Hükümetin Yeni Kıbrıs Siyaseti
Başlık:
Hükümetin Yeni Kıbrıs Siyaseti
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" s. 3
Tarih:
1957-01-02
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/34
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
Hühümetin yeni Kıbrıs siyaseti
28 Aralık Cuma günü Başbakanla Dışişleri Bakan Vekilinin Büyük Millet Meclisinde dış siyasetimize dair yaptıkları açıklamalardan öğrendiğimiz hususlardan biri de, Türk Hükümetinin Kıbrıs siyasetinde esaslı bir değişiklik meydana geldiğidir.
Bu açıklama yapılıncaya kadar bütün dünyaca bilinen resmî Türk görüşü şöyle özetlenebilirdi: Türkiye Kıbrıs'ta self determination ilkesinin uygulanmasını, yani Kıbrıs halkının kendi mukadderatına hâkim olmasını kabul etmiyordu. Ya status quo'nun muhafazasını, yani adanın bir İngilz müstemlekesi olarak kalmasını, ya da Türkiye'ye geri verilmesini istiyordu.
Daha pek yakın zamana kadar, Türk Hükümetinin bu görüşten en küçük bir tâviz bile vermeğe razı olmayacağı düşünülüyordu. O kadar ki geçen yıl Londra'da yapılan konferansın hiç bir sonuç vermemesinde, gerginliği büsbütün arttırmasında başlıca etken olarak, İngilizler bile, Türk delegasyonunun uzlaşmazlığını göstermişlerdi. Uzlaşmağa yanaşmak şöyle dursun, bu yaz başında, Demokrat Parti iktidarı daha da ileri giderek, Kıbrıs'ı bir anavatan parçası saydığını ilân etmişti.
Bunu realist ve dünya halkoyunca tasvip edilebilecek bir siyaset saymak zordu. Bir kere, bu kadar derin bir anlaşmazlık konusu ve huzursuzluk kaynağı haline gelmiş bir meseleye hal çaresi olarak status quo'nun muhafazası istenemezdi. Anlaşmazlık ve huzursuzluk
zaten status quo'dan doğuyordu. Bir durum, bir anlaşmazlığın ve huzursuzluğun aynı zamanda hem sebebi hem de hal çaresi olamazdı.
İkincisi, kendi varlığı self determination ilkesinin en parlak bir zaferi olan Cumhuriyet Türkiye'si için, dünya halkoyu karşısında, bir takım mâkul sebeplere dayanarak da olsa, bu ilkeyi reddetmek kolay değildi. Nitekim, Hükümetin gösterdiği bütün mâkul sebeplere rağmen, Kıbrıs meselesindeki self-determination aleyhtarlığımız, bize en dost memleketler halkı arasında bile iyi karşılanmıyordu.
Üçüncüsü, ne kadar haklı kaygılara, meşru sebeplere dayanıyor olsak da, sınırlarımız dışındaki bir toprağı anavatan parçası ilân etmek, Cumhuriyet Türkiyesinin dış siyaset ilkeleriyle kolay kolay bağdaştırılamazdı.
Fakat öte yandan, Kıbrısdaki, sayısı yüzbini aşan ve Türklüğe hiç şüphesiz bizim kadar bağlı bulunan Türk azınlığının kaygı ve emellerine kulaklarımızı tıkamamız ve hele Türk-Yunan münasebetleri bu kadar gergin bir duruma geldikten sonra bizim için stratejik önemi çok büyük olan ve kıyılarımıza pek yakın bulunan bir adanın Yunanistan'a, Türkiye'den gördüğü iyiniyete hiçbir vakit aynı ölçüde mukabele etmemiş bu memlekete, bağlanması ihtimali karşısında hareketsiz kalmamız da uygun görülemezdi.
Onun için, eğer ada üzerinde İngiliz hâkimiyeti devam edemiyecekse, Türkiye bakımından Kıbrıs meselesine en elverişli hal çaresinin, tatbikatta karşılaşılabilecek bütün güçlüklere rağmen, adayı taksim olduğu daha başlangıçta belliydi. Nitekim, memleket meseleleri üzerinde ileri sürdüğü görüşlere D.P. iktidarının hiç bir zaman itibar etmediği, bütün tenkit ve tavsiyelerini hoşnutsuzlukla karşıladığı FORUM Dergisi, bundan bir buçuk yıl kadar önce ilk defa olarak, taksimin Kıbrıs meselesi için en uygun hal çaresi olduğunu belirtmiş, o zamandan beri de bu görüşü savunmuştur.
