Milletlerarası Davranışta Şahsiyet İkiliği
Başlık:
Milletlerarası Davranışta Şahsiyet İkiliği
Kaynak:
Ulus, "Uzaktan" s. 3
Tarih:
1957-04-23
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/35
Metin:
UZAKTAN
Milletlerarası davranışta şahsiyet ikiliği
BUGÜN birçok Batı memleketlerinin denizaşırı topraklardaki menfaatleri, öncülüğünü yapmağa çalıştıkları ilkelere ve ahlâk kurallarına, milletlerarası davranışlarında kalmalarını güçleştirmektedir. O yüzden bu memleketler şimdi, vicdanları, düşünüşleri ve sözleriyle hareket tarzları arasında denge kuramıyan insanların huzursuzluğu, şaşkınlığı, çaresizliği içindedirler.
Bütün Batı dünyasının nüfuz ve itibarını sarsan, manevî liderlik imkânını zayıflatan bu millî şahsiyet ikiliğinin İngiltere'deki son belirtisi Süveyş buhranı sırasında görülmüştür. Bu buhran sırasında İngiltere'deki şahsiyet ikiliği kaygı verecek, en soğuk kanlı bir devlet adamını hasta edecek dereceyi bulmuş, karakterindeki emperyalizm izleriyle idealizm eğilimleri arasında bocalıyan İngiliz milleti, Süveyş buhranından, nüfuz ve itibarı kadar gurura da zedelenmiş olarak çıkmıştır.
Ayni şahsiyet ikiliğinin belirtisini bugün Fransa'da da görüyoruz. Üstelik Fransızlar tecrübelerden ders almakta İngilizlerden daha geri kaldıkları için, belki kurtuluş yollarını İngilizler kadar kolaylıkla da bulamıyacaklardır. Cezayir meselesindeki davranışı, Fransa'yı, dünya karşısında olduğu gibi kendi içinde de günden güne zayıf düşürmektedir.
Emperyalist bir geleneği olmadığı hâlde Birleşik Amerika bile, hür dünya adına ağır sorumluluklar yüklenmiş büyük ve kuvvetli bir devlet olmanın bedelini, davranışında zaman zaman çelişmelere düşmekle ödemekte, öncülüğünü yapmağa çalıştığı ilkelerden ve ahlâk kurallarından, yer yer, büyük bir isteksizlikle de olsa, ayrılmağa zorlanmaktadır. Meselâ Birleşik Amerika'nın, Uzakdoğudaki nüfuzunu devam ettirebilmek için Çankayşek, Sigman Ri gibi, memleketlerine hiç bir hayrı dokunmayan diktatörlere güvenmesi, Ortadoğuyu kendi safına çekebilmeyi Ortaçağ despotlarını andırır bir kralın dostluğundan umması, Akdenizdeki üstünlüğünü muhafaza edebilmek için Franko gibi bir faşisti desteklemesi, Amerika'lı aydınları gitgide artan bir huzursuzluğa düşürmektedir. Öyle ki bugün birçok Amerikalı aydın, Amerikan yardımının dünyaya demokrasiyi mi yoksa diktatörlüğü mü yaymağa yaradığını ciddî olarak düşünmeğe başlamıştır.
Türkiye bu bakımdan çok avantajlı bir durumdadır. İmparatorluk sahibi başka memleketlere örnek olacak kadar realist bir görüşle, imparatorluğu üzerindeki bütün haklarını reddetmiş, ve gerçek gücüyle mütenasip bir devlet statüsünü, hiç bir küçüklük duygusuna düşmeksizin kabulenmiş olan Türk milletinin, öyle bir şahsiyet ikiliğinden ıstırap çekmesi, milletlerarası davranışın da inandığı ilkeler, benimsediği ahlâk kurallarıyla çelişmeye düşmesi için ortada hiç bir sebep kalmamıştır.
