"Kafir"
Başlık:
"Kafir"
Kaynak:
Ulus, "Uzaktan" s. 3
Tarih:
1957-06-19
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/35
Metin:
UZAKTAN
"KAFİR,,
BİR vaizin camide «Demokrat Partilileri gülerek karşılamıyanlar münafıktır ve hattâ kâfirdirler» demesinin, dini siyasete alet etmek bakımından suç olduğu kesinleşmiştir. Dinin bu şekilde siyasete alet edilmesi kadar Demokrat Partinin böyle suçları — kendi lehine işlendikçe —, kanun hükümlerine ve mahkeme kararlarına rağmen hoş görmek, Büyük Millet Meclisine affettirmek istemesi de üzücüdür.
Ama bu vaazın kanunlara göre belki suç sayılmayan bir yönü vardır ki ona daha çok üzülmek gerekir.
C.H.P. Milletvekili Nüvit Yetkin'in Meclisteki konuşmasında belirttiği gibi, «kâfir» sözü bazı Müslümanların gözünde, hâlâ, «kâfirin malı helâldir, kâfirin katli vaciptir» zihniyetini yaşatacak kadar ayırıcılık ifade eder.
Osmanlı Tarihi boyunca Türkleri kendi kurdukları büyük devlet içinde yapayalnız ve zayıf bırakan, Avrupa'nın ortasında Avrupa'ya yabancı tutan etkenlerden biri, belki başlıcası, bu ayırıcılık olmuştur. Mutaassıp, dar gürüşlü din adamlarının gerek daha makûl bazı ulema gerek padişahlar üzerindeki nüfuzu arttıkça, «kâfir» sözünün ifade ettiği ayırıcılık da şiddetlenmiş ve gitgide toplum hayatının bütün kesimlerine yayılmıştır.
Lâik cumhuriyet rejiminin milletlerarası durumumuz bakımından taşıdığı önem, bu ayırıcılığı, nazariyatta ve mevzuatta ortadan kaldırması, öylelikle Türk ulusunun Batıdaki yalnızlığını sona erdirmesi olmuştur. Ancak ondan sonradır ki Türkiye Batı dünyası içinde hakkı olan mevkii almağa, Türk ulusunun çevresindeki yabancılık halkası açılmağa başlayabilmiştir.
Bugün Türkiye, Avrupa'nın en doğusunda bulunmasına ve daha çok bir Ortadoğu ülkesi sayılmasına rağmen, Avrupa Konseyinin ve Kuzey Atlantik Topluluğunun üyesi olabilmesini, belki her şeyden önce bu lâik rejime borçludur. Şimdi «kâfir» sözünün ve bu söz ardındaki zihniyetin resmî müsamaha, hattâ teşvike mazhar olması, herhalde lâiklikle bağdaşamıyacağı gibi, bu rejimin bize sağladığı avantajları da tehlikeye düşürecektir.
«Kâfir» kavramının, ifade ettiği bütün korkunç anlamlar ve ayırıcılıklarla birlikte, aramızda canlanması, bizi dünyada gene yalnız bırakmaktan, muhalefet partilerinden daha önce yurdumuzdaki dinî azınlıklara huzursuzluk ve güvensizlik vermekten ve Batı topluluğu içinde güçlükle kazanılan itibarlı mevkiimizi sarsmaktan başka sonuçlar doğuramıyacağına göre, «kâfir» damgasının sosyal münasebetlerimizde yeniden geçer akça haline gelmesine yol açan zihniyeti teşvik etmekle, iktidar, memlekete olduğu kadar kendi kendine de zarar vermiş olacaktır.
Bu bakıma «kâfir» sözünün ifade ettiği ayırıcılığın bir tezahürü olan 6-7 Eylül Hâdiseleri, gerek içerde gerek dışarda memlekete verdiği zararlarla, Demokrat Parti için bir ikaz yerine geçmiş olmalıydı.
