğan bu yeni umudu yaşatabilmek için, bir İngiliz şairinin, düşünce ayrılığı konusunda, 16’ıncı yüzyılda yasamış bir Türk Şehzadesine söylettiği sözleri, yalnız «hakan» kelimesi «devlet» e çevrilerek, bugün de bazı siyaset adamlarının zihinlerine işliyebilmek gereklidir:
*
«Faydası var, zararı yoktur biribirine,
Ayrı düşüncelerin; yeter ki sahipleri,
İyi tebaa olsun da dostça geçinsinler,
Yeter ki topluluğa hizmet etsin her biri,
Kanunlara saygılı, devlete bağlı olsun!»
Cambridge, MASS.
BÜLENT ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Mustafa Gitti, Umut Bitti mi?,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/842 ulaşıldı.