Nitekim, Cumhuriyetin kuruluşundan, 1950 Mayısında Demokrat Parti'nin «aktif dış siyaset» parolasıyla iktidara gelişine kadar, Türk milleti, milletlerarası davranışında böyle bir şahsiyet ikiliğine, böyle çelişmelere asla düşmemiş, her adımını vicdan huzuruyla atmış, öylelikle kendine, yarı dünyaya hükmettiği çağlarda bile başaramadığı kadar itibarlı bir mevkî sağlamıştı. Hele, bir yandan Balkanları bir yandan Ortadoğuyu içine alan kendi bölgesinde, Türkiye artık bir umut ışığı, bir barış unsuru, bir bağlayıcı kuvvet olarak görülür duruma gelmişti. Daha kısa bir zaman önce Türk idaresine baş kaldırmış olan bu bölge milletleri, gitgide, kendi istekleriyle, Türkiyenin manevi liderliği altında toplanıyorlardı. İkinci Dünya Harbiyle kesintiye uğrayan bu gelişme, harbden sonra da devam etmişti. Unulmaz sanılan yaralar çoktan kapanmış, sönmez sanılan kinler küllenmiş, geçmez sanılan düşmanlıklar, bütün dünyanın imrendiği dostluklara çevrilir olmuştu.
Fakat, büyük iddialarla iktidara gelen Demokrat Parti, bu kadar iyi sonuçlar vermekte olan, üstelik Türkiye'yi, kendisini çepeçevre sarmış bir dünya harbi içinden kimsenin burnu kanamaksızın kurtarmış bulunan bir dış siyasetini nedense beğenmedi. «Pasif» ve «uyuşuk» buldu, ve alâyişle, Cumhuriyet çağımızın «aktif» dış siyaset çağını açtı.
Demokrat Parti iktidarının 7’inci yılına girerken bu «aktif» dış siyasetin sonuçlarına bakmak ibret vericidir. Türkiye gerek Balkanlardaki gerek Ortadoğudaki hemen bütün dostlarını, dostlarıyla birlikte de bütün manevî liderlik imkânlarını kaybetmiştir.
Türkiye, milletlerarası davranışında İngiltere ve Fransanınki kadar derin bir şahsiyet ikiliğine sürüklenmiş, Türk milleti sık sık kendini, Cumhuriyet Türkiye’sinin temelinde yatan ilkeleri inkâr eder durumlarda bulmağa başlamıştır.
Kapanmakta olan emperyalizm çağının son temsilcilerinin Ortadoğudaki vekâletini sanki Türkiye üzerine almıştı. Onlara karşı beslenen bütün husumet şimdi Türkiye’ye de yöneliyordu.
Bugün Türkiye, Ortadoğu meselelerine, sadece İngiltere ve Fransa'nın artık işe yaramıyan gözlükleriyle bakar hale gelmiştir. İngilizler bile zaman zaman bu gözlükleri çıkarmak ihtiyacını duydukça, karşılarında buna en büyük engel olarak Türkiye’yi bulur olmuşlardır.
Türkiye, Ortadoğu meselelerine bu bölgede yaşayan milletlerin menfaatleri, kaygıları, ülküleri yönünden bakma, bu bölgenin meselelerini bir Ortadoğu memleketi olarak düşünme yeteneğini kaybetmiştir.
Bütün bunların sonucu olarak şimdi Türk milleti, her adımda inandığı ilkelerle, bağlandığı ahlâk kurallarıyla çelişmelere düşmenin. Doğu Akdenizde, Ortadoğuda, Kuzey Afrika’da, kendini, başkaları hesabına müstemlekeciliği savunur veya destekler durumda bulmanın azabı ve şaşkınlığı içindedir.
Başka topraklarda hiç bir menfaati kalmamış, bugünkü sınırları içinde yaşamayı varlığının ve gelişmesinin şartlarından biri olarak kabul etmiş bir memleketi böyle bir duruma sokan bir dış siyaset, «aktif» olmak şöyle dursun, en hafif bir ifadeyle, basarısız ve yanlış bir dış siyasettir. Kendi yararımıza olmadığı gibi. Batılı müttefiklerimizin de yararına değildir.
Oysa şimdi Türk milletinin elinde, Cumhuriyet Türkiye’sinin temelindeki ilkelere, ahlâk kurallarına bağlı bir dış siyaset gütmek için her imkân vardır. Türk milleti, ancak bu imkânları kullanabildiği ölçüde, milletlerarası münasebetler alanında lâyık olduğu mevkii yeniden kazanabilecek ve 7 yıldır yoksun kaldığı vicdan huzuruna yeniden kavuşabilecektir.