Bugün Türk Hükümetinin de, ancak İngilizler tarafından bir ihtimal olarak ortaya atıldıktan sonra benimsediği bu görüş, anlaşıldığına göre, genel olarak muhalefeti de tatmin etmektedir.
Türkiye'de muhalefetin, Kıbrıs meselesini. Yunanistan'da olduğu gibi istismar etmeğe, bir demagoji konusu haline getirmeğe hiç bir zaman kalkışmamış olması, iktidar için büyük bir avantaj, bulunmaz bir nimettir. Umulur ki bundan böyle olsun iktidar bu nimetin değerini bilsin ve dış meselelerde bu kadar olgunluk ve anlayış gösteren bir muhalefete aynı anlayışla mükabele etmenin memleket menfaatlerine ne kadar uygun olacağını takdir etsin!
Eğer Kıbrıs meselesi ortaya çıktığı günden itibaren iktidar, bu konuda muhalefetle işbirliğine, hiç değilse istişareye razı olmuş bulunsa idi, hiç şüphesiz, bugün benimser göründüğü makul siyaseti daha başlangıçta çizmek ve şimdi kabul ettiği hal çaresini İngiltere ve Yunanistan'a daha önce kendisi teklif etmek fırsatını elde ederdi. Böylelikle de tarihimize acı bir 6-7 Eylül hatırasının geçmesi, NATO'nun sağ kanadının bugünkü haline düşmesi önlenmiş olurdu.
D.P. iktidarının Kıbrıs meselesinde 6 ay önceye kadar devam eden tutumuyla geçen hafta Büyük Millet Meclisinde açıklanan yeni tutumu karşılaştırıldığı zaman, dış siyasetimizin yıllardır ne kadar tehlikeli zigzaglarla yürütülmekte olduğu kolayca görülebilir. Dış siyaset bahsinde muhalefetin varlığını kabul etmek yolunda geçen hafta atılan ilk adım, umarız ki daha istikrarlı ve realist ve gerçekten millî bir dış siyaset çığırının açılmasında bir başlangıç yerine geçsin!
Bülent ECEVİT
Hühümetin yeni Kıbrıs siyaseti
28 Aralık Cuma günü Başbakanla Dışişleri Bakan Vekilinin Büyük Millet Meclisinde dış siyasetimize dair yaptıkları açıklamalardan öğrendiğimiz hususlardan biri de, Türk Hükümetinin Kıbrıs siyasetinde esaslı bir değişiklik meydana geldiğidir.
Bu açıklama yapılıncaya kadar bütün dünyaca bilinen resmî Türk görüşü şöyle özetlenebilirdi: Türkiye Kıbrıs'ta self determination ilkesinin uygulanmasını, yani Kıbrıs halkının kendi mukadderatına hâkim olmasını kabul etmiyordu. Ya status quo'nun muhafazasını, yani adanın bir İngilz müstemlekesi olarak kalmasını, ya da Türkiye'ye geri verilmesini istiyordu.
Daha pek yakın zamana kadar, Türk Hükümetinin bu görüşten en küçük bir tâviz bile vermeğe razı olmayacağı düşünülüyordu. O kadar ki geçen yıl Londra'da yapılan konferansın hiç bir sonuç vermemesinde, gerginliği büsbütün arttırmasında başlıca etken olarak, İngilizler bile, Türk delegasyonunun uzlaşmazlığını göstermişlerdi. Uzlaşmağa yanaşmak şöyle dursun, bu yaz başında, Demokrat Parti iktidarı daha da ileri giderek, Kıbrıs'ı bir anavatan parçası saydığını ilân etmişti.
Bunu realist ve dünya halkoyunca tasvip edilebilecek bir siyaset saymak zordu. Bir kere, bu kadar derin bir anlaşmazlık konusu ve huzursuzluk kaynağı haline gelmiş bir meseleye hal çaresi olarak status quo'nun muhafazası istenemezdi. Anlaşmazlık ve huzursuzluk
zaten status quo'dan doğuyordu. Bir durum, bir anlaşmazlığın ve huzursuzluğun aynı zamanda hem sebebi hem de hal çaresi olamazdı.
