Bayram Acısı
Başlık:
Bayram Acısı
Kaynak:
Ulus, "Uzaktan" s. 3
Tarih:
1957-05-08
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/35
Metin:
UZAKTAN
BAYRAM ACISI
BAYRAM tebrikî yazmada öteden beri ihmalciyimdir. Fakat bu sefer büsbütün isteksizdim. Birkaç tebrik yazacak oldum, baktım ki postalıyacağım zarflardan çoğunun üstünde Türkiye'deki muhtelif cezaevlerinin adresleri yazılı. Cezaevleri ve bayram... Bu ikisini bir arada düşünmek insana güç geliyordu.
Eğer Amerikalı postacılar Türkçe biliyor olsalardı, herhalde benim, Harvard Üniversitesinin bulunduğu bu nezih Cambridge çevresine nasılsa sızmış bir şüpheli şahıs, kendi resmi deyimleriyle, «Şayanı arzu olmayan bir yabancı» olduğuma hükmeder, beni buradan uzaklaştırmak üzere harekete geçerlerdi.
Gerçekten artık, kendimi ne kadar kanunlara saygılı iyi bir vatandaş saysam da, bütün dostlarımın öyle olduklarına inansam da, asıl çevremin günden güne demir parmaklıklar ardına kaydığını hissediyordum. Birçok yakın dostlarım, sevip saydığım birçok tanıdıklar, demir parmaklıklarla toplumdan tecrid edilmiş veya tecrid edilmeyi bekliyen insanlardı. Dışarıda kendimi adetâ yalnız hissetmeğe, dışarısını yadırgamağa başlıyordum. Birkaç ay sonra Türkiye'ye döndüğümde, bendeki bu yalnızlık duygusu büsbütün artmış olacak, içime büsbütün gariplik çökecekti. Belki artık ziyaret günlerinde cezaevlerinin görüşme hücrelerinden, başka günler mahkeme koridorlarından ayrılamaz olacaktım.
Fakat asıl çevresi böyle demir parmaklıklar ardında kalan, dostlarından çoğunu mahkûmlar teşkil eden, memleketin muhtelif köşelerindeki cezaevleriyle devamlı mektuplaşan bir kimse, herhalde üyesi bulunduğu toplumda iyi bir vatandaş sayılamazdı.
Onun için ya ben doğru yoldan çıkmıştım, ya da toplumun iyi vatandaşlık ölçüleri değişmişti.
Nitekim, mahkûmlar arasında birçok yakın dostlarım, sevip saydığım birçok insan bulunmasına karşılık, cezaevlerine hiç yolu düşmeyen, cezaevlerindeki bütün mahkûmlarla beraber benim dostlarımı, benim o sevip saydığım insanları da muzır kimseler sayan, kötü kişi bilen, muteber mevkilere erişmiş bazı vatandaşlar vardı ki, onların da ellerini bile sıkmak istemezdim. Böyle, hiçbir yargıcın mahkûm etmeyi, hiçbir savcının hakkında kovuşturma açmayı akıllarından geçiremiyecekleri «temiz» vatandaşlardan birinin bir kürsüdeki konuşmasını yarıda bırakıp çıktığımı hatırlarım. Çünkü ne sözlerini dinlemeğe, ne yüzünü ne sahte gülüşünü uzun müddet seyretmeğe gücüm yetmişti. Ama emindim ki o kimsenin bayram tebriki yazdığı dostlarından hiç biri bir cezaevinde mahkûm olarak bulunmuyordu.
Evet, ya Türkiye'deki toplum düzeni çığırından çıkmış, ya da ben yolumdan çıkmış olmalıydım.
Eğer kabahat toplum düzeninde değil de bende ise, daha 1950 Eylülünde, bir muhalefet gazetesinde gazeteciliğe başlarken yolumdan çıkmış olduğuma inanmak gerekirdi.
Kendini mazbut, iyi bir vatandaş sanan bir kimse, bir şeker bayramında tebrik yazmağa kalktığı vakit, bayramlarını kutlayacağı dostlarından bir çoğunun ya cezaevlerinde ya da cezaevleri yolunda olduğunu idrak ederse, herhalde bunu normal saymamağa, ya kendinden ya da memleketindeki toplum düzeninden, bu düzeni yöneltici kuvvetlerden şüphe etmeğe hak kazanır.
Nasıl şüphe etmiye idim ki içimde artık bir bayram sevinci bile duyamaz olmuştum. Cezaevlerindeki dostlarım için bayramların kutlanacak yönü kalmış mı idi, bilemezdim ama, bayramlaşacağı dostlardan bir çoğunun ya ceza evlerinde ya cezaevi yollarında olduğunu idrak eden bir kimse, herhalde artık şeker bayramının ne şekerinden ne bayramlığından tad alabilirdi. İçine bir bayram sevinci gelemez, olsa olsa bir bayram acısı çökebilirdi.