Cambridge, MASS.
Bülent ECEVİT
Milletlerarası davranışta şahsiyet ikiliği
BUGÜN birçok Batı memleketlerinin denizaşırı topraklardaki menfaatleri, öncülüğünü yapmağa çalıştıkları ilkelere ve ahlâk kurallarına, milletlerarası davranışlarında kalmalarını güçleştirmektedir. O yüzden bu memleketler şimdi, vicdanları, düşünüşleri ve sözleriyle hareket tarzları arasında denge kuramıyan insanların huzursuzluğu, şaşkınlığı, çaresizliği içindedirler.
Bütün Batı dünyasının nüfuz ve itibarını sarsan, manevî liderlik imkânını zayıflatan bu millî şahsiyet ikiliğinin İngiltere'deki son belirtisi Süveyş buhranı sırasında görülmüştür. Bu buhran sırasında İngiltere'deki şahsiyet ikiliği kaygı verecek, en soğuk kanlı bir devlet adamını hasta edecek dereceyi bulmuş, karakterindeki emperyalizm izleriyle idealizm eğilimleri arasında bocalıyan İngiliz milleti, Süveyş buhranından, nüfuz ve itibarı kadar gurura da zedelenmiş olarak çıkmıştır.
Ayni şahsiyet ikiliğinin belirtisini bugün Fransa'da da görüyoruz. Üstelik Fransızlar tecrübelerden ders almakta İngilizlerden daha geri kaldıkları için, belki kurtuluş yollarını İngilizler kadar kolaylıkla da bulamıyacaklardır. Cezayir meselesindeki davranışı, Fransa'yı, dünya karşısında olduğu gibi kendi içinde de günden güne zayıf düşürmektedir.
Emperyalist bir geleneği olmadığı hâlde Birleşik Amerika bile, hür dünya adına ağır sorumluluklar yüklenmiş büyük ve kuvvetli bir devlet olmanın bedelini, davranışında zaman zaman çelişmelere düşmekle ödemekte, öncülüğünü yapmağa çalıştığı ilkelerden ve ahlâk kurallarından, yer yer, büyük bir isteksizlikle de olsa, ayrılmağa zorlanmaktadır. Meselâ Birleşik Amerika'nın, Uzakdoğudaki nüfuzunu devam ettirebilmek için Çankayşek, Sigman Ri gibi, memleketlerine hiç bir hayrı dokunmayan diktatörlere güvenmesi, Ortadoğuyu kendi safına çekebilmeyi Ortaçağ despotlarını andırır bir kralın dostluğundan umması, Akdenizdeki üstünlüğünü muhafaza edebilmek için Franko gibi bir faşisti desteklemesi, Amerika'lı aydınları gitgide artan bir huzursuzluğa düşürmektedir. Öyle ki bugün birçok Amerikalı aydın, Amerikan yardımının dünyaya demokrasiyi mi yoksa diktatörlüğü mü yaymağa yaradığını ciddî olarak düşünmeğe başlamıştır.
Türkiye bu bakımdan çok avantajlı bir durumdadır. İmparatorluk sahibi başka memleketlere örnek olacak kadar realist bir görüşle, imparatorluğu üzerindeki bütün haklarını reddetmiş, ve gerçek gücüyle mütenasip bir devlet statüsünü, hiç bir küçüklük duygusuna düşmeksizin kabulenmiş olan Türk milletinin, öyle bir şahsiyet ikiliğinden ıstırap çekmesi, milletlerarası davranışın da inandığı ilkeler, benimsediği ahlâk kurallarıyla çelişmeye düşmesi için ortada hiç bir sebep kalmamıştır.
