Robinson Crusoe'dan "Kredi Medeniyeti"ne

Title: 
Robinson Crusoe'dan "Kredi Medeniyeti"ne 
Source: 
Ulus, "Günün Işığında" s. 3 
Date: 
1956-11-02 
Location: 
Atatürk Kitaplığı, 152/33 
Text: 
GÜNÜN IŞIĞINDA

Robinson Crusoe'dan "Kredi Medeniyeti,, ne

Kendimi rahatta, lüksde gözü olmayan basit bir insan, zararsız bir vatandaş sanırdım. Meğer değil mişim! Meğer ben, bütün alışkanlıklarım, bütün zevklerimle, hattâ işim gücümle, bu memleketin sırtına yük olacak, kalkınma hamlelerini aksatacak bir kötü vatandaşmışım! Zafer Gazetesinin bahsettiği «lüzumsuz ve zararlı unsur» lardan biriymişim! Bu acı gerçeğe birden bire dün, bazı aksilikler üstüste geliverince aydım.

Evet meğer ben çok kötü alışkanlıkları olan bir vatandaşmışım! Neden derseniz, bir kere her sabah kalkınca traş olurmuşum! Her sabah traş olmanın, memleket realiteleriyle ve kalkınma hamleleri bizden beklenen fedakârlıklarla ne kadar bağdaşmaz bir alışkanlık olduğunu dün anladım. Bir gün önce bütün Ankarayı dolaşmış, ancak bir tütüncüde bir-iki cins yerli traş bıçağı bulabilmiştim. Bunlar kendilerine o kadar güvensiz bıçaklardı ki satılabilmenin tek çaresini yabancı taklidi paketlere sarınıp yabancı adlara sığınmakta bulmuşlardı. Bir traşta iki bıçak değiştirdim, fayda etmedi. Ne yapalım, olduğu kadar, dedim. Kalkınma uğrunda iyi bir vatandaş, gerekirse traşlı da gezmeliydi!

Fakat bir defa sinirim bozulmuştu. Sabah yazı da yazmam gerekiyordu. Bari bir kahve içip kendime geleyim, dedim. Kahve kavanozuna baktım, içi bomboştu. Başbakanımızın bir buçuk ay kadar önce «bir sabıkalı gibi» takib edildiğini müjdelediği kahve hâlâ ele geçirilememişti. Cumhuriyet Bayramından önce yeni kahve dağıtılacağı yolundaki haberlerin de «âmmeyi telâsa verici yalan haber» ler den biri olduğu anlaşılıyordu. Kahvesizliğin acısını unutabilmek için kendi kendime telkinde bulunmağa çalıştım: Mucizeli bir kalkınmayı başaracak insanlar, bazı siyaset adamlarımızın ve bazı heyecanlı başyazarlarımızın dedikleri gibi, «cezbe» içinde olmalıydılar. Cezbe içindeki insanlar da kahve gibi mükeyyefatın esiri olamazdılar. Daha ulvî zevkler, daha manevî hazlar ardında koşmalıydılar!

Bu yolda telkinlerle kendi kendimi yatıştırabildim. Neydi benim başlıca manevî hazzım? Yazı yazmaktı! Zaten işim de oydu. Ben de oturur, traş olamamanın, sabah kahvesi bulamamanın sıkıntısını unutturacak bir «cezbe»ye kendimi kaptırıp yazımı yazardım. Gerçi muhalif bir yazardım ama, değil mi ki bazı icraat «cezbe» içinde yapılıyordu, o icraatın tenkidini de elbette cezbe içinde yapmak gerekirdi.

Fakat unutuyordum ki yazı yazabilmek için cezbeden önce mürekkep lâzımdı. Bunu, elime dolma kalemimi alınca hatırladım. Çünkü dolmakalemimde mürekkep kalmamıştı. Bakkaldan bir şişe mürekkep bulup almıştım ama, yerli traş bıçakları gibi, güvençsizliğinden bir yabancı ad altına sığınmış bu mürekkep de dolma kalemi bozuyordu. Çaresiz kalemi bıraktım. Yazımı daktiloda yazabilirdim.