Cambridge, MASS.
Bülent ECEVİT
BAYRAM ACISI
BAYRAM tebrikî yazmada öteden beri ihmalciyimdir. Fakat bu sefer büsbütün isteksizdim. Birkaç tebrik yazacak oldum, baktım ki postalıyacağım zarflardan çoğunun üstünde Türkiye'deki muhtelif cezaevlerinin adresleri yazılı. Cezaevleri ve bayram... Bu ikisini bir arada düşünmek insana güç geliyordu.
Eğer Amerikalı postacılar Türkçe biliyor olsalardı, herhalde benim, Harvard Üniversitesinin bulunduğu bu nezih Cambridge çevresine nasılsa sızmış bir şüpheli şahıs, kendi resmi deyimleriyle, «Şayanı arzu olmayan bir yabancı» olduğuma hükmeder, beni buradan uzaklaştırmak üzere harekete geçerlerdi.
Gerçekten artık, kendimi ne kadar kanunlara saygılı iyi bir vatandaş saysam da, bütün dostlarımın öyle olduklarına inansam da, asıl çevremin günden güne demir parmaklıklar ardına kaydığını hissediyordum. Birçok yakın dostlarım, sevip saydığım birçok tanıdıklar, demir parmaklıklarla toplumdan tecrid edilmiş veya tecrid edilmeyi bekliyen insanlardı. Dışarıda kendimi adetâ yalnız hissetmeğe, dışarısını yadırgamağa başlıyordum. Birkaç ay sonra Türkiye'ye döndüğümde, bendeki bu yalnızlık duygusu büsbütün artmış olacak, içime büsbütün gariplik çökecekti. Belki artık ziyaret günlerinde cezaevlerinin görüşme hücrelerinden, başka günler mahkeme koridorlarından ayrılamaz olacaktım.
Fakat asıl çevresi böyle demir parmaklıklar ardında kalan, dostlarından çoğunu mahkûmlar teşkil eden, memleketin muhtelif köşelerindeki cezaevleriyle devamlı mektuplaşan bir kimse, herhalde üyesi bulunduğu toplumda iyi bir vatandaş sayılamazdı.
Onun için ya ben doğru yoldan çıkmıştım, ya da toplumun iyi vatandaşlık ölçüleri değişmişti.
Nitekim, mahkûmlar arasında birçok yakın dostlarım, sevip saydığım birçok insan bulunmasına karşılık, cezaevlerine hiç yolu düşmeyen, cezaevlerindeki bütün mahkûmlarla beraber benim dostlarımı, benim o sevip saydığım insanları da muzır kimseler sayan, kötü kişi bilen, muteber mevkilere erişmiş bazı vatandaşlar vardı ki, onların da ellerini bile sıkmak istemezdim. Böyle, hiçbir yargıcın mahkûm etmeyi, hiçbir savcının hakkında kovuşturma açmayı akıllarından geçiremiyecekleri «temiz» vatandaşlardan birinin bir kürsüdeki konuşmasını yarıda bırakıp çıktığımı hatırlarım. Çünkü ne sözlerini dinlemeğe, ne yüzünü ne sahte gülüşünü uzun müddet seyretmeğe gücüm yetmişti. Ama emindim ki o kimsenin bayram tebriki yazdığı dostlarından hiç biri bir cezaevinde mahkûm olarak bulunmuyordu.
Evet, ya Türkiye'deki toplum düzeni çığırından çıkmış, ya da ben yolumdan çıkmış olmalıydım.
Eğer kabahat toplum düzeninde değil de bende ise, daha 1950 Eylülünde, bir muhalefet gazetesinde gazeteciliğe başlarken yolumdan çıkmış olduğuma inanmak gerekirdi.
Kendini mazbut, iyi bir vatandaş sanan bir kimse, bir şeker bayramında tebrik yazmağa kalktığı vakit, bayramlarını kutlayacağı dostlarından bir çoğunun ya cezaevlerinde ya da cezaevleri yolunda olduğunu idrak ederse, herhalde bunu normal saymamağa, ya kendinden ya da memleketindeki toplum düzeninden, bu düzeni yöneltici kuvvetlerden şüphe etmeğe hak kazanır.
Nasıl şüphe etmiye idim ki içimde artık bir bayram sevinci bile duyamaz olmuştum. Cezaevlerindeki dostlarım için bayramların kutlanacak yönü kalmış mı idi, bilemezdim ama, bayramlaşacağı dostlardan bir çoğunun ya ceza evlerinde ya cezaevi yollarında olduğunu idrak eden bir kimse, herhalde artık şeker bayramının ne şekerinden ne bayramlığından tad alabilirdi. İçine bir bayram sevinci gelemez, olsa olsa bir bayram acısı çökebilirdi.
Cambridge, MASS.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Bayram Acısı,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 22 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/816 ulaşıldı.