İkincisi, kendi varlığı self determination ilkesinin en parlak bir zaferi olan Cumhuriyet Türkiye'si için, dünya halkoyu karşısında, bir takım mâkul sebeplere dayanarak da olsa, bu ilkeyi reddetmek kolay değildi. Nitekim, Hükümetin gösterdiği bütün mâkul sebeplere rağmen, Kıbrıs meselesindeki self-determination aleyhtarlığımız, bize en dost memleketler halkı arasında bile iyi karşılanmıyordu.
Üçüncüsü, ne kadar haklı kaygılara, meşru sebeplere dayanıyor olsak da, sınırlarımız dışındaki bir toprağı anavatan parçası ilân etmek, Cumhuriyet Türkiyesinin dış siyaset ilkeleriyle kolay kolay bağdaştırılamazdı.
Fakat öte yandan, Kıbrısdaki, sayısı yüzbini aşan ve Türklüğe hiç şüphesiz bizim kadar bağlı bulunan Türk azınlığının kaygı ve emellerine kulaklarımızı tıkamamız ve hele Türk-Yunan münasebetleri bu kadar gergin bir duruma geldikten sonra bizim için stratejik önemi çok büyük olan ve kıyılarımıza pek yakın bulunan bir adanın Yunanistan'a, Türkiye'den gördüğü iyiniyete hiçbir vakit aynı ölçüde mukabele etmemiş bu memlekete, bağlanması ihtimali karşısında hareketsiz kalmamız da uygun görülemezdi.
Onun için, eğer ada üzerinde İngiliz hâkimiyeti devam edemiyecekse, Türkiye bakımından Kıbrıs meselesine en elverişli hal çaresinin, tatbikatta karşılaşılabilecek bütün güçlüklere rağmen, adayı taksim olduğu daha başlangıçta belliydi. Nitekim, memleket meseleleri üzerinde ileri sürdüğü görüşlere D.P. iktidarının hiç bir zaman itibar etmediği, bütün tenkit ve tavsiyelerini hoşnutsuzlukla karşıladığı FORUM Dergisi, bundan bir buçuk yıl kadar önce ilk defa olarak, taksimin Kıbrıs meselesi için en uygun hal çaresi olduğunu belirtmiş, o zamandan beri de bu görüşü savunmuştur.
Bugün Türk Hükümetinin de, ancak İngilizler tarafından bir ihtimal olarak ortaya atıldıktan sonra benimsediği bu görüş, anlaşıldığına göre, genel olarak muhalefeti de tatmin etmektedir.
Türkiye'de muhalefetin, Kıbrıs meselesini. Yunanistan'da olduğu gibi istismar etmeğe, bir demagoji konusu haline getirmeğe hiç bir zaman kalkışmamış olması, iktidar için büyük bir avantaj, bulunmaz bir nimettir. Umulur ki bundan böyle olsun iktidar bu nimetin değerini bilsin ve dış meselelerde bu kadar olgunluk ve anlayış gösteren bir muhalefete aynı anlayışla mükabele etmenin memleket menfaatlerine ne kadar uygun olacağını takdir etsin!
Eğer Kıbrıs meselesi ortaya çıktığı günden itibaren iktidar, bu konuda muhalefetle işbirliğine, hiç değilse istişareye razı olmuş bulunsa idi, hiç şüphesiz, bugün benimser göründüğü makul siyaseti daha başlangıçta çizmek ve şimdi kabul ettiği hal çaresini İngiltere ve Yunanistan'a daha önce kendisi teklif etmek fırsatını elde ederdi. Böylelikle de tarihimize acı bir 6-7 Eylül hatırasının geçmesi, NATO'nun sağ kanadının bugünkü haline düşmesi önlenmiş olurdu.
D.P. iktidarının Kıbrıs meselesinde 6 ay önceye kadar devam eden tutumuyla geçen hafta Büyük Millet Meclisinde açıklanan yeni tutumu karşılaştırıldığı zaman, dış siyasetimizin yıllardır ne kadar tehlikeli zigzaglarla yürütülmekte olduğu kolayca görülebilir. Dış siyaset bahsinde muhalefetin varlığını kabul etmek yolunda geçen hafta atılan ilk adım, umarız ki daha istikrarlı ve realist ve gerçekten millî bir dış siyaset çığırının açılmasında bir başlangıç yerine geçsin!
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Hükümetin Yeni Kıbrıs Siyaseti,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 23 Aralık 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/762 ulaşıldı.