Güvençsizlik
Başlık:
Güvençsizlik
Kaynak:
Ulus, "Günün Işığında" s. 3
Tarih:
1956-12-07
Lokasyon:
Atatürk Kitaplığı, 152/33
Metin:
GÜNÜN IŞIĞINDA
Güvençsizlik
Kurtuluş Savaşının kazanılmasında, Cumhuriyet Türkiyesinin kurulmasında baş rollerden birini oynamış bir insanı, çok partili rejimi başlatmış, serbest seçimler yapılmasını sağlamış, bu serbest seçimler sonunda da iktidar mevkiini muhaliflerine bırakmış bir insanı, Hitler'lere, Mussolini'lere benzetmek, İnönü'nün şahsında Cumhuriyet Türkiyesi tarihine karşı en ağır bir iftiradır. Bu iftira, iktidar sözcüsü gazetenin başyazı sütunlarında çıkmıştır.
Hitler'le Mussolini, memleketlerini maceralara sürükleyip perişan etmiş «cezbe» içinde iki diktatördü. İnönü ise, Atatürk'le beraber yıkılmaktan kurtarmış olduğu memleketini, İkinci Dünya Harbinin ateşi içinden selâmete çıkarmış basiretli bir devlet adamı... Onu Hitler'lere Mussolini'lere benzetmek, onun şahsında Cumhuriyet Türkiyesine leke sürmektir. Bu lekeyi süren iktidar başyazarlarının kalemidir.
İnönü bir diktatör idiyse, iktidar sözcüsü gazetenin ileri sürdüğü gibi, «diktatör kalmağa mahkûm» idiyse, şimdi de yeniden diktatörlük kurmak niyetinde ise, 1945 de neden Türkiye'de çok partili rejimin kurulmasına önayak olmuş, 1950 de neden iktidarı muhaliflerine bırakmıştır?
Acaba İnönü'nün bu hareketleri mi, yoksa asıl, serbest seçimlerle iktidarı ele geçirdikten sonra adım adım diktatörlüğe doğru ilerliyen, «cezbe» içinde bulunmayı devlet adamlığı için bir meziyet sayan bazı politikacıların hareket tarzı mı insana Hitler'leri, Mussolini'leri hatırlatır?
Demokrat Parti iktidarınca «vaziyet sarih» imiş! «Memleket nasıl 1950 den beri onsuz (İnönü'süz) ve ona rağmen idare edildiyse, demokratik muhalefeti de ona rağmen tesis etmenin kanunî yolları bulunmalı» imiş.. «Muhalefeti böyle anlayan bir muhalif (İnönü) ile demokrasi yapılamaz» mış!
Ya muhalefeti kendi «tesis» edebileceği bir şey sanan, kimlerin muhalefet yapıp kimlerin yapamıyacağını kararlaştırmaya kendini yetkili gören bir iktidarla demokrasi olur mu?
İktidar sözcüsü gazete, memleketin 1950 den beri nasıl idare edildiğini hatırlatmakla, bugünkü iktidar partisinin lehine mi hareket ettiğini sanıyor? Bugün iktidar partisi liderlerinin bütün gayretleri, bilâkis, 1950 den beri memleketin nasıl idare edildiğini unutturabilmek için dikkati başka yönlere çevirmek gayesine yönelmiştir.
Bugünkü kadar sıkı bir Basın Kanunu altında yazılmış üniversite bağımsızlığı ile ilgili bir gazete makalesinin, bir profesör tarafından gençlere nabza göre şerbet vermemeleri yolunda verilmiş bir öğütün, bir iktidarı bu kadar sarsabilmesi, bu kadar kaygı ve telâş içine düşürebilmesi, Meclis Grupunda saatlerce muüzakerelerde bulunup sert tebliğler yayınlamağa, yeni tedbirler aramağa, biribirinden şiddetli makaleler tefrika ettirmeğe mecbur bırakabilmesi için, o iktidar ne kadar çürük temeller üzerinde duruyor olmalıdır!
Bu kaygı, bu telâş, kendine güvenen, tuttuğu yolun doğruluğuna, yaptığı işlerin iyiliğine, 1950 den beri memleketi iyi idare edebildiğine inanan bir iktidarın göstereceği tepki olmasa gerektir.
Eğer altı buçuk yıllık iktidarı sonunda Demokrat Parti, bir gazete makalesi ile bir cümlelik bir ahlâk öğüdü karşısında böylesine buhrana düşecek kadar zayıflamışsa, bunda ne İnönü'nün, ne Cumhuriyet Halk Partisinin, ne de hür düşünceli birkaç bilim adamının suçu vardır.
Bunda kimin suçu vardır? Onu, Demokrat Parti Meclis Grupunda alkış tutan ellerin sahipleri bizden daha iyi bilir.