Cumhuriyet Türkiyesini yönetmek ve milletlerarası münasebetlerde temsil etmek sorumluluğunu yüklenmiş bir iktidar partisinin, «kâfir» sözünü ve bu sözün ardındaki karanlık zihniyeti yeniden istismara kalkışan bazı sözde din adamlarına partizanca mülâhazalarla göz yummasını affetmek mümkün olsa bile, bunun iç huzurumuz ve milletlerarası durumumuz bakımından taşıdığı açık tehlikelere göz yumması hoş görülemez.
Dini siyasete alet etmekte bu sözde din adamlarına örnek olan bazı iktidar partili politikacıların, siyasette ve ekonomi alanında çıkmazlara düştükçe durumlarını kurtarmak için, «Türk Milleti Müslümandır. Müslüman kalacaktır» yollu sadet dışı parolalara sarılırken unuttukları bir gerçek, lâik Türkiye, Cumhuriyetinde, küçük bir azınlıktan ibaret de bulunsalar, Hristiyan ve Musevi vatandaşların da, Müslüman vatandaşlarla tamamen eşit haklara sahip olarak «Türk milleti» kavramı içine girdikleri gerçeğidir. «Kâfir» sözünün Türkiye'de yeniden kuvvet kazanmasına, bu sözle ifade edilen ayırıcılığın Türkiye'de yeniden canlanmasına göz yummak, muhalefet partilerine umulan zararı veremese bile, 1950 seçimlerinde bir çoğu «Demokrat Partilileri gülerek karşılamış» olan gayrı müslim vatandaşlara karşı haksızlık ve saygısızlıktır.
Osmanlı devletinin, en güçlü olduğu bir sırada bile, bağımsızlığından geniş ölçüde feragat demek olan adlî kapitülâsyonlara boyun eğmek zorunda kalışı, bu ayırıcılığın tarihte Türklere ödetmiş olduğu çok ağır bir cezadır.
Demokrat Partili politikacılar dini siyasete alet ederken, bunun, kendi dar görüş alanları içinde kalan hedefler ötesinde doğurabileceği bazı sonuçları da hesapl amağa çalışmalıdırlar.
Cambridge, MASS.
BÜLENT ECEVİT
"KAFİR,,
BİR vaizin camide «Demokrat Partilileri gülerek karşılamıyanlar münafıktır ve hattâ kâfirdirler» demesinin, dini siyasete alet etmek bakımından suç olduğu kesinleşmiştir. Dinin bu şekilde siyasete alet edilmesi kadar Demokrat Partinin böyle suçları — kendi lehine işlendikçe —, kanun hükümlerine ve mahkeme kararlarına rağmen hoş görmek, Büyük Millet Meclisine affettirmek istemesi de üzücüdür.
Ama bu vaazın kanunlara göre belki suç sayılmayan bir yönü vardır ki ona daha çok üzülmek gerekir.
C.H.P. Milletvekili Nüvit Yetkin'in Meclisteki konuşmasında belirttiği gibi, «kâfir» sözü bazı Müslümanların gözünde, hâlâ, «kâfirin malı helâldir, kâfirin katli vaciptir» zihniyetini yaşatacak kadar ayırıcılık ifade eder.
Osmanlı Tarihi boyunca Türkleri kendi kurdukları büyük devlet içinde yapayalnız ve zayıf bırakan, Avrupa'nın ortasında Avrupa'ya yabancı tutan etkenlerden biri, belki başlıcası, bu ayırıcılık olmuştur. Mutaassıp, dar gürüşlü din adamlarının gerek daha makûl bazı ulema gerek padişahlar üzerindeki nüfuzu arttıkça, «kâfir» sözünün ifade ettiği ayırıcılık da şiddetlenmiş ve gitgide toplum hayatının bütün kesimlerine yayılmıştır.
Lâik cumhuriyet rejiminin milletlerarası durumumuz bakımından taşıdığı önem, bu ayırıcılığı, nazariyatta ve mevzuatta ortadan kaldırması, öylelikle Türk ulusunun Batıdaki yalnızlığını sona erdirmesi olmuştur. Ancak ondan sonradır ki Türkiye Batı dünyası içinde hakkı olan mevkii almağa, Türk ulusunun çevresindeki yabancılık halkası açılmağa başlayabilmiştir.