Nitekim, Cumhuriyetin kuruluşundan, 1950 Mayısında Demokrat Parti'nin «aktif dış siyaset» parolasıyla iktidara gelişine kadar, Türk milleti, milletlerarası davranışında böyle bir şahsiyet ikiliğine, böyle çelişmelere asla düşmemiş, her adımını vicdan huzuruyla atmış, öylelikle kendine, yarı dünyaya hükmettiği çağlarda bile başaramadığı kadar itibarlı bir mevkî sağlamıştı. Hele, bir yandan Balkanları bir yandan Ortadoğuyu içine alan kendi bölgesinde, Türkiye artık bir umut ışığı, bir barış unsuru, bir bağlayıcı kuvvet olarak görülür duruma gelmişti. Daha kısa bir zaman önce Türk idaresine baş kaldırmış olan bu bölge milletleri, gitgide, kendi istekleriyle, Türkiyenin manevi liderliği altında toplanıyorlardı. İkinci Dünya Harbiyle kesintiye uğrayan bu gelişme, harbden sonra da devam etmişti. Unulmaz sanılan yaralar çoktan kapanmış, sönmez sanılan kinler küllenmiş, geçmez sanılan düşmanlıklar, bütün dünyanın imrendiği dostluklara çevrilir olmuştu.
Fakat, büyük iddialarla iktidara gelen Demokrat Parti, bu kadar iyi sonuçlar vermekte olan, üstelik Türkiye'yi, kendisini çepeçevre sarmış bir dünya harbi içinden kimsenin burnu kanamaksızın kurtarmış bulunan bir dış siyasetini nedense beğenmedi. «Pasif» ve «uyuşuk» buldu, ve alâyişle, Cumhuriyet çağımızın «aktif» dış siyaset çağını açtı.
Demokrat Parti iktidarının 7’inci yılına girerken bu «aktif» dış siyasetin sonuçlarına bakmak ibret vericidir. Türkiye gerek Balkanlardaki gerek Ortadoğudaki hemen bütün dostlarını, dostlarıyla birlikte de bütün manevî liderlik imkânlarını kaybetmiştir.
Türkiye, milletlerarası davranışında İngiltere ve Fransanınki kadar derin bir şahsiyet ikiliğine sürüklenmiş, Türk milleti sık sık kendini, Cumhuriyet Türkiye’sinin temelinde yatan ilkeleri inkâr eder durumlarda bulmağa başlamıştır.
Kapanmakta olan emperyalizm çağının son temsilcilerinin Ortadoğudaki vekâletini sanki Türkiye üzerine almıştı. Onlara karşı beslenen bütün husumet şimdi Türkiye’ye de yöneliyordu.
Bugün Türkiye, Ortadoğu meselelerine, sadece İngiltere ve Fransa'nın artık işe yaramıyan gözlükleriyle bakar hale gelmiştir. İngilizler bile zaman zaman bu gözlükleri çıkarmak ihtiyacını duydukça, karşılarında buna en büyük engel olarak Türkiye’yi bulur olmuşlardır.
Türkiye, Ortadoğu meselelerine bu bölgede yaşayan milletlerin menfaatleri, kaygıları, ülküleri yönünden bakma, bu bölgenin meselelerini bir Ortadoğu memleketi olarak düşünme yeteneğini kaybetmiştir.
Bütün bunların sonucu olarak şimdi Türk milleti, her adımda inandığı ilkelerle, bağlandığı ahlâk kurallarıyla çelişmelere düşmenin. Doğu Akdenizde, Ortadoğuda, Kuzey Afrika’da, kendini, başkaları hesabına müstemlekeciliği savunur veya destekler durumda bulmanın azabı ve şaşkınlığı içindedir.
Başka topraklarda hiç bir menfaati kalmamış, bugünkü sınırları içinde yaşamayı varlığının ve gelişmesinin şartlarından biri olarak kabul etmiş bir memleketi böyle bir duruma sokan bir dış siyaset, «aktif» olmak şöyle dursun, en hafif bir ifadeyle, basarısız ve yanlış bir dış siyasettir. Kendi yararımıza olmadığı gibi. Batılı müttefiklerimizin de yararına değildir.
Oysa şimdi Türk milletinin elinde, Cumhuriyet Türkiye’sinin temelindeki ilkelere, ahlâk kurallarına bağlı bir dış siyaset gütmek için her imkân vardır. Türk milleti, ancak bu imkânları kullanabildiği ölçüde, milletlerarası münasebetler alanında lâyık olduğu mevkii yeniden kazanabilecek ve 7 yıldır yoksun kaldığı vicdan huzuruna yeniden kavuşabilecektir.
Cambridge, MASS.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Milletlerarası Davranışta Şahsiyet İkiliği,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 24 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/809 ulaşıldı.