Yazabilirdim ama kağıt lâzımdı. Kâğıdım da kalmamıştı. İnsanın kâğıdı olmayınca, daktilosu, ancak, yedek parçasız kalmış bir traktör kadar işe yarıyordu. Bari, dedim, sokağa çıkıp kâğıt arayım! Bütün kırtasiyecileri dolaştım, kâğıt yoktu. Hangisine, «kâğıt var mı?» desem, «kâğıt da olur muymuş?» der gibi şaşkın şaşkın yüzüme bakıyordu. Nihayet birisi «var» dedi. Lüks bir mektup kâğıdı çıkardı. Tanesi üç buçuk kuruşmuş. «Bana bir paket lâzım» dedim. «Yok, beyim,» dedi kırtasiyeci, «10-15 tabaka isterseniz vereyim.»

Oradan da umutsuz çıktım. Kâğıt aramak için daha çok vakit harcıyamazdım, çünkü evden yemeklik malzeme de ısmarlamışlardı. İster istemez biz de kalkınma hamlelerine ayak uydurmağa çalıştığımız için en basit yemekleri tercih ediyorduk. Biraz kuru fasulye ile soğan alacaktım. Fakat hiç birini bulamadım. Pazara gidip kuyruğa girsem belki bulabilirdim. Ona da vaktim yoktu. O arada zaten öğlen olmuştu. Çaresiz hanımla buluşup bir lokantaya gittik. Millî Korunmadan önce gittiğimizde 3 kaplık tabldot 350 kuruşa yeniliyordu. Şimdi tabldotlar kalkmıştı. O sayede, 2-3 ay önceye kadar 350 şer kuruşa yediğimiz 3 kap yemeği 5 er liraya yiyip çıktık.

Doğru dürüst traş olamamış, kahve içememiş ve daha kötüsü, kâğıt bulamamış olsam da yazımı mutlaka yazmalıydım! Neyse, yabancı elçilikler biz gazetecilere bültenler gönderirler. Bunlardan bazısının yalnız bir yüzü yazılıdır. Okumuş olduğum eski bültenlerden birini dolaptan çıkardım. Bu yazıyı işte o bülten kâğıtlarının arkasına yazıyorum.

Fakat bu hep böyle gitmez. Kendime yeni bir hayat plânı çizmek, kalkınma hamlelerine ayak uydurabilir bir vatandaş olarak yaşamanın yolunu bulmak zorundayım. İşe bu akşam «Robinson Crusoe»yu okumakla başlıyacağım. Bizcileyin, fasulya soğan gibi, mürekkep ve kâğıt gibi, her sabah traş olmak ve kahve içmek gibi lüks zevkleri ve uygunsuz alışkanlıkları olan «lüzumsuz ve zararlı unsur»lar, herhalde bir ıssız adada yaşayan Robinson Crusoe gibi idealistlerden çok şey öğrenebilirlerdi.

Evet bu kalkınma devrinde hepimiz birer Robinson Crusoe olmalıydık! Robinson Crusoe'nun sanki hasta olunca ilâcı mı vardı? Okumak isteyince Avrupa'dan kitabı mı geliyordu? Soğanı fasulyası dükkânlarda mı satılıyordu? Robinson Crusoe sanki sabahları traş mı oluyordu? Kahve, sigara mı içiyordu? Beyaz kâğıtlara mürekkeple yazı mı yazıyordu? Hiç birini yapmadan, bir ıssız adada gül gibi yaşayıp gidiyordu.

«Ama o da medeniyet mi?» diyeceksiniz. Doğru, Robinson Crusoe'nun adadaki hayatı medenî bir hayat sayılamazdı. Çünkü Başbakandan öğrendiğimize göre devrimizin medeniyeti bir «kredi medeniyeti» idi. Robinson Crusoe'nun ise etrafında borç alabileceği kimse yoktu.

Ama bizler bugün, hem birer Robinson Crusoe hayatı yaşamak zorunda olan, hem de boğazına kadar «kredi medeniyeti» içinde yüzen insanlarız.

Ne mutlu bize!

Bülent ECEVİT 

Files

1956.11.02.jpg
1956.11.02_B.jpg
1956.11.02_B.txt

Collection

Citation

“Robinson Crusoe'dan "Kredi Medeniyeti"ne,” Bülent Ecevit Yazıları 1950-1961, accessed November 22, 2024, https://ecevityazilari.org/items/show/713.