Bülent ECEVİT
Güvençsizlik
Kurtuluş Savaşının kazanılmasında, Cumhuriyet Türkiyesinin kurulmasında baş rollerden birini oynamış bir insanı, çok partili rejimi başlatmış, serbest seçimler yapılmasını sağlamış, bu serbest seçimler sonunda da iktidar mevkiini muhaliflerine bırakmış bir insanı, Hitler'lere, Mussolini'lere benzetmek, İnönü'nün şahsında Cumhuriyet Türkiyesi tarihine karşı en ağır bir iftiradır. Bu iftira, iktidar sözcüsü gazetenin başyazı sütunlarında çıkmıştır.
Hitler'le Mussolini, memleketlerini maceralara sürükleyip perişan etmiş «cezbe» içinde iki diktatördü. İnönü ise, Atatürk'le beraber yıkılmaktan kurtarmış olduğu memleketini, İkinci Dünya Harbinin ateşi içinden selâmete çıkarmış basiretli bir devlet adamı... Onu Hitler'lere Mussolini'lere benzetmek, onun şahsında Cumhuriyet Türkiyesine leke sürmektir. Bu lekeyi süren iktidar başyazarlarının kalemidir.
İnönü bir diktatör idiyse, iktidar sözcüsü gazetenin ileri sürdüğü gibi, «diktatör kalmağa mahkûm» idiyse, şimdi de yeniden diktatörlük kurmak niyetinde ise, 1945 de neden Türkiye'de çok partili rejimin kurulmasına önayak olmuş, 1950 de neden iktidarı muhaliflerine bırakmıştır?
Acaba İnönü'nün bu hareketleri mi, yoksa asıl, serbest seçimlerle iktidarı ele geçirdikten sonra adım adım diktatörlüğe doğru ilerliyen, «cezbe» içinde bulunmayı devlet adamlığı için bir meziyet sayan bazı politikacıların hareket tarzı mı insana Hitler'leri, Mussolini'leri hatırlatır?
Demokrat Parti iktidarınca «vaziyet sarih» imiş! «Memleket nasıl 1950 den beri onsuz (İnönü'süz) ve ona rağmen idare edildiyse, demokratik muhalefeti de ona rağmen tesis etmenin kanunî yolları bulunmalı» imiş.. «Muhalefeti böyle anlayan bir muhalif (İnönü) ile demokrasi yapılamaz» mış!
Ya muhalefeti kendi «tesis» edebileceği bir şey sanan, kimlerin muhalefet yapıp kimlerin yapamıyacağını kararlaştırmaya kendini yetkili gören bir iktidarla demokrasi olur mu?
İktidar sözcüsü gazete, memleketin 1950 den beri nasıl idare edildiğini hatırlatmakla, bugünkü iktidar partisinin lehine mi hareket ettiğini sanıyor? Bugün iktidar partisi liderlerinin bütün gayretleri, bilâkis, 1950 den beri memleketin nasıl idare edildiğini unutturabilmek için dikkati başka yönlere çevirmek gayesine yönelmiştir.
Bugünkü kadar sıkı bir Basın Kanunu altında yazılmış üniversite bağımsızlığı ile ilgili bir gazete makalesinin, bir profesör tarafından gençlere nabza göre şerbet vermemeleri yolunda verilmiş bir öğütün, bir iktidarı bu kadar sarsabilmesi, bu kadar kaygı ve telâş içine düşürebilmesi, Meclis Grupunda saatlerce muüzakerelerde bulunup sert tebliğler yayınlamağa, yeni tedbirler aramağa, biribirinden şiddetli makaleler tefrika ettirmeğe mecbur bırakabilmesi için, o iktidar ne kadar çürük temeller üzerinde duruyor olmalıdır!
Bu kaygı, bu telâş, kendine güvenen, tuttuğu yolun doğruluğuna, yaptığı işlerin iyiliğine, 1950 den beri memleketi iyi idare edebildiğine inanan bir iktidarın göstereceği tepki olmasa gerektir.
Eğer altı buçuk yıllık iktidarı sonunda Demokrat Parti, bir gazete makalesi ile bir cümlelik bir ahlâk öğüdü karşısında böylesine buhrana düşecek kadar zayıflamışsa, bunda ne İnönü'nün, ne Cumhuriyet Halk Partisinin, ne de hür düşünceli birkaç bilim adamının suçu vardır.
Bunda kimin suçu vardır? Onu, Demokrat Parti Meclis Grupunda alkış tutan ellerin sahipleri bizden daha iyi bilir.
Bülent ECEVİT
Koleksiyon
Alıntı
“Güvençsizlik,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, 13 Kasım 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/740 ulaşıldı.