Bugün Türkiye, Avrupa'nın en doğusunda bulunmasına ve daha çok bir Ortadoğu ülkesi sayılmasına rağmen, Avrupa Konseyinin ve Kuzey Atlantik Topluluğunun üyesi olabilmesini, belki her şeyden önce bu lâik rejime borçludur. Şimdi «kâfir» sözünün ve bu söz ardındaki zihniyetin resmî müsamaha, hattâ teşvike mazhar olması, herhalde lâiklikle bağdaşamıyacağı gibi, bu rejimin bize sağladığı avantajları da tehlikeye düşürecektir.
«Kâfir» kavramının, ifade ettiği bütün korkunç anlamlar ve ayırıcılıklarla birlikte, aramızda canlanması, bizi dünyada gene yalnız bırakmaktan, muhalefet partilerinden daha önce yurdumuzdaki dinî azınlıklara huzursuzluk ve güvensizlik vermekten ve Batı topluluğu içinde güçlükle kazanılan itibarlı mevkiimizi sarsmaktan başka sonuçlar doğuramıyacağına göre, «kâfir» damgasının sosyal münasebetlerimizde yeniden geçer akça haline gelmesine yol açan zihniyeti teşvik etmekle, iktidar, memlekete olduğu kadar kendi kendine de zarar vermiş olacaktır.
Bu bakıma «kâfir» sözünün ifade ettiği ayırıcılığın bir tezahürü olan 6-7 Eylül Hâdiseleri, gerek içerde gerek dışarda memlekete verdiği zararlarla, Demokrat Parti için bir ikaz yerine geçmiş olmalıydı.
Cumhuriyet Türkiyesini yönetmek ve milletlerarası münasebetlerde temsil etmek sorumluluğunu yüklenmiş bir iktidar partisinin, «kâfir» sözünü ve bu sözün ardındaki karanlık zihniyeti yeniden istismara kalkışan bazı sözde din adamlarına partizanca mülâhazalarla göz yummasını affetmek mümkün olsa bile, bunun iç huzurumuz ve milletlerarası durumumuz bakımından taşıdığı açık tehlikelere göz yumması hoş görülemez.
Dini siyasete alet etmekte bu sözde din adamlarına örnek olan bazı iktidar partili politikacıların, siyasette ve ekonomi alanında çıkmazlara düştükçe durumlarını kurtarmak için, «Türk Milleti Müslümandır. Müslüman kalacaktır» yollu sadet dışı parolalara sarılırken unuttukları bir gerçek, lâik Türkiye, Cumhuriyetinde, küçük bir azınlıktan ibaret de bulunsalar, Hristiyan ve Musevi vatandaşların da, Müslüman vatandaşlarla tamamen eşit haklara sahip olarak «Türk milleti» kavramı içine girdikleri gerçeğidir. «Kâfir» sözünün Türkiye'de yeniden kuvvet kazanmasına, bu sözle ifade edilen ayırıcılığın Türkiye'de yeniden canlanmasına göz yummak, muhalefet partilerine umulan zararı veremese bile, 1950 seçimlerinde bir çoğu «Demokrat Partilileri gülerek karşılamış» olan gayrı müslim vatandaşlara karşı haksızlık ve saygısızlıktır.
Osmanlı devletinin, en güçlü olduğu bir sırada bile, bağımsızlığından geniş ölçüde feragat demek olan adlî kapitülâsyonlara boyun eğmek zorunda kalışı, bu ayırıcılığın tarihte Türklere ödetmiş olduğu çok ağır bir cezadır.
Demokrat Partili politikacılar dini siyasete alet ederken, bunun, kendi dar görüş alanları içinde kalan hedefler ötesinde doğurabileceği bazı sonuçları da hesapl amağa çalışmalıdırlar.
Cambridge, MASS.
BÜLENT ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“"Kafir",” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/840 ulaşıldı.